Soru-CevapTefsir

Kur’ân’a Göre Uzayda Yaşayan Canlı Var mıdır?

Kur’ân’a Göre Uzayda Yaşayan Canlı Var mıdır?

Uzayda canlı hayatının olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Konuyla ilgili olarak yapılan bilimsel araştırmalar, uzaydaki hayatın varlığı veya yokluğu hususunda henüz kesin bir neticeye varmış değildir. Bazı çevreler dünya dışında hayatın olabileceğine ihtimal vermezken, bazıları da bunu imkân dahilinde görmektedir.

Kur’ân’ı Kerîm’de ise astronomi ile ilgili birçok âyet bulunmasından dolayı akla şu soru gelmektedir; Kur’ân’a göre uzayda yaşayan canlı var mı, bu mesele hakkında Kur’ân-ı Kerîm bize hangi bilgileri veriyor?

İslam’a göre melekler ve cinler; akıl, şuur ve idrâk sahibi canlı varlıklar olup semalarda bulunduklarına dair naslar mevcut olduğu için bu soruya evet uzayda yaşam vardır denilebilir.

Fakat bu cevap muhatapları pek tatmin etmeyecektir. Çünkü günümüzde asıl tartışılan mesele, uzaylı diye tabir edilen insan gibi fiziksel varlığı bulunan varlıkların olup olmadığıdır.

Biz de Kur’ân’ı Kerîm’den bu meseleye delalet edebilecek bazı âyetleri tahlil ederek bir sonuca varmaya çalışacağız.

1. Âyet-i Kerîme

وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ [النحل: 8]

“Ayrıca O (Allah) bilmediğiniz nice şeyleri de (yaratmış ve) sürekli yaratmaktadır.”

2. Âyet-i Kerîme

سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ [يس: 36]

“(Bütün noksan sıfatlardan ve şanına yakışmayan vasıflardan tenzîh ve) tesbîh O Zât’a ki, O çiftlerin tamamını; yerin bitirdiği (bitki ve ağaç türü) şeyleri, insanların nefislerini ve (insanların) bilmedikleri nice şeyleri O yaratmıştır.”

Âyet-i kerimedeki (ما) ism-i mevsûlu âkil ve gayri âkillere şamil olup manası hususunda zikredilen bazı görüşler şunlardır:

–          İnsanoğlunun bilmediği mahlukları yaratır.

–          Yerin derinliklerinde ve denizde İnsanoğlunun bilmediği, duymadığı sürüngen ve haşarâtı yaratır.

–          İnsanoğlunun aklına bile gelmeyen, bilmediği ve duymadığı nimetleri cennette yaratır.[1]

Görüldüğü üzere bu iki âyet-i kerîme Allah Teâlâ’nın insanoğlunun bilmediği şeyleri yarattığını beyan etmekte, fakat yaratılan şeyin mahiyeti; canlı veya cansız, canlı ise akıllı veya akılsız olduğu hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir.

3. Âyet-i Kerîme

وَلِلَّهِ ‌يَسْجُدُ ‌مَنْ ‌فِي ‌السَّمَاوَاتِ ‌وَالْأَرْضِ ‌طَوْعًا ‌وَكَرْهًا ‌وَظِلَالُهُمْ ‌بِالْغُدُوِّ ‌وَالْآصَالِ [الرعد: 15]

“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah ve akşam ister istemez sadece Allâh’a secde eder.”

Bu âyetteki (مَنْ) ism-i mevsûl olup akıl sahipleri için kullanılır, İnsanlara Cinlere ve Meleklere şamildir.

Fakat âyetteki (كَرْهًا) “istemeyerek” lafzı ile (ظِلَالُهُمْ) “onların gölgeleri” ifadesi bu ism-i mevsûlden meleklerin ve cinlerin kastedilmediği görüşünü desteklemektedir.

Çünkü melekler hakkında, Allah’a ibadette en ufak bir isteksizlikte bulunmaları düşünülmez. Buna göre ism-i mevsûl meleklere şamil değildir.

(ظِلَالُهُمْ) izafetinde muzâfun ileyh olan (هُمْ) zamiri (مَن) ism-i mevsûlüne raci olup, ism-i mevsûlden melekler ve cinler değil, Allah’a secde eden akıl sahibi ve gölgesi bulunan varlıkların kastedildiği söylenebilir. Çünkü melekler latîf ve nurdan yaratılmış, gözle görülmeyen varlıklar olup gölgeleri bulunmamaktadır. Cinler de ateşten yaratılmış latîf ve şeffaf varlıklardır. Dolayısıyla melekler gibi gölgeleri bulunmamaktadır.

O halde buradaki (مَنْ) den maksat melekler ve cinler değil, akıl sahibi ve gölgesi bulunan varlıklardır.

Âyet-i kerîmedeki (‌فِي ‌السَّمَاوَاتِ ‌وَالْأَرْضِ) “Göklerde ve yerde” ifadesinden, göklerde de Allah’a secde eden gölgesi bulunan âkil bir varlığın bulunduğu anlaşılmaktadır.

Fakat bu durum Âyet-i kerimedeki (يَسْجُدُ) fiiline “alnı ibadet kastıyla yere kapama” manası verildiği zaman geçerli olacaktır. Eğer (يَسْجُدُ) fiiline “Teslimiyet, boyun eğme ve emre itaat” gibi manalar verilirse (مَنْ) ism-i mevsûlü tağlib yoluyla âkil ve gayri âkillere şâmil olacağı için[2] bu zikredilen manaya gitmeyi gerektiren herhangi bir sebep kalmayacaktır.

Netice olarak bu âyet-i kerîmede semada, meleklerden ve cinlerden başka uzayda yaşayan akıl sahibi canlı varlıkların bulunduğuna dair kesin bir delil yoktur.

4. Âyet-i Kerîme

وَلِلَّهِ ‌يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ [النحل: 49]

“Göklerde olan ve yerde bulunan her hareket sahibi canlı da o melekler de sadece Allah’a secde eder ki onlar büyüklük taslama(k şöyle dursun, bunun) arzusunda dahi bulunmazlar!”

Bir önceki ayette olduğu gibi bazıları bu ayetteki secde ile “alnı ibadet kastıyla yere kapama” manasındaki secdenin kastedildiğini, çünkü meleklere, bu manadaki secdenin uygun düştüğünü, söylemişlerdir[3]. Bu durumda (مِنْ دَابَّةٍ) ve (مَا) lafızlarından kastedilen varlıkların da bu şekilde secde etmeye kabiliyetli akıl sahibi varlıklar oldukları anlaşılabilir. Çünkü âyet-i kerîmede iki kere geçen ve asıl vaz’ında gayri âkil varlıklar için olan, fakat akıllılar için de kullanılan (مَا) ism-i mevsûlü (‌يَسْجُدُ) fiilinin fâilidir.

Fakat, hem (دَابَّةٍ) lafzının, hem de (مَا) lafzının akıllılarda kullanılması uzak bir ihtimal olup bu manaya gitmeyi gerektiren bir sebep yoktur.

Bazıları da buradaki (يَسْجُدُ) fiilinin teslimiyet, boyun eğme ve emre itaat manasında olduğunu, çünkü (مِنْ دَابَّةٍ) ve (ما) lafızlarına uygun düşen mananın, ancak bu manada secde olduğunu söylemiştir.

Zira (دَابَّةٍ) kelimesi, aklı olsun veya olmasın yeryüzünde dolaşan, yürüyen canlı varlık anlamına gelmekte olup[4], (مَا) ism-i mevsûlü de âkil ve gayri âkillere şamildir. Bu manada secdenin hem melekleri hem de gayri âkilleri içine almasından dolayı birçok müfessir buradaki (‌يَسْجُدُ) fiiline teslimiyet, boyun eğme ve emre itaat manasını yüklemiştir.

Bu âyet-i kerimede konumuza delalet edebilecek başka bir mesele de (مِنْ دَابَّةٍ) lafzının hangi (مَا)’yı beyan ettiğidir. Bu hususta da iki görüş bulunmaktadır.

Birincisi: (مِنْ دَابَّةٍ) lafzı hem (مَا فِي السَّمَوَاتِ) ifadesindeki, hem de (مَا فِي الْأَرْضِ) ifadesindeki (مَا) ism-i mevsûlünü beyan etmektedir.

İkincisi: (مِنْ دَابَّةٍ) lafzı sadece (مَا فِي الْأَرْضِ) ifadesindeki (مَا) ismi mevsulünü beyan etmektedir[5]. Bu manaya göre semada dolaşan bir canlıdan bahsetmek mümkün değildir.

Fakat birinci terkibe göre yeryüzünde dolaşan canlılar olduğu gibi göklerde de buna benzer canlıların olduğu anlaşılabilir. Zemahşerî de birinci terkibin, Allah Taêlâ’nın göklerde, insanların yerde yürüdüğü gibi semada yürüyen mahluklar yaratmasına binaen caiz olacağını söylemiştir[6]. Yani âyet-i kerîmeden direk bu manayı çıkarmak mümkün değildir bilakis harici delillere ihtiyaç vardır.

Netice olarak bu âyet-i kerimede de meleklerden ve cinlerden başka, canlı varlıkların bulunduğuna dair kesin bir delil yoktur.

5. Âyet-i Kerîme 

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ‌وَمَا بَثَّ ‌فِيهِمَا ‌مِنْ دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ  [الشورى: 29]

“O (Allâh Sübhânehû)nun âyet (ve delil)lerinden biri de, göklerle yeri ve o ikisinde yaymış olduğu her hareketli canlıyı (yoktan) yaratmasıdır. Üstelik O, dilediği zaman onları (diriltip, mahşere) toplamaya da Kadîr’dir.”

(‌مِنْ دَابَّةٍ) ism-i mevsûl olan (مَا)’yı beyan etmektedir. (هُمَا) zamiri de (السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ) lafızlarına aittir. Yani Allah dâbbeyi hem yere ve hem de göğe yaymıştır demektir.

Zemahşerî, Fahruddin er-Râzî, Ebu Hayyân ve Âlûsî gibi müfessirler bu ayetin tefsirinde Allah Teâlâ’nın göklerde de yerde yürüyen insanlar gibi canlılar yaratmasının mümkün olduğunu, söylemişlerdir[7]. Fakat bu canlıların mahiyeti hakkında bir beyan bulunmamaktadır.

Bu ayetin tefsirinde müfessirlerin farklı izahatları da bulunmaktadır.

Ebu Hayyân semanın bir cüzü olan bulutlarda birtakım hayvanların olduğunu ve ayetteki dâbbeden kastın bunlar olabileceğini söylemiştir[8]. Buna göre uzayda herhangi bir canlı bulunmasa bile dünya atmosferinde havada yaşayan küçük büyük bütün canlılar âyet-i kerîmede mezkûr olan “dâbbe” olabilir.

İmam Mücâhid (دَابَّةٍ) kelimesini “melekler ve insanlar” şeklinde tefsir etmiştir[9]. Bu tefsire göre (دَابَّةٍ) kelimesi meleklere, cinlere, insanlara ve diğer canlılara şamil olup semadaki dâbbenin insan gibi bir canlı olduğuna dair kesin bir delalet bulunmamaktadır.

İbnü’l-Müneyyir el-İntisâf’ta; lügat örfünde (دَابَّةٍ) kelimesinin insanlarda kullanımının bile uzak olduğunu meleklerde nasıl kullanılacağını söyleyerek İmam Mücâhid’in bu tefsirine itiraz etmiştir. İbnü’l-Müneyyir (دَابَّةٍ) kelimesinin sadece yeryüzündeki canlılarda kullanılabileceğini semadaki varlıklar hakkında kullanılamayacağını ve birbirine bitişik olan iki şeyden sadece birine ait olan bir işin her ikisine birden isnat edilmesinin sahih olduğunu, (‌وَمَا بَثَّ ‌فِيهِمَا) ifadesindeki üslubun (﴿‌يَخْرُجُ ‌مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ﴾ [الرحمن: 22]) “İnciler ve mercanlar o ikisinden (tatlı ve tuzlu sudan) çıkmaktadır” âyeti ile aynı olduğunu söylemiştir. Zira inci ve mercan sadece tuzlu sudan çıkmaktadır tatlı sudan çıkmazlar. Ayrıca Bakara suresindeki (﴿فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ‌وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ﴾ [البقرة: 164]) ifadesi (دَابَّةٍ) kelimesinin sadece yeryüzündeki canlılara ait olduğu görüşünü desteklemektedir.

Âlûsî, tefsirinde bu görüşleri naklettikten sonra şunları söylemektedir:

“Her semada, bilmediğimiz çeşitli biçimlerde ve farklı hallerde hayvanlar ve canlılar olması imkânsız değildir. Haberlerde bu canlılarla ilgili hiçbir şey zikredilmemiştir. Cenâb-ı Hak, “O (Allah) bilmediğiniz nice şeyleri de yaratır.” (Nahl, 8) buyurmuştur… Bu canlıların varlığı ile hüküm vermek dine zarar verir diyerek bunları nefyetmek, dinin bizzarure malum olan bir meselesi değildir.”[10]

Sonuç 

Netice itibariyle zikredilen âyetlerden ve serdedilen görüş ve açıklamalardan, uzayda melekler ve cinlerden başka canlıların varlığının imkânsız olmadığı bilakis mümkün olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak, böyle bir hayatın varlığı ve keyfiyeti hakkında Kur’ân’ı Kerîm’de sarih bir bilgi mevcut değildir. Bu mesele bizim bilmekle mükellef olmadığımız meselelerdendir. Allah Teâlâ her şeyin doğrusunu bilendir.

[1] Kurtubi, el-Câmi’, er-Risaletü’l-Âlemiyye 12/ 288.

[2] Âlusi, Ruhu’l-Meânî, Müessesetü’r-Risale, 13/ 94.

[3] er-Râzi, et-Tefsirü’l-Kebir, 20/ 216-217.

[4] İbni Side, el-Muhkem ve’l-Muhıt, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 9/ 279.

[5] ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, İrşad kitabevi, 4/ 555, Ebu Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, er-Risaletü’l-Âlemiyye, 13/ 368.

[6] ez-Zemahşeri, a.g.e. 4/ 555.

[7] ez-Zemahşeri, a.g.e. 8/ 87, er-Râzi, a.g.e. 27/ 599, Ebu Hayyân, a.g.e. 19/ 34, Âlusi, a.g.e. 24/ 289.

[8] Ebu Hayyân, a.g.e. 19/ 34.

[9] et-Taberi, Câmiu’l-Beyân, Dâru Hecer, 20/ 512.

[10] Âlusi, a.g.e. 24/ 289.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu