Soru-Cevap

“Kabe’ye Yönelmek” Ona Tapmak mıdır?

Soru: İslam putperestleri eleştiriyor. Ama Müslümanlar da Kabe’ye tapmıyor mu?

Cevap: Bu soruyu soranlar muhtemelen ya tapmak kelimesinin manasını ya da İslam’ı bilmemektedirler. Zira tapmak, ibadet etmek demektir. İbadet ise, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (Rahimehullah) tarifiyle, kendisinde itaatin, rağbetin ve rubûbiyeti kabullenmenin toplanmasıdır.[1] Yani bir insanın birisine tapması için ona itaat etmesi, kutsaması ve yaratmak, şifa vermek gibi ilahlık vasıflarını vermesi gerekir.

Putperestler, putlarına taparken bizatihi onlar için kurban keser, onlara adak adar, onlara dua eder, şifayı onlardan beklerdi. Yani putperest olmak demek şekil olarak karşısına geçmekten ibaret değildi. Kalbiyle de o taşların tasarruf sahibi olduklarına inanmaktaydılar.[2]

Halbuki İslam’ın en temel vurgusu bir olan Allah’a ibadet etmektir. Yalnızca O’na kulluk etmek ile başlar Kur’ân-ı Kerîm.[3] Müslümanların Kâbe’nin etrafında dönmeleri ona tapmalarından değil, Allah Teala’nın «Beyt-i Âtik’i tavaf etsinler.»[4] emrinden dolayıdır. Kâbe’ye dönerek namaz kılmaları onun tuğlası kutsal olduğu için değil, Cenab-ı Hakk’ın «Artık namazda yüzünü Mescid-i Haram’a dön»[5] emr-i ilahisinden kaynaklanmaktadır. Zira Müslümanlar için Kâbe, kıble yani “yön” mahiyetindedir. Dünyadaki tüm Müslümanlar farklı farklı yerlere dönerek namaz kılmasın diye bir kıble gerekir ki o da Kâbe’nin bulunduğu mekandır.

Hasılı Müslümanlar Kâbe için namaz kılmazlar. Kâbe’ye dönmek suretiyle zaman ve mekândan münezzeh olan Allah için namaz kılarlar. Zaten bir şeye dönerek namaz kılmak onu putlaştırmak manasına gelseydi o zaman hiçbir Müslümanın şirkten kurtulması mümkün olmayacaktı. Zira ya toprağa doğru dönecek ya duvara ya taşa ya da dereye.

Bu mesele için bu kadar cevabın kâfi olduğunu düşündüğümüzden sözü fazla uzatmak istemiyoruz. Sadece son olarak şunu söyleyelim ki canlıların sûretinin resmedilmesini bile hoş görmeyen İslam’ı[6] putperestlikle bağdaştırmak, güneşin soğuk olduğunu iddia etmekten farksızdır.


[1] Ebû Hanife, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 33.

[2] Cevad Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, c. 11, s. 118.

[3] Fâtiha, 5.

[4] Hacc, 29.

[5] Bakara, 144.

[6] Buhârî, Sahîh, no: 5950; Müslim, Sahîh, no: 2107.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu