Tercümesine devam ettiğimiz el-İntibâhâtü’l-Müfîde isimli eserin önceki bölümünde Eşref Ali et-Tehânevî (rahimehullah) filozofların iki büyük hataya düştüklerinden bahsetmişti. Bu yazımızda ise o hataların ilki ile devam ediyoruz.
Birinci Hata
Filozofların düştüğü hataların ilki, onların “maddenin kadîm olduklarına” inanmalarıdır. Bu itikatla onlar sadece Allah’a has olan bir sıfatı, maddeyi de ortak ederek şirk koşmaktadırlar. Bu hatada Yunan filozofları da onlara ortak olmuştur. Fakat Yunan filozoflarının hiç olmazsa mevhum da olsa delileri bulunmaktadır. Çünkü onlar bu temellendirmelerinde mugalata kullanmaktadırlar. Bu deliller el-Ebherî’nin Hidâyetü’l-Hikme’sinde ve diğer bazı eserlerde zikredilmektedir. Biz ise bu delillerin butlanını Dirâyetü’l-İsmet isimli kitabımızda ispat ettik.
Yeni filozofların ise kadim Yunan filozoflarını delilleri mesabesine erişecek delilleri yoktur. Onlar bu meselede diğer meselelerde yaptıkları gibi tahmine ve kestirime dayalı hükümler ortaya koydular.
Tahminlerinden Bir Örnek
Mesela onların alemin kıdemine dair hüküm verirken dayandığı tahmin şu şekildedir: “Şu an var olan bütün mevcudat eğer bir zamanlar yok idiyse, sırf yokluktan bu varlığın çıkması anlaşılamaz bir şeydir.”
Fakat bir şeyi anlayamamak o şeyin batıl olduğuna delil olur mu? Hakikat şudur ki; maddenin yokluğu öncelediği versiyon anlaşılamadığı gibi maddenin yokluğu öncelemediği yani hep var olageldiği versiyon da anlaşılmaz bir şeydir. Çünkü maddenin başından geçen her değişim, yokluğu öncelemektedir. Peki maddenin mevcudiyeti ile maddeye arız olan değişimlerin mevcudiyeti arasında var olmak noktasında ne fark vardır ki bunlardan birinin yokluğu öncelediği kabul edilirken diğeri reddedilsin?
Maddenin kıdemi ve yokluğu öncelemesi anlaşılmazlık noktasında, maddenin kıdemini iptal eden delillere nazaran eşit seviyededirler. Getirdiğimiz bu delil, herhangi bir tekellüf olmaksızın yeni filozofların tahmini temellendirmelerini çürütmekte yeterli ve kadim filozofların delillerini birkaç küçük dokunuşla çürütmeye kafi gelecek bir mahiyettedir. Çünkü yeni felsefeciler, maddenin suretten ayrılması muhal olduğu halde belli bir zamana kadar maddenin suretten soyutlanacağına hükmediyorlar. Halbuki suretle birleşmemiş sırf maddenin bilfiil varlığı yoktur, bilkuvve varlığı vardır.
Şu da çok açıktır ki bilkuvve varlığa sahip bir şeyin hakiki varlığından bahsedilemez sadece varlığa potansiyelinin bulunduğundan bahsedilebilir. Bu durumda maddenin suretsiz bir şekilde var olabildiğine hükmetmek birbiriyle çelişen iki hükmün doğruluğu ile hükmetmek anlamına gelmektedir. Bu, “maddenin bilfiil varlığı hem vardır hem de yoktur” demektir. Bu da maddenin asla bulunamayacağı anlamına gelmektedir ki nerde kaldı madde kıdemle vasıflanabilsin!
Suret-i Cismiyye, Suret-i Nev’iyye ve Suret-i Şahsiyye
Kadim filozofların düşüncesine göre maddenin suretle birleştiği versiyonu ele alsak, bu durumda da suret-i cismiyye, sureti nev’iyyesiz; suret-i nev’iyye de suret-i şahsiyyesiz bulunamaz. Bizim muhatap olduğumuz istisnasız bütün maddeler suret-i şahsiyye ile mevcutturlar. Suret-i şahsiyye ise daimi bir değişim halindedir. Suret-i şahsiyye ile mevcut olan bir maddeye başka bir suret geldiğinde ortaya iki ihtimal çıkar; birinci şekil, ikinci şeklin gelmesine rağmen ya maddeyle durmaya devam edecek ya da maddeden ayrılacaktır.
Birinci ihtimalin gerçekleştiğini yani, yeni suretin maddeye gelmesine rağmen eski suretin maddeden ayrılmayıp onunla kaldığını varsayarsak bu durumda bir şahsın iki şahıs olması gibi garabet bir durum ortaya çıkar. Çünkü bir şahıs suret-i şahsiyye ile teşahhus edeceği zaman eğer iki suret-i şahsiyye ile birden teşahhus ederse bu durumda teşahhus eden bu şahıs iki şahıs olur. Böyle bir şeyse batıl ve muhaldir.
İkinci ihtimalin gerçekleştiği yani maddedeki birinci suretin gidip de yerine ikinci suretin geldiği versiyonu el alırsak bu durumda giden birinci suretin kıdeminden bahsetmek mümkün değildir. Onun hadis olduğu zevali sebebiyle fâş olmuştur. Çünkü kadimin yok olması muhaldir. Aynı şekilde yeni gelen suretin de kadim olmadığı çok açıktır. Çünkü maddeye yeni gelmiştir. Eğer birinci suretten daha da eski bir suretin varlığını varsayarsak bu da kadim olamayacaktır. Çünkü o da tıpkı birinci suret gibi yok olmuştur. Dolayısıyla suret-i şahsiyyenin bütün fertlerinin hadis olduğu anlaşılınca suret-i nev’iyyenin de kıdemi yıkılmış olur. suret-i nev’iyyenin yıkılmasıyla suret-i cismiyye de yıkılmış olur. suret-i cismiyyenin yıkılmasıyla da maddenin cismiyyeti yıkılmış olur. bu durumda da maaddenin kadim olduğu iddiasının ne kadar batıl bir dava olduğu ortaya çıkmış olur.
Yokluktan Varlığa Çıkmak Müstahil Değil, Müsteb’âddır
Adem-i mahzdan vücudun çıkmasının anlaşılamaz bir şey olmasına gelince bu meseledeki durum istihale değil istib’âddır. Müsteb’ad yani akla uzak gelen şeyler var olması imkansız olan şeyler değildirler. Muhalller ile müsteb’adları birbirine karıştırmak geride de zikrettiğimiz gibi bir çok hatalı düşüncenin sebebi olmaktadır.
Anlattıklarımızdan şu açığa çıkmaktadır ki maddenin kadim olduğu görüşü İslam’a zıt bir görüştür. Kendisini İslam’a nispet edip de maddenin kadim olduğunu iddia edenler hem İslam’a hem de yeni felsefeye muhalefet etmektedirler. İslam’a muhalefetleri maddenin kıdemini savunmalarından kaynaklanır. Çünkü İslam’da maddenin kıdemini savunmak mümkün değildir. Yeni felsefeye muhalefetleri de kendilerini Müslüman saymalarıdır. Çünkü yeni felsefede yaratıcı inancı yoktur. Dolayısıyla bu kişiler böyle garip bir durumda bocalayıp durmaktadırlar.
Eğer sahih bir nazarla düşünürsek şunu anlarız ki maddenin kadim olduğu bir varsayımda yaratıcıya hiçbir ihtiyaç kalmaz. Eğer kendi zatı maddenin varlığının illeti olursa bu durumda madde vacibü’l-vücuda yani zorunlu bir varlığa dönüşür ve zorunlu bir varlığın başka bir zorunlu varlığa muhtaç olması muhaldir. Çünkü böyle bir durumda maddenin sıfat ve fiilleriyle arasında bulunan nispetin Allah’ın sıfat ve fiilleriyle arasında bulunan nispet gibi olması gerekir. Dolayısıyla Allah’ın varlığıyla hükmedebilmek maddenin hâdis olmasına bağlıdır.
Eğer onlar, maddenin kıdemiyle Allah’ın kıdemini zati ve zamani diye birbirinden ayıracak olsalar zaten bunu mütekellimler klasik kelam ilminde söylemişlerdir. Ancak şu kadar var ki bunu onlardan hiç kimse söylememektedir. Dolayısıyla bu seçeneği de dikkate almayız.
Devam edecek…