Haber-i Vâhid -1- yazısı için tıklayınız.
İtikadda Delil Olması Açısından Haber-i Vâhid
Haber-i vâhidin zan ifade ettiğini söyleyenler, haber-i vahidlerin ahkâmda delil olarak kullanılabileceğine fakat itikatta delil olarak kullanılamayacağına hükmetmiştir. Çünkü onlara göre haber-i vâhid, yakîn ifade etmemektedir. Halbuki itikadi meseleler sadece yakînî delillerle sabit olur.[1]
Burada, “Haber-i vâhidler ile itikat meselesi sabit olur mu?” sorusundan önce bir itikadi meselenin sabit olabilmesi için yakînî bilgi şart mıdır? Yoksa zan yeterli midir? Sorusunu sormamız gereklidir. Bunun için önce sahabe ve tâbiîn döneminde haber-i vâhidlere karşı tutumun ne olduğuna bakalım.
Sahabe ve Tâbiîn Döneminde Haber-i Vâhid
Haber-i vâhidin zan veya ilim ifade ettiğini söyleyen her iki grup da sahabe ve tâbiînin haber-i vâhidlerle amel ettiği hususunda ittifak halindedir. Bunun yanında sahabeden veya tabiînden “zan ifade ettiği için haberi vahidler itikâdî meselelerde delil olamaz” şeklinde bir nakil gelmemiştir. Dolayısıyla haber-i vâhidleri itikatta dikkate almayıp amelî meselelerde delil olarak kullanmak onun hüküm koyma/amel edilme alanını ahkâma tahsis etmek demektir. Böyle bir tahsis yapılabilmesi için kitap, sünnet veya icmadan delil bulunması gerekmektedir.[2] Oysaki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) birçok kez dini öğretmesi için bazı sahabîleri farklı bölgelere göndermişti. Bu sahabîler sadece ahkâm öğretmiyor, ahkâmın üzerine bina edildiği akîdeyi de öğretiyorlardı. Hatta Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) krallara gönderdiği elçilerin sayısı tevatür derecesine ulaşmıyordu ve bu elçilerin tebliğ ettiği meseleler akîdevî meselelerdi.
Haber-i Vâhidler ile Sabit Olan İtikadi Meseleler
İtikatta haber-i vâhidi delil olarak kabul etmeyenler, kabir azabı, Münker-Nekir suali, ru’yetullah gibi haber-i vâhidle sabit olan bazı itikadi meseleleri kabul etmektedirler.[3] Bu zatlardan bazılarının kavillerini aşağıda zikredeceğiz.
İmam es-Serahsî (rahimehullah): Haber-i vâhidler ile kabir azabı, Münker-Nekir suali, ahrette gözler ile Allah’ın görülmesi gibi meseleler sabit olmuştur. Bu ve bunun gibi meseleler bize gösteriyor ki haber-i vahidler ilim ifade etmektedir.[4]
Sadrüşşerîa es-Sânî (rahimehullah): Ahiret hakkındaki haberler itikattan başka bir şeyi gerektirmez. Bu makbul bir şeydir. Çünkü bu haberlerin doğruya ve yalana ihtimali vardır. Ahiret hakkındaki haberlerde ise adil olan/doğru olan, o haberin doğruluk tarafının ağır bastığını tercih etmektir. Bizim için bu haberler delil niteliğindedir. Çünkü biz amel etmek için kesin bilgi gerektiğini kabul etmiyoruz. Zaten akıl inandığı/şehadet ettiği şeylerde illaki yakini bilgi aramaz. Ahiret hakkındaki haberler ya meşhurdur veya meşhur değildir. Bütün bu haberler ise akdü’l-kalbi gerektirmektedir. Akdü’l-kalp kalbin amelidir. Amel etmek içinse haber-i vâhid yeterlidir.
Aslında bu hususun ahiret hallerine hasredilmemesi gerekir. Bilakis bütün itikadi meseleler böyledir.
Ebü’l-Usr el-Pezdevî (rahimehullah): Ahiret hakkındaki haber-i vâhidler ya meşhurdur veya meşhur değildir. Bu haber-i vâhidler ilmin bir kısmını gerektirir. İlmin bir kısmını gerektirdiği gibi amelin de bir kısmını gerektirir. Bu ise kalbin ameli olan akdü’l-kalptir.[5]
Görüldüğü gibi haber-i vâhidlerin zan ifade ettiğini söyleyenler bile ahiret ahvâli ile ilgili haber-i vâhdileri kabul etmektedirler. Burada tartışılması gereken husus, bizim nokta-i istişhâdımızın haber-i vâhidler ile itikadi bir meselenin sabit olup olmayacağı meselesi mi, yoksa bir itikad aslının sabit olup olmayacağı meselesi midir? Tarihi bir gerçeklik olarak baktığımızda İslam alimleri haber-i vâhidlerle sabit olan meseleleri kitaplarına derc edip tartışmışlardır. Fakat bunları hiçbir zaman inanılması zarûrî ve inkarı küfrü gerektiren aslî meseleler haline getirmemişlerdir.
İtikadi Meselelerin Taksimi
Bu noktada itikadi meselelerin aslî ve tâlî olarak ikiye ayrıldığını belirtelim. Asli meseleler kat’î deliller ile; tâlî meseleler ise zannî deliller ile sabit olmaktadır. Buna Kemal İbn Hümâm (rahimehullah), el-Müsâyere isimli eserinde kelam ilmini tarif ederken işaret etmektedir. O, kelam ilmini “kişinin, kendi üzerine bilmesi vacip olan İslam dinine mensup akîdevî meseleleri ilmen ve bazı meselelerde de zannen bilmesidir” şeklinde tanımlamıştır. Daha sonra “ilmen” ifadesine örnek olarak Allah’ın (celle celalühü) varlığı ve zâtî sıfatları gibi inanılması zarûrî olan aslî meseleleri, “zannen” ifadesine örnek olarak da kabir suâli ve bazı peygamberlik şartları gibi inanılması zarûrî olmayan tâlî meseleleri zikretmiştir.[6]
İbn Hümam (rahimehullah) örneğinde gördüğümüz gibi kelam alimleri haber-i vâhidlerle gelen itikâdî mesâilden kat-ı nazar etmemiş onları da akîdevî meseleler arasında zikretmiş, tartışmış ve incelemiştir.[7]
Telakkî Bi’l-Kabul Gören Haber-i Vâhid
Buraya kadar haber-i vâhidi mutlak olarak inceledik. Fakat telakki bi’l-kabul gören haber-i vâhidlerin konumu alimlerin katında farklıdır. Bu durumu Zâhid el-Kevserî (rahimehullah), Nazratü’n-Âbira isimli eserinde zikretmekte ve Ebü’l-Muzaffer es-Sem’ânî’nin de (rahimehullah) Kavâtıü’l-Edille isimli eserinde bu durumu ifade ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Kevserî, bu şekilde telakkî bi’l-kabul ile ilim ifade eden haberlerin ameli gerektirdiğini ifade etmekte ve bunu da Ebu’l-Hasen el-Kerhî’nin, Sem’ânî’nin, Gazzâlî’nin ve Abdülaziz el-Buhârî’nin (rahimehumullah) ifade ettiğini belirtmektedir. Devamında ise itikadın kalbin ameli olduğunu ve haber-i vâhidlerin kalbin ameli için delil teşkil edeceğini ifade eder.[8]
NETİCE
Görüldüğü gibi İslam alimleri, haber-i vâhidlerle ilgili farklı farklı görüşlere gitmişlerdir. Fakat bunun yanında birçok akîde eserinde haber-i vâhidlerle sabit olmuş meselelerden bahsedilmektedir. Bu da bizlere şunu gösterir ki İslam alimleri haber-i vahidleri yok saymamış ve onları eserlerinde kullanmışlardır.
Sonuç olarak bir haberin ilim ifade etmesi için illaki yakîn derecesinde olması gerekmez. İnsanoğlunun hayatı boyunca inandığı haberlerin çok azı yakîn derecesine ulaşmaktadır ve bu akıp giden hayatın içinde hiçbir sıkıntı oluşturmamaktadır. Fakat şu gözden kaçırılmamalıdır ki, ulemaya göre haber-i vâhidi inkâr eden kişi bid’atçi olsa da kafir olmayacaktır.
[1] Şenkîtî, A.g.e., s. 203.
[2] Şenkîtî, A.g.e., s. 204.
[3] Şenkîtî, A.g.e., s. 209.
[4] Burada şunu ifade etmekte fayda var ki kabir azabı, ru’yetullah, münker-nekir suali, miraç hadisesi gibi meseleler ulemanın çoğunluğuna göre tevatür seviyesinde olup, haber-i vahid değildir. Bkz. Nureddin es-Sâbûni, el-Kifaye fi’l-Hidaye, Dar-ı İbn Hazm, Thk: Prof. Dr. Muhammed Aruçi, Beyrut, 2013, s.373
[5] Şenkîtî, A.g.e., s. 209-210
[6] Kemâlüddîn İbn Hümâm, el-Müsâyere, Mektebetü’l-Hanefiyye, Abdullah Hiçdönmez, İstanbul, 2018, 1. Baskı, s. 39-41
[7] Zâhid el-Kevserî, Nazratü’n-âbira/el-Akîde ve İlmü’l-kelâm isimli derleme eserin içinde, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Zâhid el-Kevserî, Beyrut, 2009, 2. Baskı, s. 67
[8] Kevserî, A.g.e., s. 66-67