Tercümesine devam ettiğimiz el-İntibâhâtü’l-Müfîde isimli eserin önceki bölümlerinde müellif henüz “intibâh”lara başlamamış, yedi mühim kaideyi zikretmişti. Dileyen buraya tıklayarak bir önceki yazıyı okuyabilir. Biz bu bölümde kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Birinci İntibâh: Maddenin Hudûsü Hakkında
Tevhid akidesi, İslam dinin üzerine bina edildiği en büyük temeldir. Bazı Müslümanlar Tevhid akidesiyle ilgili iki büyük hataya düşmüşlerdir. Bunun sebebi bu Müslümanların yeni doğa bilimlerine inanıp ona tâbi olmalarıdır. Bu iki büyük hata sebebiyle bu Müslümanlar ne yeni doğa bilimlerine tam olarak tâbi olabildiler ne de İslam’a. Bunları birazdan açıklayacağız.
(Müellifin açıklayacağı hususun anlaşılması için birtakım mühim malumatlara ihtiyaç vardır. Bu yüzden eserin muhakkıkı Nurulbeşer Muhammed Nurulhakk güzel bir dipnot ile bu hususa değinmiştir. Biz de faydalı gördüğümüz için bu yazının geri kalan bölümünde bu dipnotun tercümesini kaleme aldık.)
Nurulbeşer Muhammed Nurulhakk: “Birinci hata maddeyi kadim saymalarıdır. İkinci hataları ise mucizeyi inkar edip Allah’ın (celle celalühü) kudretini sınırlandırmalarıdır. Müellif birinci iddiayı bu intibâhta ikinci iddiayı ise ikinci intibâhta çürütecektir.
Burada okuyucunun konuyu anlayabilmesi için bazı felsefi ıstılahları anlatmamız gerekmektedir. Çünkü müellif filozoflara, onların ıstılah ve önermelerini kullanarak cevap vermektedir. Bu konuda ulemadan çokça zat kalem oynatsa da musannif (rahimehullah) bu meseleyi hak talibinin inkar edemeyeceği surette az ve öz bir şekilde anlatmaktadır.
Heyula veya Madde
Heyula: “asıl” ve “madde” anlamına gelen Yunanca bir lafızdır.
Heyulanın ıstılahtaki tarifi şudur ki o, cisimde bulunan cevherdir ve cisme arız olan ittisal ve infisale kabiliyeti vardır. Cevher aynı zamanda suret-i cismiyyenin ve suret-i nev’iyyenin de mahallidir. Cürcânî’nin et-Ta’rîfât’ında geçen tarif de bu şekildedir.
Dirâyetü’l-İsmet’te cevherin tarifi şu şekilde geçer: Madde boşlukta akan esirdir. O tasavvuru mümkün olan en basit şey anlamındaki heyuladır.
Üç Suret
Suret-i Cismiyye: Bu bileşik ve basit olan cevherdir. Heyulanın bundan başka bir mahalde varlığı bulunmaz. İlk bakışta cisimde idrak edilen üç boyutlu olmaya elverişlidir. Üç boyut ise uzunluk, genişlik ve derinliktir.
Suret-i Nev’iyye: Bu cisimlerin tamamının kendisi sayesinde nevilere ayrıldığı surettir. Yani suret-i nev’iyye cisimlerin kendisiyle türlere ayrıldığı illet-i garîbedir.
Suret-i Şahsiyye: Bu ferdin kendisi sayesinde nev’den yani türden ayrıldığı surettir. Şimdi anlattığımız bu dört şeyi bir misalle açıklayalım.
Mesela Halid mevcudat sınıfına dahil olan bir şeydir ve o maddeden meydana gelmiş bir varlıktır. Halid’in maddeden müteşekkil olduğunu hiç kimse inkar edemez ve buna delil getirmeye de hacet yoktur. Fakat Halid şu anki haline maddesinde gerçekleşen birçok değişimden sonra ulaşmıştır. Çünkü o insan şekline ulaşmadan önce bir meni halindeydi, bunun da öncesinde ise toprak formundaydı. Halid’i oluşturan maddelerin Halid olmadan önceki hallerini daha fazla geriye götürmek mümkündür. Yani kısacası Halid’i oluşturan o maddeler daha önce birçok farklı surette arz-ı endam etmişlerdi. İşte Halid’i oluşturan bu maddeler her ne kadar öncesinde birçok farklı surete bürünmüş yani başka başka birçok sureti meydana getirmiş olsalar da o maddelerde hiçbir zaman değişime uğramayan ve her daim varlığıyla hükmettiğimiz bir şey vardı. İşte bu Halid’in sırf cismi özelliklerini barındıran yönü, yani suret-i cismiyye diye isimlendirdiğimiz şeydir.
Sonra bu maddeler daha önceki birçok evreyi geride bırakıp değişe değişe toprak formuna büründükleri zaman onda öyle bir suret meydana gelir ki biz o suret sayesinde onu toprak diye isimlendiririz. O maddeler bu toprak sureti sayesinde ateş, hava ve su gibi diğer türlerden ayrışırlar. İşte maddedeki türlerin ayrışmasını sağlayan surete suret-i nev’iyye denir.
Daha sonra maddenin büründüğü bu suret de değişir. Çünkü maddeler, meni suretine büründüğü zaman artık toprak suretini terk edip meni şeklini alırlar ve bu sayede topraktan meydana gelen taş ve benzeri şeylerin tamamından ayrışırlar. Nihayet maddeler meni suretini terk edip de insan suretine büründüğü vakit, bu sefer de meniden meydana gelen inek, öküz gibi diğer hayvan türlerinden ayrışmışlardır.
Halid’e geri dönecek olursak o, insan türünün kendisi değil, tıpkı “Salim”, “Eslem” ve diğerleri gibi insan türüne ait fertlerden bir ferttir. Halid, insan türünün diğer fertlerinden hususi bir şey sayesinde ayrışır. İşte bütün insan türünün fertlerini birbirinden ayrıştıran şey ise her fertte ayrı ayrı bulunan suret-i şahsiyyedir.
Bütün eşya dört şeyden müteşekkildir:
- Madde
- Suret-i Cismiyye
- Suret-i Nev’iyye
- Suret-i Şahsiyye
Anlattıklarımızdan şu çıkmaktadır ki bu dört şey birbiri olmaksızın bulunamazlar. Çünkü heyula ve madde suret-i cismiyye olmaksızın bulunmazlar. Suret-i cismiyye de suret-i nev’iyye sayesinde türlere ayrışmaktadır. Yani suret-i cismiyyeye sahip bir madde mevcudattaki türlerden birinin tahtına girebilmek için suret-i nev’iyyeye muhtaçtır. Suret-i nev’iyyeye sahip bir madde de türdaşlarından ayrışıp bir fert olarak tezahür edebilmek için suret-i şahsiyyeye muhtaçtır. Suret-i şahsiyye, ferdi türdaşları arasından çekip çıkararak onu biricik kılan hususiyetler bütünüdür. Dolayısıyla madde suret-i cismiyyesiz var olamaz. Suret-i cismiyye suret-i nev’iyyesiz yapamaz. Suret-i nev’iyye de suret-i şahsiyyesiz yapamaz. Yani mutlak bir ayrışmayla fert olarak tezahür eden her madde bu suretlerin varlığına muhtaçtır.
Diğer Felsefî Istılahlar
Kadîm bi’z-Zat: Bu, varlığı kendinden kaynaklanan ve başkasına ihtiyaç duymayan şeyleri ifade eder.
Kadîm bi’z-Zaman: Bu, yokluğu öncelemeyen şeyleri ifade eder.
Vacibü’l-Vücûd: Bu, varlığı başkasına ihtiyaç duymaksızın zorunlu olan şeyleri ifade eder.
Kısmet-i Akliyye: Bu, kısmet-i faraziyye diye de isimlendirilir. Kısmet-i akliyye, aklın bir şeyi mülahaza etmesinden ve o şeyi şahsi hususiyetleri olmaksızın külli kısımlara ayırmasından ibarettir. Mesela at kavramını oluşturan unsurları tek tek tasavvur etmek gibi.
Kısmet-i Vehmiyye: Bu, hariçte fiziksel varlığı olan bir şeyin parçalarını tek tek zihinde düşünmektir. Hariçteki fiziksel varlığın bütünün değil de parçalarını ayrıştırarak düşünmek buradaki kısmet işlemini oluşturmaktadır. Mesela evimizdeki masanın bacaklarını tek tek düşünmek gibi.
Burada şu nokta kaçırılmamalıdır ki kısmet-i akliyyede parçalarını düşündüğümüz şey bir kavram yani külli bir mana iken kısmet-i vehmiyyede parçalarını düşündüğümüz şey hariçte varlığı olan bir fert yani cüz’î bir manadır.
Kısmet-i Fekkiyye: Bu, hariçte varlığı bulunan bir nesneyi başka bir nesne yardımıyla hakiki anlamda birbirinden ayırmaktır. İlk iki kısmet yani bölme işlemi zihinde gerçekleşirken sonuncusu hariçte gerçekleşmektedir.”
(Birinci intibâh bir sonraki bölümde de devam edecektir.)