Soru-Cevap

Garânîk Kıssası (Şeytan Ayetleri) Nedir? Hakikati Var Mıdır?

Garânîk Kıssası

Batılı müsteşriklerin “şeytan ayetleri” olarak isimlendirdiği[1] garânîk kıssası bazı kaynaklarımızda çelişkili ifadeler ile yer almaktaysa da şöyle özetleyebiliriz:

Kavminin hak dinden yüz çevirmesi, Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ağır gelmekteydi. Bir gün Kureyşlilerin bulunduğu bir mecliste iken, onların kabul etmeyip etraflarından dağılmalarına sebep olacak türden bir vahyin gelmemesini arzu eder. Bu durumda iken Allah Teâlâ Necm suresini indirir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâbe’de bu surenin tamamını okur. Yalnız surenin 20. ayetini okuyunca şeytan, “Bunlar, yüce kuğu kuşları (gibi olan putlar) dır ve elbette onların şefaatleri ümit edilir.” sözlerini onun konuşmasına atar.

Müşrikler bu sözleri işitince sevinir ve dinlemek amacıyla Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) yaklaşırlar. Surenin sonundaki secde ayetini okuyan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), müminlerle birlikte secde eder. O esnada Velid b. Mugire hariç bütün müşrikler de secde ederler. Secde haberi Habeşistan’a hicret eden Müslümanlara ulaşınca bir kısmı Mekke’ye geri döner. Diğer taraftan Cibril Aleyhisselam olay gününün akşamı gelip: “Ya Muhammed! Benim Allah Teâlâ’dan getirmediğim bir şeyi okudun” diye ikazda bulununca, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) üzülür. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hacc suresinin 52. ayet-i kerimesini indirir:

Biz senden evvel hiçbir resul, hiçbir nebi göndermedik ki; onlardan biri bir şey dilediğinde/okuduğunda şeytan onun dileğine/okumasına bir şey ilkâ etmiş (atmış) olmasın. Ama Allah, şeytanın ilkasını (attığını) ortadan kaldırır (nesh eder). Sonra da kendi ayetlerini tahkim eder. Allah her şeyi bilir, her şeyi yerli yerinde yapar.” Bu ayet-i kerime ile Allah Teâlâ, Peygamberini teselli ederek Şeytan’ın ilkâ ettiğini (attığını) de kaldırır (nesh eder).[2]

İslam düşmanları mezkûr kıssayı sıkça dillendirmekte, -haşa- Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen vahiyde şeytanın müdahalesi olabileceğini iddia etmektedirler. Peki bu kıssanın hakikati var mıdır?

Kıssa ile İlgili Alimlerin Görüşleri

Hafız Beyhakî (v. 458 h.) kıssanın nakil cihetinden sağlam olmadığını ve rivayette mecruh râvilerin bulunduğunu ifade etmiştir.[3]

Kâdî İyâz (v. 544 h.) ise, kıssanın temel hadis kaynaklarında değil de bir takım tarih ve tefsir kitaplarında bulunduğunu ve güvenilir râviler vasıtasıyla sahih ve muttasıl bir sened ile rivayet edilmediğini söylemiştir.[4]

Muhakkik müfessirlerden Şihâbuddin el-Âlûsî (v. 1270 h.): “Garânîk rivayetinin sıhhatini ispat etmeye çalışmak boşa kürek çekmektir” yorumunda bulunmuştur.[5]

Aynı şekilde İmam Mâturîdî de (v. 333 h.) bu hususun kabul edilmesinin birçok ayete zıt olacağını ifade eder.[6]

Hatta kısaca bu kıssayı kabul etmeyen bazı alimleri zikredecek olursak; Kâdî Ebu Bekr el-Bakıllâni[7], İbn Hazm[8], Kâdî Abdulcebbâr[9], İmam Nevevî[10], Kâdî Beyzâvî[11], Ebu’l-Berekat en-Nesefî[12], Seyyid Şerif Cürcânî[13], Bedruddin Aynî[14], Ebussuud Efendi[15] gibi isimleri verebiliriz. Dolayısıyla bu kıssaya uygun teviller aramaya, bazı yorumlarda bulunmaya hiç ihtiyaç duymuyoruz. Eğer senedi sahih olsaydı o zaman bu tarz durumlardan bahsedebilirdik.

Hacc, 52 Ayetinin Tefsiri

Garânîk hadisesinden sonra Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) teselli olarak indiği söylenen Hacc, 52 ayetinin tefsirine gelecek olursak ayet, garânîk kıssasından bağımsız olarak okunduğunda zaten olayın onunla alakalı olmadığı görülecektir. Fakat zihinlerde garânîk olayı sabit kabul edilirse, üzerine de bu ayet okunursa sanki aralarında bir ilişki varmış gibi görünebilmektedir.

Burada üzerinde durulması gereken kelime “temennâ” ifadesidir. Bu kelime “dilemek” manasına geldiği gibi “okumak” manasına da gelebilmektedir. Eğer “dilemek” manası kastedilirse burada bir beis olmayacağı aşikardır. Zira Peygamberimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) insan olması haysiyetiyle zihninde müşriklerin hoşuna gitmeyecek, onlardan tepki almayacak ayetlerin vahyolunmasını dileyebilirdi ve bu da son derece insanî bir istek olurdu.

Yok eğer “okumak” manası verilecek olursa bu da “içten okuma” şekline hamledilmelidir. Zaten “temennâ” kelimesi kök itibariyle iç alemde olan şeyleri ifade etmektedir. Dolayısıyla Peygamberimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi içinden bir şeyler okurken şeytan ona müdahalede bulunmak isteyebilir lakin Cenab-ı Allah buna müsaade etmeyip, yerine kendi ayetlerini tahkim etmektedir.[16]

Kur’an’a Göre Garânîk Mümkün Olabilir Mi?

Garânîk kıssasının hakikat olması birçok ayet ile de tezatlık oluşturmaktadır. Zira Kur’an’da vahye herhangi bir dahlin olmayacağını ifade eden onlarca ayet bulunmaktadır. Bazılarını misal verecek olursak;

Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr, 9)

Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet, 42)

“Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15)

Dolayısıyla vahyin muhafaza edileceği ne şeytanın ne de başkasının onun üzerinde herhangi bir tasarrufu olmadığı bizzat Kur’an ayetleri ile sabittir.

Aynı şekilde Peygamberimizin (aleyhisselam) kafirler ile arasını düzeltmek için böyle bir yola tevessül etmiş olması da düşünülemez. Çünkü yine birçok ayette kafirlere itaat edilmemesi ona emrolunmuştur;

Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma, Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzâb, 48)

Sen (tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına/arzularına uyma.” (Şûra, 15)

Onlara hiçbir şekilde itaat edilmemesi istenen peygamberin, sırf gönülleri hoş olsun diye onların putlarına övgüde bulunması imkân dahilinde olan bir mesele değildir. 

Bir Meselenin Herhangi Bir Kaynakta Yer Alması Onun Doğru Olduğunu Gösterir Mi?

Son olarak genelde gözden kaçırılan bir hususu da zikredelim. Herhangi bir tarih veya tefsir kitabında bir meselenin zikredilmiş olması, o alimin o meseleyi kabul ettiği manasına gelmemektedir.

Onlar kendilerine ulaşmış olan ama doğru ama yanlış bir rivayeti sonraki nesillere aktarmayı bir vazife bilirlerdi. Yanlış olanları aktarmaları, kendilerinde bulunan yüksek seviyedeki özgüveni göstermekteydi. Zira bu şekilde yorganın altına süpürülmüş mesele bırakılmamakta, her şeyi açık açık konuşabilme cesareti gösterilmiş olmaktaydı.

Ayrıca, kadîm dönemde ilmî kitaplar alimler tarafından okunulduğundan, bir rivayeti senedi ile zikretmek o rivayetin güvenilir veya güvenilmezliğinin anlaşılması hususunda yeterli olup, ziyade bir bilgiye ihtiyaç duyulmazdı.

Lakin modern dönemde teknik bir olay olan bu mesele anlaşılamamış ve herhangi bir kitapta bir rivayetin bulunması sıhhati için kâfi olduğu şeklinde hatalı bir anlayış oluşmuştur. Garânîk kıssası da bu hatalı anlayıştan payını almıştır.

[1] W. Montgomery Watt, Peygamber ve Devlet Adamı Hz. Muhammed, Yöneliş, trc. Ünal Çağlar, İstanbul, 2001, s. 69.

[2] Celalüddin Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensur fi’t-Tefsiri bi’l-Me’sur, Merkezu Hecer, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin et-Türkî, Kâhire, 2003, 1. bs., X/524-532.

[3] Fahruddîn er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1981, 1. bs., XXIII/51.

[4] Kâdî İyâz el-Yahsûbî, eş-Şifâ bi Ta’rifi Hukûki’l-Mustafa, Vahdetü’l-Buhus ve’d-Dirasat, thk. Abduh Ali Kuşek, Dubai, 2013, 1. bs., s. 645.

[5] Şihâbuddin Mahmud el-Âlûsî, Ruhû’l-Meânî fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-Sebi’l-Mesani, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, XVII/182.

[6] İmam Ebu Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Daru’l-Mizan, thk. Ahmed Vanlıoğlu, İstanbul, 2005, XIV/202.

[7] Kâdî Ebû Bekr el-Bakıllânî, el-İntisâr li’l-Kur’ân, Daru İbn Hazm, thk. Muhammed İsamu’l-Kuzat, Beyrut, 2001, 1. bs., I/63-64.

[8] İbn Hazm, el-Fisal fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal, Daru’l-Cil, thk. Muhammed İbrahim Nasr, Badurrahman Umeyre, Beyrut, IV/48.

[9] Kâdî Abdulcebbâr, Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Metâin, Daru’n-Nehza el-Hadise, Beyrut, 2006, s. 274.

[10] Ebû Zekeriyya en-Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahîh-i Müslim b. el-Haccâc, el-Matbaatu’l-Mısriyye, 1929, 1. bs., V/75.

[11] Kâdî Beyzâvî, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Tevil, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, thk. Muhammed Abdurrahman el-Meraşlı, Beyrut, IV/75.

[12] Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzil ve Hakâiku’t-Tevil, Daru’l-Kelim et-Tayyib, thk. Yusuf Ali Büdeyvi, Beyrut, 1998, 1. bs., II/448.

[13] es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî, Haşiye ala Mişkati’l-Mesâbîh, Mektebetü’l-Büşra, Karaçi, 2010, 1. bs., I/572.

[14] Bedruddin Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, thk. Abdullah Mahmud Muhammed Ömer, Beyrut, 2001, 1. bs., VII/146.

[15] Ebüssuud Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selim ilâ Mezâya’l-Kitabi’l-Kerim, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, VI/113.

[16] Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, 23/48-49.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu