Modern Bir Safsata: İslam’ın İlk Kıblesinin “Petra”da Olduğu İddiası

Soru: İslam’ın doğduğu şehrin Mekke değil, Ürdün’deki antik kent Petra olduğu söylenmektedir. Bu doğru mudur?
Cevap: Her şeyden önce şunu ifade edelim ki bu soruyu ilk kez duyanların garipsemesi son derece normaldir. Zira soru o kadar ciddi ve tuhaf bir şey iddia etmektedir ki Türkiye’nin başkentinin aslında Bayburt olduğunu ortaya atmakla aynı ilginçliktedir.
Bu radikal iddiayı son birkaç senede meşhur eden şahıs Dan Gibson isimli bir gazetecidir. Kendisi akademik bir kariyeri bulunan veya herhangi ilmî bir dergide yazısı olan birisi değildir. Ortaya attığı iddianın büyüklüğü, kariyerinin ise yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda aslında cevabı çok da hak etmeyeceği aşikardır. Fakat her ilim adamı olmayan kimsenin iddiası asılsız olacak diye bir kaide bulunmadığından yine de cevap vermeyi uygun görmekteyiz.
Dan Gibson çekmiş olduğu belgeselde ilk kıblenin Mekke’de olmadığına dair birtakım şüpheler ortaya atmaya çalışmıştır. Onları madde madde inceleyelim.
Bahsedilen Konular
1. İslam’ın ilk camiilerinin kıblesi Mekke’yi göstermemekte bilakis Petra’yı göstermektedir.
Gibson ve takipçilerinin herhalde en güvendikleri argüman kıble argümanıdır. İddiaya göre İslam’ın erken dönemdeki mescitlerin bazıları Mekke’ye değil, Petra tarafına bakmaktadır. Bu doğru mudur? Doğruysa bize herhangi bir bilgi ifade etmekte midir?
Kendisi, eski camiilerin kıblelerini tek tek incelediği belgeselinde Medine’deki Mescid-i Kıbleteyn dışındaki yapıların Mekke’yi tam olarak göstermediği neticesine ulaştığını iddia eder. Gibson çekmiş olduğu belgeselde bunu Google Earth kullanarak tespit ettiğini söylemiştir. Fakat daha sonra Google Earth programının kıble tespitinde ne kadar doğruyu göstereceği ciddi bir sorun olarak tartışıldığından kendisi de bu görüşünden vazgeçmiştir.[1] Daha sonra ise bu hesaplamayı belgeselinde hiç bahsetmediği başka bir programa dayandırdığını ifade etmiştir.
Bununla birlikte Britanyalı ünlü tarihçi David A. King, Gibson’ın kıbleleri yanlış hesapladığını, aslında eski mescitlerin Mekke’yi gösterdiğini The Petra Fallacy isimli çalışmasında açık bir şekilde göstermiştir.[2]
Uzak Beldeler ve Kâbe’yi Tam Olarak Tutturma İmkanları
Aslında bakarsanız komik bir meselenin üzerinde durduğumuzu ifade etmeliyiz. Gps cihazının olmadığı veya herhangi bir teknolojik imkânın bulunmadığı çağda insanların sadece yıldızlara ve güneşe bakarak nokta atışı yapmaları nasıl beklenebilir?
Uzak beldelerden yapılacak santimlik bir sapma hedefte çok ciddi farklılıklara yol açacaktır. Fakat bu bir sorun değildir. Nitekim Cenab-ı Allah Kur’an’da “Mescid-i Haram tarafına dönün” (Bakara, 144) buyurmaktadır. Yani bizden direk Kâbe’yi tutturmamızı değil, o cenaha yönelmemizi istemiştir.
Semerkant, Pakistan, Cezayir, İspanya gibi uzak memleketlerin doğrudan değil Kâbe, Mekke’yi bile tutturmasını beklemek makul müdür? Mesela İstanbul’un kıble açısı 151.62 derecedir. Namazlarda 2 3 santimlik bir kayma, kıble açısını 4 5 derece oynatacaktır. Bunun sonucunu ise aşağıdaki görselde gösterelim.
Mesela Fatih Camii’nde namaz kılan bir kimse belki farkına varmayacak şekilde yönünü saptırsa sizce neticesi ne olur?
Görüldüğü gibi Mekke’ye değil, Şam’a dönmüş olur. Buradan hareketle İstanbul’daki camiileri inceleyen birisi, küçük açı hataları sebebiyle kıblelerinin Mekke’yi göstermediğini söylese sizce bu kıblenin Mekke olmadığına dair bir delil teşkil eder mi? Yoksa dönemin imkanına hamletmemiz gereken bir hakikat mi olur?
Dolayısıyla İslam’ın değil ilk dönemi, belki miladi 1400 1500’lü senelerde yapılan camillerde dahi 3 5 derecelik belki daha da fazla kıble sapması olduğunu görmekteyiz.[3] Bu, eldeki teknoloji sebebiyle son derece makul karşılanabilecek bir hata payıdır. Fakat sırf bu sebepten İslam’ın kıblesinin Mekke değil de Şam, Mısır, Bağdat, Palmira, Petra vs. olduğunu iddia etmek gerçekten gülünç olacaktır.
Zira 14 asırlık İslam medeniyeti, sayısız Müslüman veya gayrimüslim tarihçi, detaylarıyla Kâbe ve Mekke’den bahseden binlerce hadis-i şerif, aksamayan hac yolculukları, eski İslam müzelerinde sürekli Kâbe’den parçalar bulunması, onun resminin çizilmesi, bununla beraber Petra’nın tüm bunlardan mahrum olması bu iddianın temelsizliğini göstermektedir. Ama halkımızın bir kısmının bu iddiaya değer atfetmiş olması bizi cevap vermeye sevk etmiştir.
Velhasıl, camiilerin kıble yönünden hareketle hiçbir netice elde edilemez. Nitekim şunu da açık bir şekilde söyleyelim ki bizim şu an Kâbe’nin kıble oluşunu bilmemiz ve bundan emin olmamız camiilerin kıblesinin Mekke’yi göstermesinden değil, milyonlarca insanın, binlerce tarihçinin bunu nakletmesinden kaynaklanmaktadır. Zira bu bilgi aktarımı nesilden nesile, arada kopukluk olmaksızın bin küsür senedir insanların nakledegeldiği bir hakikattir. İnkârı ne aklen ne de naklen mümkündür.
2. Mekke ismi Kur’an’da geçmemektedir. Onun yerine “Bekke” kelimesi yer alır. Bu da Kabe’nin Mekke’de olduğunu göstermez.
Gibson bu iddiayı biraz daha açar ve “Bekke” kelimesinin “ağlanan yer” manasına geldiğini söyler ve devamında da Petra’da çok fazla deprem olduğundan, bu sebeple de insanların çok fazla ağladığından bu ismin Petra için daha layık olduğunu söyler.
Kanaatimizce bu iddiaya Gibson dahi inanmamaktadır. Zira Bekke kelimesi ile Mekke’nin kastedildiği tüm müfessirler ve Arap dilciler tarafından ittifaklıdır.[4] Fahreddin Râzî (rahimehullah) “bekke” kelimesi ile Mekke’nin kastedildiğine dair kimsenin ihtilafı olmadığını ifade ettikten sonra neden Mekke değil de Bekke dendiği üzerine birtakım izahlarda bulunur: “Arapça’da be (ب) harfi ile mim (م) harflerinin mahreçleri aynıdır ve bazen birbirlerinin yerlerine kullanılabilirler. Sözgelimi “hâzâ dârbetu lâzim” yerine bazen “hâzâ dârbetu lâzib” ifadesi ile; râtib ve râtim, dâib ve dâim kelimeleri bu tarz kullanıma örnektir.”[5]
Bekke kelimesi iştikak itibariyle bekke-yebükkü-bekken şeklinde gelip “Ağlanılan yer” manasına geldiğini Katâde, Said b. Cübeyr ve Mücâhid (rahimehumullah) ifade etmişlerdir. Fakat onlar ağlanmanın sebebini depremlerde ölen insanlara değil, tavaf esnasında oluşan izdihamlar neticesinde çekilen acıya bağlamışlardı.[6]
Takriben 2000 sene evvel var olan bir şehirde, içinde yüksek yüksek apartmanların olmadığı, dolayısıyla oluşabilecek depremlerde enkazların meydana gelmeyeceği, bu yüzden de ciddi bir insan kaybının olamayacağını düşünmek esasında çok da zor değildir.
Bu yüzden Gibson’ın yaptığı teşbih üzülerek ifade etmeliyiz ki, yüzümüzde tebessüm oluşturmaktan başka bir ehemmiyet içermemektedir.
Devam edecek…
[1] Bkz. Dan Gibson, Early Islamic Qıblas, s.117-118. Aynı eserin 119. Sayfasında Gibson, Google Earth yetkililerine bir binanın yönünün nereye baktığını bu program sayesinde tespit etme imkanını sorduğunda, yetkililerin bunun doğru netice vermeyeceğini söylediğini nakletmektedir.
[2] İlgili çalışma bu adresten okunabilir; https://muslimheritage.com/pibla-back-to-qibla/
[3] Hatta günümüzde dahi bazı camiilerin kıblesinin yanlış çıktığı bir hakikattir. Bkz. https://www.dha.com.tr/gundem/47-yillik-caminin-kiblesi-yanlis-cikti-1660688; https://www.aksam.com.tr/yasam/kiblesi-18-derece-yanlis-olan-cami-64-yil-sonra-yikildi/haber-1092276
[4] Bkz. Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1/275; Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî, 2/29; Mu‘cemü’l-Vasît, Bekke maddesi..
[5] Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî, 8/299.
[6] Fahreddin er-Râzî, a.g.e, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî, 8/299