Soru-Cevap

Kur’an-ı Kerim Dışında Vahiy Var mıdır? -1-

Hadis inkarcılarının en temel iddialarından birisi vahyin, Kur’an-ı Kerim’e mahsus olduğu, bunun dışında herhangi bir vahiy çeşidinin bulunmadığı yönündedir. Bu sayede hadis-i şeriflerde yer alan ahkam ve akaide dair konular da vahiy kaynaklı olmadığından(!) itibar edilmeye gerek kalmayacaktır.

İddialarına gerekçe olarak sundukları ayetler kısaca şöyledir:

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ (44) لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ (45) ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ (46) فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ (47)

«Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız.» (Hâkka Sûresi, 44-47)

يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.» (Mâide Sûresi, 67)

قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ

«De ki: “Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem, ben ancak bana vahyolunana uymaktayım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.» (Ahkâf Sûresi, 9)

وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يُرِيدُ

«Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.» (Hac Sûresi, 16)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى

«Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.» (Necm Sûresi, 4)

Vahyin Tarifi

Vahiy, ıstılahta Allah Teala’nın seçmiş olduğu kullara muttali olmalarını istediği şeyleri sırr-ı hafî şeklinde vermesidir. Bu bazen konuşmak, bazen şeksiz bir şekilde kalbe atılmak, bazen tahakkukunda şüphe olmayacak şekilde rüya görmek, bazen de Cebrail (Aleyhisselm)’ın getirmesi şeklinde olur ki bu en meşhurudur ve Kur’an’ın tamamı bu şekildedir.[1]

Vahy-i metluvv, tilavetiyle ibadet edilen veya namazda okunan vahiy demektir. Vahy-i gayr-i metluvv ise namazda okunmayan vahiydir. Lakin her ikisi de vahiy olması hususunda birbirlerinden farksızdır.

Bununla beraber “vahiy” lafzının Kur’an-ı Kerim’de “ilham, emir ve bildirmek” gibi manalarına geldiği, haricen sadece peygamberlere değil, diğer insanlara hatta canlı-cansız diğer varlıklara da kullanıldığı görülmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “Vahiy” Lafzının Kullanımına Misaller

فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ

«Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini (vahyetti) bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.» (Fussilet Sûresi, 12)

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ

«Rabbin, bal arısına şöyle (vahyetti) ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”» (Nahl Sûresi, 68)

إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْأَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ

«Hani Rabbin meleklere: “Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına” diye vahyediyordu.» (Enfâl Sûresi, 12)

وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُوا بِي وَبِرَسُولِي قَالُوا آمَنَّا وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ

«Hani bir de “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere (vahyetmiştim) ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim Müslüman olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi.» (Mâide Sûresi, 111)

وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ

«Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye (vahyettik) ilham ettik.» (Kasas Sûresi, 7)

فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا

وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا

«Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.» (Meryem Sûresi, 24-25)

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا

«Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye (vahyetti) işaret etti.» (Meryem Sûresi, 11)

Görüldüğü üzere “vahiy” kelimesi yerine göre ilham, emir, bildiri ve işaret gibi manalara gelebilmekte ve sadece peygamberlere değil diğer insanlara hatta canlı-cansız diğer varlıklara da verilebilmektedir. Elbette bu verilen bizim ıstılahi olarak anladığımız ve peygamberlere verilen vahiy değildir.

Nebîlere de Vahiy Verilmesi

Peygamberler resul ve nebî olmak üzere iki kısımdırlar. Genel görüşe göre resul, kendisine kitap veya şeriat verilen, nebî ise kitap veya şeriat verilmeyip kendisinden önceki resulün şeriatı ile amel eden peygamberlerdir.

Kur’an’da zikri geçen peygamberlere baktığımızda bunlardan yalnızca dört tanesine kitap verildiğini görmekteyiz. Onlar da Hz. Dâvud’a Zebur[2], Hz. Mûsa’ya Tevrat[3], Hz. İsa’ya İncil[4] ve Hz. Muhammed’e (Salavatullahi alâ Nebiyyinâ ve Aleyhim Ecmaîn) de Kur’an’ı Kerim verilmiştir.[5]

Burada akıllara çok basit bir sual gelmektedir: Şayet kitap dışı vahiy almak mümkün değilse nebîler, nebî olduklarını nereden bileceklerdir? Bunun cevabı son derece basittir: vahy-i gayr-i metluvv yoluyla. Bu hususta bazı ayetleri zikredelim.

إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا

«Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen nebîlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.» (Nisâ Sûresi, 163)

فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا

«Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik(Kehf Sûresi, 65)

إِنَّا أَنْزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

«Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebîler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar, Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.» (Mâide Sûresi, 44)

وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى (9) إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَعَلِّي آتِيكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى (10) فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ يَامُوسَى (11) إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى (12) وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى (13) إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي (14) إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى (15) فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى (16) وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَامُوسَى (17) قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى (18) قَالَ أَلْقِهَا يَامُوسَى (19) فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى (20) قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَى (21) وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى (22) لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى (23) اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى (24) قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25) وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26) وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي (27) يَفْقَهُوا قَوْلِي (28) وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33) وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34) إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا (35) قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَامُوسَى (36)

«Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı? Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti. Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın. Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.
Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.
Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun! Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?” Mûsâ dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.” Allah: “Onu yere at ey Mûsâ!” dedi. Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş! Allah, şöyle dedi: “Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz. Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın. Firavun’a git, çünkü o azmıştır.” Musa: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin” dedi. Allah, şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Mûsâ!”» (Tâhâ Sûresi, 9-36)

Bu ayetlerde yer alan Cenab-ı Allah’ın tüm konuşmaları/vahiyleri Hz. Musa (Aleyhisselam)’a Tevrat verilmeden önceydi. Zira Tevrat’ın Hz. Musa’ya verilmesi Mısır’dan çıkıştan sonradır. Halbuki yukarıdaki ayetlerin bulunduğu pasajda Hz. Musa (Aleyhisselam) henüz Mısır’a gitmemişti. Dolayısıyla o, Tevrat olmadan bu kadar vahyi de elbette vahy-i gayr-i metluvv yoluyla almıştı.

Buradaki tüm deliller ile sabit olmuştur ki nebîler kitap dışı vahiy almaktadır. “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kitap dışı vahiy aldığına dair doğrudan deliller ise bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecektir.

Bir sonraki bölümü okumak için buraya tıklayabilirsiniz.


[1] Zürkânî, Menâhilü’l-İrfân, 1/63.

[2] İsra Sûresi, 55

[3] Bakara Sûresi, 87

[4] Meryem Sûresi, 30

[5] Bakara Sûresi, 23; Bakara Sûresi, 99; Âl-i İmrân Sûresi, 7; Nisa Sûresi, 105; Mâide Sûresi, 48;  En‘âm Sûresi, 19; Yunus Sûresi, 37; Yunus Sûresi, 38; Hicr Sûresi, 87; Neml Sûresi, 6; Yusuf Sûresi, 2; Yusuf Sûresi, 3, Tâhâ Sûresi, 113; Nahl Sûresi, 44; Nahl Sûresi, 102; Enbiyâ Sûresi, 50; Ankebût Sûresi, 47. İlh.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu