Soru-Cevap

İslam Köleliği Neden Kaldırmamıştır? -3- (Son)

İslamiyet Öncesi Dünyada Kölelik Sebepleri

İslam’ın köleliğe bakışı ve kölelerin azat sebeplerini incelediğimiz, serinin ikinci yazısını okumak için tıklayınız.

İslamiyet Öncesi Dünyada Kölelik Sebepleri

İslam öncesi dünyada kölelik için birçok sebep sayılabilirdi;

  • Savaş. İki devlet savaştığında sadece savaşan askerler değil, kundaktaki bebek dahil herkes köleleştirilirdi.
  • Doğuştan Kölelik. Aristo bazı insanların doğuştan köle olarak doğduğunu, hür bir insandan farklı karakterde olduklarını zikreder. Muhtemelen bu fikirden hareketle siyahîler köle görülmüş ve Afrika’ya bu yüzden köle ticareti için seferler eksik olmamıştır.
  • Suçluların Köle Statüsüne Getirilmesi. Roma Hukuku’nda bazı ağır suçların cezası idamdı. İdama mahkûm olan kişiler köleleştirilebiliyordu.
  • Fakirlik. Fakirlik sebebiyle bir insan kendisini ve çocuklarını köle olarak satabilirdi.
  • Terk. Terk edilmiş insanlar köle sayılırdı. Hz. Yusuf’un (aleyhisselam) kuyuda yalnız başına bulunduktan sonra köle olarak Mısır’a götürülmesi bunu göstermektedir.
  • Borçluluk. Roma hukukunda borçlu bir kimse köle sayılırdı.
  • İşçilik. Feodalite rejiminde işçi olmak bir nevi yarı kölelikti.
  • Köle Çocuğu Olmak. Köle anne-babadan veya köle anneden doğmak köleliğin mühim sebeplerindendi.
  • Korumasızlık. Kendini koruyamayan zayıf insanlar, güçlüler tarafından alınıp satılabilirdi.
  • Haydutluk. Korsanlar ve haydutlar savunmasız insanları kaçırıp köle olarak satarlardı. M.Ö 1500-500 arasında köle pazarı Atina’da çok canlıydı. Her ayın ilk günü köleler çıplak bir surette sergilenip satışa arz edilirdi.[1]
  • Asker Kaçağı Olmak. Askerden kaçmak eski Roma’da kölelik sebeplerinden sayılmaktaydı.[2]

İslamiyet mevcut kölelik sebeplerini bu onlu maddelerden ikiye indirmiştir; savaş ve köle çocuğu olmak. Hatta İslam hukukunda köleliğin tek kaynağı savaştır. Eğer savaşla köle elde edilmeyecek olsa, köle çocukları zaten olmayacaktır.

İslam Köleliği Neden Kökten Kaldırmadı?

Hz. Peygamber döneminin sosyal şartları içinde İslam’ın köleliği kökten kaldırması düşünülemezdi. Çünkü o zaman savaşlar bütün dünya tarafından bir kölelik sebebi olarak kullanılıyordu. Bu şartlar muvacehesinde İslam’ın köleliği kabul etmesi, uluslararası ilişkilerde temel esas olan mütekabiliyet prensibine uygun bir davranıştır. Herkes sizin esirlerinizi köleleştirirken, sizin onların esirlerini baştan köleleştirmeyeceğinizi kabul etmeniz, en azından düşmana cesaret vermek demek olacaktır.

Yukarda İslam’ın kölelik sebeplerini ikiye, hatta bire indirdiğini söylemiştik; savaş.

Savaşlar insanlık tarihinde sürekli var olmuş ve insanlar var olduğu müddetçe de yaşanmaya devam edecek olan hadiselerdir. Her topluluk, savaşlarda düşmandan birtakım esirler alır ve ona bir şekilde muamele yapmak zorundadır. Burada karşımıza 4 seçenek çıkmaktadır:

  1. Ölüm.
  2. Ebedî hapis.
  3. Serbest bırakma.
  4. Köleleştirme.
  • Ölüm

Aldığınız esirleri öldürmek elbette bir seçenektir. Neticede onlar da sizin safınızdaki askerleri öldürmüş veya yaralamıştır. Ama unutmamak gerekir ki düşman safında da sizin esirleriniz olabilir ve karşılıklı takas etme imkânı olduğundan esirleri öldürmek her zaman iyi bir tercih olmayabilir.

  • Ebedî Hapis

Onları müebbed hapse koymayı tercih edebilirsiniz. Fakat devletin uzun senelerce onlara bakıp, ekonomik olarak sıkıntı çekmesi kime ne fayda sağlayacaktır?

  • Serbest Bırakma

Alınan esirler serbest de bırakılabilir. Fakat Müslümanlara silah doğrultan birisinin serbest bırakıldıktan sonra yeniden bunu yapmayacağı nasıl garanti edilebilir? Ayrıca alınan her esiri serbest bırakmak düşman nazarında Müslümanların zafiyeti olarak görülür ve daha kolay savaşırlar. Dolayısıyla esirleri serbest bırakmak çok da makul görünmemektedir.

  • Köleleştirme

Sanıyoruz ki başından beri yazımızı okuyarak gelenlerin nazarında, İslam’ın köleye bakışının, evlada olan bakışından çok da farklı olmadığı ortaya çıkmıştır. Zira onlara kötü muamele yapılmaması, oğlum-kızım diye hitap edilmesi, dövülmemesi, yediğinden yedirip, giydiğinden giydirilmesi gibi güzel davranışları emreden hadislerin sayısı oldukça fazladır. Dolayısıyla “köle” kelimesini duyduğumuzda zihnimize artık ayakları prangalı kimselerin gelmemesi gerekir.

İslam, insanın dünyada var olma amacının yaratıcısını tanımak ve ona ibadet etmek olduğunu söyler. Sadece bu sayede hem dünya hem de ukba saadeti elde edilebilir.

Ele geçirilen gayrimüslim köleleri öldürdüğünüzde veya ebedi hapse attığınızda onların dünyasına veya ahiretine herhangi bir fayda sağlamış olmazsınız. Serbest bırakarak da düşmanı cesaretlendirmek istemezsiniz. Bu seçenekler yerine, kendilerini ıslah edecek, İslamî ahlak ve ilmi öğretecek ailelerin hizmetine vermek, bu vesile ile de hem dünyalarını hem de İslam’ı kabul etmek suretiyle ahiretlerini kazandırmak en güzel seçenek değil midir?

Dolayısıyla evet, İslam kölelerin azat edilmesini ziyadesiyle teşvik etmiş olsa da bu sistemi kökten kaldırmamıştır. Çünkü tarih boyunca savaşların olacağını ve esirlerin ele geçirileceğini bilmektedir. Onların İslam ile müşerref olmalarının en güzel yollarından biri de Müslüman ailelerin yanında bulunmaktır.

Aslen Köle İken Azat Edilmiş Bazı Şahsiyetler

İslam’ın yetiştirdiği azatlı kölelerden bazılarını bu başlık altında zikretmeyi, kölelere nasıl davranıldığını göstermesi açısından önemli görmekteyiz. Unutulmamalıdır ki her bir isim İslam tarihine yön verecek kadar müstesna ve mümtaz kimselerdir.

Kûfe kadılığı yapmış olan İbn Ebî Leyla (v. 148 h.) ile İsa b. Musa arasında cereyan eden şu konuşma meselenin anlaşılması açısından son derece calib-i dikkattir;

– Irak’ın fakihi kim?

– Hasan-ı Basrî.[3]

– Sonra kim?

– Muhammed b. Sîrîn.[4]

– O kimlerdendir?

– Mevâlîdendir.[5]

– Mekke’nin fakîhi kim?

– Ata b. Ebî Rabâh,[6] Mücahid, Said b. Cübeyr[7] ve Süleyman b. Yesar.[8]

– Bunlar kimlerdendir?

– Mevâlîdendir.

– Medine’nin fakihi kimdir?

– Zeyd b. Eslem,[9] Muhammed b. Münkedir ve Nafi‘dir.[10]

– Ya bunlar kimlerdendir?

– Mevalidendir deyince rengi bozuldu.

– Ehl-i Kuba’nın en fakihi kimdir? Dedi.

– Rabiatü’r-Rey ve İbn Ebi’z-Zinâd.

– Bunlar kimlerdendir?

– Mevâlîdendir dedim. Bu defa yüzü sarardı.

– Yemen fukahası kimlerdendir? Diye sordu.

– Tavus b. Keysan[11] ile Vehb b. Münebbih dedim.

– Bunlar kimlerdendir?

– Mevâlîdendir deyince şahdamarı kabardı, ayağa kalktı ve sordu:

– Horasan fakihi kim?

– Ata b. Abdullah el-Horasani.

– Bu Ata kimden geliyor?

– Mevâlîdendir dedim. Bunun üzerine yüzü sapsarı kesildi, renkten renge girdi. Bir kötülük yapacağından endişelenerek içime korku düştü. O sormaya devam etti:

– Şam fakihi kimdir?

– Mekhûl.[12]

– Mekhûl kimlerdendir?

– Mevâlîden dedim. İçini çekerek derin derin nefes aldı.

– Kûfe fakihi kim? Diye sordu. Yemin olsun ki, eğer kendisinden korkmasaydım Hakem b. Utbe ve Hammad b. Ebî Süleyman diyecektim. Fakat baktım fena olacak.

– İbrahm en-Nehaî ve Şa‘bi’dir[13]

– Bunlar kimlerdendir? Diye sordu.

– İkisi de Araplardır dedim.

– Allahuekber dedi ve sükûnet buldu.[14]

Görüldüğü üzere İbrahim en-Nehai ve Şa‘bi (rahimehumallah) dışında tabiinin hemen hemen en büyük alimler mevâlîden meydana gelmektedir.

Bu kıssanın dışında olan Ebu’l-Aliye Rufey b. Mihran er-Riyahî, Said b. Müseyyeb, Müslim b. Yesar, Ebu Abdullah İkrime b. Abdullah el-Berberi el-Medeni, Dahhâk b. Müzahim, Abdurrahman b. Hürmüz, Meymun b. Mihrân, Ebu’z-Zübeyr Muhammed b. Müslim, Yezid b. Ebî Habib, Yahya b. Ebî Kesir, Humeyd b. Kays el-A‘rec, A‘meş, İbn İshâk (rahimehumullah) ve daha birçok alim köle asıllıydı. Fakat bu İslam toplumunda asla bir sorun teşkil etmemişti. Zira üstünlüğün ancak takvada olduğunu[15] bilen Müslümanlar için köle-efendi, zengin-fakir, üst-ast gibi kavramlar çok da mühim değildi. Zira insanlara güzel davranmalarını emreden İslam sayesinde her biri, olabilecek en güzel ahlaka sahip olmaya çalışıyorlardı.

Sonuç

Özetleyecek olursak kölelik, İslam’ın vazettiği bir sistem olmayıp çok eski çağlardan beri bulunmaktaydı. Antik Yunan, Roma ve diğer toplumlarda köleler çok ağır işlerde çalıştırılıp hiçbir hakkı olmayan insanlardı. Efendisi onu öldürdüğünde dahi haklı kabul edilirdi.

Kölelere olan zulüm İslam’a kadar devam etti. İslam, yüksek hoşgörü ve merhameti ile kölelere ilk defa insan olduklarını hatırlattı. Ontolojik olarak hiç kimsenin kimseden üstün olamayacağını, üstünlüğün sadece takva ile elde edileceğini söylediği için Mekke müşrikleri buna tepki gösterdi ve “kölelerle nasıl eşit seviyede olabilir, namazda nasıl aynı safta yan yana bulunabiliriz!” deyip İslam’a karşı çıktılar.

Yüce dinimiz İslam onlara “kölem” diye hitabı dahi yasaklayıp “oğlum” dedirtmiş,[16] yediğinden yedirip giydiğinden giydirmiş,[17] herhangi bir şiddet veya işkence durumunda hürriyetine kavuşmasını sağlamış,[18] efendisi kölesini öldürürse efendisini öldürtmüş,[19] Allah’ın ahkamını tatbik ettiği müddetçe Habeşli siyahî bir köleye bile itaati emretmiş,[20] köle-hür ayrımı yapmaksızın İslam tarihi boyunca en büyük alimleri azat edilmiş kölelerden yetiştirmiştir.

İslam, kölelerin azat edilmesi için birçok sistem geliştirmiştir. Yemin, oruç, zıhar, halk ve katl kefaretlerinde köle azadı bulunmaktadır. Bununla birlikte, kölenin efendisiyle mükatebe veya tedbir anlaşması yapması, Müslüman bir kölenin kaçarak İslam ülkesine sığınması, ümmü veled olma, köleye uygulanan işkence sebebiyle azat olması ve en önemlisi de birçok hadis-i şerifle kölelerin azat olunmasının teşvik edilmesi bizde şu düşünceyi rahatlıkla oluşturmaktadır; şayet birtakım sebeplerle İslam ülkesine dışardan köle girişi olmasaydı bir iki asır içinde İslam coğrafyasında kölelikten bahsedilemezdi.

Bununla birlikte İslam, köleliği bir anda yasaklayabilecek olmasına rağmen böyle yapmadı. Bunun yerine bu müesseseyi ıslah etti. Toptan yasaklamak yerine, ıslah etmesinin altında insanların var olduğu müddetçe savaşların, savaşların var olduğu müddetçe de kölelerin var olacağı hakikati yatmaktaydı.


[1] Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesi ve Osmanlı’da Harem, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1995, s. 110.

[2] A.e, s. 76.

[3] Tabiinin en faziletlilerinden olan Hasan-ı Basri (rahimehullah) Meysan esirlerinden bir kölenin oğludur.

[4] Babası Enes b. Malik’in, annesi ise Hz. Ebubekir’in (radıyallahu anhüma) azatlısıdır.

[5] Mevâlî ifadesi aslen Arap olmayan kişiler ve köle iken daha sonra azat edilen kimselere kullanılır. Burada mevâlî olarak ismi geçenlerin ya kendisi ya babaları ya da dedeleri kölelikten gelmektedir.

[6] Yemen’in Cened şehri asıllıdır. Mekke’ye küçük yaşta gelmiş ve birçok sahabîden ders almıştır. Benî Fihr ailesinin azatlısıdır.

[7] Aslen Habeşli olup Vâlibe adındaki bir kadının azatlı kölesidir. Devrin en güçlü imamlarındandır.

[8] Peygamberimizin hanımı Meymune validemizin azatlılarındandır. Tabiin döneminin en büyük on fakihi arasında kendisi de zikredilir.

[9] Tabiiin büyüklerinden olup İbn Ömer’in (radıyallahu anhüma) azatlısıdır.

[10] Kendisi çok büyük bir muhaddis olup İmam Malik’in hocasıdır. Bu büyük zat İbn Ömer (radıyallahu anhüma) tarafından azat edilmiştir.

[11] Kıraat ilmini bizzat İbn Abbas’tan (radıyallahu anhüma) almış olup, hadis ve fıkıhta da çok ileri seviyededir. Aslen Fârisi olup Himyer kasabasının azatlılarındandır.

[12] Kâbil kökenli olup azat edilmiştir.

[13] Babası Arap olması hasebiyle Şa‘bi (rahimeullah) Arap sayılsa da annesi, Hz. Ömer (radıyallahu anh) devrinde Sasaniler ile olan savaşta esir düşen bir cariyeydi.

[14] Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, çev. Osman Keskioğlu, Baskı: 5, İstanbul, s.25-6.

[15] Hucurat, 13.

[16] Buhari, Itk, 17.

[17] Buhari, İman, 22.

[18] Ebu Davud, Diyat, 7.

[19] Nesai, Kasame, 9.

[20] Buhari, Ahkam, 4.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu