Soru-Cevap

Sadaka Ömrü Uzatır mı?

Bismillahirrahmânirrahîm

Giriş

Ömür, Allah Teâlâ’nın insanlara tercih yapmaları için tanımış olduğu bir süredir. Kişi ömrü boyunca bir imtihan içerisindedir. Yapmış olduğu tüm seçim ve tercihler hayatının sonunda kendisine iyi ya da kötü, cennet ya da cehennem, Allah’ın rızası ya da Allah’ın gazabı olarak dönecektir. Çünkü her şeyin bir bedeli, her seçimin bir sonucu vardır. Dolayısıyla kişinin ömründeki her anı nasıl değerlendirdiği ciddi önem taşımaktadır.

Bu yazımızda son derece kıymetli ve önemli olan ömrün uzaması hususunda Peygamber Efendimiz (sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem)’den gelen “Şüphesiz ki Müslümanın verdiği sadaka ömrünü uzatır ve kötü bir şekilde ölmesine mâni olur” rivayetini ve benzer manada ömrün uzaması ile ilgili olan bazı rivayetleri ve manalarını inceleyeceğiz.

Ömrün Uzaması

Ömrün uzun olması, geçici dünya hayatında ahirete hazırlık yapan her bir Müslüman için son derece önemlidir. Ömür dediğimiz dünya hayatı kişinin amel defterinin açık olduğu zaman dilimidir. Kişi öldükten sonra amel defteri kapanır ve herhangi bir hayır hasenat işlemesi mümkün olmaz.[1] Dolayısıyla kişi kendi eliyle çok daha fazla salih amelde bulunmak istemekte ve hayatının uzun olmasını temenni etmektedir. Özellikle Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in ömrü uzun olup ameli güzel olan kimseleri insanların en hayırlısı olarak addetmesi[2] de, Müslümanları ömrü uzatacak amelleri yapmaya teşvik etmektedir.

Sadaka Ömrü Uzatır Mı?

Hadis-i şeriflerde ömrün uzaması hususunda sadece sadaka değil bunun dışında sıla-i rahim gibi başka sebeplerden de bahsedilmektedir. Dolayısıyla burada “sadaka ömrü uzatır mı?” sorusu aslında hadis-i şeriflerde ömrü uzattığına dair zikredilen herhangi bir şeyin ömrü uzatıp uzatmadığı, daha doğru bir ifade ile ömrü nasıl uzattığı meselesine dayanmaktadır.

Ömrün uzaması hususunda Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den nakledilen rivayetlerde, şu üç ana temele vurgu yapılmaktadır.

  1. Akraba ziyareti
  2. İyilikte bulunmak
  3. Sadaka vermek

“Akraba Ziyareti Ömrü Uzatır” Hadisi

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُبْسَطَ لَهُ فِي رِزْقِهِ، وَأَنْ يُنْسَأَ لَهُ فِي أَثَرِهِ، فَلْيَصِلْ رَحِمَهُ

Ebû Hüreyre (radıyallâhü anh)’tan rivayet edildiğine göre kendisi Allah’ın Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i şöyle derken işitmiştir:

“Kim, rızkının genişletilmesini, eserinin geciktirilmesini (ömrünün uzatılmasını) isterse sıla-i rahim (akraba ziyareti) yapsın”[3]

“İyilikte Bulunmak Ömrü Uzatır” Hadisi

عَنْ ثَوْبَانَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ – صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ -: “لَا يَزِيدُ فِي الْعُمْرِ إِلَّا الْبِرُّ، وَلَا يَرُدُّ الْقَدَرَ إِلَّا الدُّعَاءُ”

Sevbân (radıyallâhü anh)’tan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü (sallallâhü aleyi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ömrü yalnız iyilik uzatır, kaderi de ancak dua geri çevirir (değiştirir).”[4]

“Sadaka Vermek Ömrü Uzatır” Rivâyeti

عَنْ عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ صَدَقَةَ الْمُسْلِمِ تَزِيدُ فِي الْعُمُرِ، وَتَمْنَعُ مِيتَةَ السُّوءِ».

Amr b. Avf (radıyallâhü anh)’tan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Müslümanın verdiği sadaka ömrünü uzatır ve kötü bir şekilde ölmesine mâni olur.”[5]

Heysemî (rahmetullâhi aleyh) “Mecma‘u’z-Zevâ’id” adlı eserinde rivâyeti zikrettikten sonra isnatta bulunan “Kesîr b. Abdillâh” hakkında zayıf, ifadesini kullanmıştır.[6]

Her ne kadar sadaka ile alakalı olarak gelen rivayet zayıf bir rivayet olsa da bir önceki zikrettiğimiz “iyilik ömrü uzatır” rivâyeti, “Sadaka ömrü uzatır” manasını destekler mahiyettedir. Nitekim hadis-i şerifte mutlak iyilikten bahsedilmektedir. Sadaka da iyilik kabilinden olup sadaka veren kimsenin de iyilik yaptığı kabul edilerek ömrünün uzayacağını söylemek mümkündür.

Velhasıl hadis-i şeriflerde zikri geçen şeylerden herhangi birisini yerine getiren Müslümanın ömrünün uzun olacağı anlaşılmaktadır. Ulema, hadis-i şeriflerde bahsedilen “ömrün uzaması” durumunun birkaç manası olduğunu söylemektedir.

  1. Yaşayacağı Sene Bakımından Ömrünün Uzaması

Levh-i Mahfuzda meleklere zahir olan kadere nispet ile belirli olan ömrün uzamasıdır. Misal olarak: Meleklere, Levh-i Mahfûzda gözüken kader, kişinin 60 yıl yaşayacağıdır. Ancak ömrü uzatan sıla-i rahim gibi şeylerden birisini, kişinin yerine getirmesi sebebiyle ömründe 40 yıl artma olacaktır. Allah Teâlâ ilm-i ezelisinde, kişinin bunu yapacağını bildiği için, hayatını 100 yıl olarak takdir etmiştir. Dolayısıyla ayeti kerimede bahsedilen ecelin tehir edilmemesi[7] durumuna tezat bir durum söz konusu değildir.[8]

Bilakis hadis-i şeriflerde zikredilen ömrün uzaması, kaderin muallak kısmına işaret ederken, ayet-i kerimede geçen ecelin gecikmemesi kavli ise kaderin mübrem/kesin olan kısmına işaret etmektedir.

Kâdî Iyâz ve Şerefüddîn et-Tîbî (rahmetullâhi aleyhimâ) hadis-i şeriften kastedilen mananın bu olduğunu söylemişlerdir.[9]

  1. Yaşayacağı Yılların Bereketli Olması Açısından Ömrün Uzaması

Hadiste geçen ömrün uzaması, rızık hususunda bolluk ve bereket, beden hususunda ise afiyet anlamındadır. Çünkü bazı rivayetlerde ve şiirlerde fakirlik, ölüm olarak isimlendirilmiş ve hayattan bir noksanlık/eksilme olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla zenginliğinde hayat olarak isimlendirilmesi ve ömürde ziyade/uzatma olarak zikredilmesi gayet mümkündür.[10]

Şerefüddin et-Tîbî (rahmetullâhi aleyh) ise bu hususu şöyle anlatmıştır:

“Ömrün artması kişinin hayatında bereketin hasıl olması ile olur. Bu da kişinin ahiretine fayda veren şeyler ile vaktini değerlendirmesi, ibadetlere muvaffak olması ve bunların dışında vakitlerini zayi etmekten koruması ile olur.”[11]

Şemsüddîn el-Kirmânî (rahmetullâhi aleyh) ise aynı görüşü zikrettikten sonra ömrün uzamasının “kemmiyyet açısından değil, keyfiyyet açısından bir artma olduğunu” söylemiştir.[12] Yani “kişinin yaşının artması” anlamında değil, “yaşadığı yılların bereketli olması” anlamındadır.

İmam-ı Nevevî (rahmetullâhi aleyh) ulemanın zikrettiği manalar arasında en sahih olan mananın bu olduğunu söylemiştir.[13]

  1. Kişinin Öldükten Sonra Hayırla Yâd Edilmesi

Hadis-i şerifte geçen “ينسأ له في أثره” ifadesi öldükten sonra insanların kendisini, hali hayatında yaptığı hayır hasenatları sebebiyle hoş bir şekilde hatırlamaları manasındadır.[14] İmâm-ı Nevevî (rahmetullâhi aleyh) bu görüşün zayıf bir görüş olduğunu söylemiştir.

Şerefüddîn et-Tîbî (rahmetullâhi aleyh) de bu görüşün zayıf olduğunu ulemadan nakletmişse de akabinde kendisi bu görüşü benimser mahiyette şu ifadeleri kullanmıştır:

“Sanki hadis-i şerifin manası hususunda bu görüş daha açıktır. Çünkü bir şeyin eseri, o şeyin varlığının göstergesidir. Dolayısıyla “eserinin geciktirilmesi” demek; öldükten sonra kişinin (eseri sebebiyle) hayırla yâd edilmesi yahut yaptığı bir amelin sevabının devam etmesi, demektir.”[15]

Alimlerin, evliyanın ve dahi hayır hasenat sahibi kimselerin isimlerinin hala günümüzde anılması da aslında bu görüşü destekler bir karinedir. Nitekim bu zatların yapmış oldukları işler üzerinden yüz yıllar dahi geçmiş olsa da isimleri hala hayırla yâd edilmeye devam etmektedir.

Netice

Ulemanın vermiş olduğu manalardan her bir mananın bir hüsnü mahmili bulunmaktadır. Tarih boyunca kimi insanda bu manalardan sadece bir tanesi, kimi insanda ise hepsinin zuhur ettiği görülmüştür. Dolayısıyla ömrün uzamasını her ne manada yorumlarsak yorumlayalım hadis-i şeriflerde zikredilen amellerin kişinin ömrüne mutlak surette faydasının dokunduğu aşikâr olup hangi surette olacağı ise Allah’ın takdirine kalmıştır.

وآخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين


[1] Ancak hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in zikrettiği “Sadaka-i câriye, (geriye bıraktığı) istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” gibi hayır hasenat yolları ile devam edebilmektedir. Öldükten sonra herhangi bir şeyin fayda verip vermediği ile ilgili … yazımızı okumak için buraya tıklayınız.

[2] Tirmizî, Zühd, no: (2329); Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Müsned, Dâru Hecer, 2/194-195 (905); Ahmed b. Hanbel, Müsned, Dâru’r-Risâle, 29/225 (17680).

[3] Buhârî, Edeb, no: (5985); Müslim, Birr, 4/1982 no: (2558/22).

[4] Tirmizî, Kader, no: (2139); İbn Mâce, Sünnet, no: (90). İmâm-ı Tirmizî (rahmetullâhi aleyh) rivâyeti zikrettikten sonra “hasen-garib” ifadesini kullanmıştır.

[5] Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, Mektebetü İbn Teymiye, 17/22 (31); Ebû Bekir Muhammed b. Hasen el-Attâr, Cüz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye (tarafından İbn Mende’nin el-Fevâid’inin içerisinde basılmıştır), 1/276 (833); İbn Bişrân, Emâlî, Dâru’l-Vatan, s. 277 (1505); Muhammed b. Abdilbâkî Kâdî Mâristân, Meşyaha, Dâru Alemi’l-Fevâid, 3/1216-1217 (604).

[6] Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâ’id, Mektebetü’l-Kudsî, 3/110 (4609).

[7] A‘râf sûresi 34. ayet:

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ.

Manası: Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler”.

[8] Bu görüşü beyan edenler için bkz. Kâdî Iyâz, İkmâlü’l-Mu‘lim, Dâru’l-Vefâ, 8/21; Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 16/114; Şemsüddîn el-Kirmânî, el-Kevâkibü’d-Derârî, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 21/157; Şerefüddîn et-Tîbî, el-Kâşif, Mektebetü Nizâr Mustafâ, 10/3160; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Ma‘rife, 4/302.

[9] Kâdî Iyâz, İkmâlü’l-Mu‘lim, Dâru’l-Vefâ, 8/21; Şerefüddîn et-Tîbî, el-Kâşif, Mektebetü Nizâr Mustafâ, 10/3160.

[10] İbn Kuteybe, Te’vîlü Muhtelifi’l-Hadîs, el-Mektebü’l-İslâmî, s. 293-294. Bu görüşü zikreden diğer ulema için bkz. İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-Müşkil, Dâru’l-Vatan, 3/186; Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 16/114; İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Mektebetü’r-Rüşd, 6/206; Bedrüddîn el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 11/181.

[11] Şerefüddîn et-Tîbî, el-Kâşif, Mektebetü Nizâr Mustafâ, 10/3160.

[12] Şemsüddîn el-Kirmânî, el-Kevâkibü’d-Derârî, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 21/157.

[13] Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 16/114.

[14] Kâdî Iyâz, İkmâlü’l-Mu‘lim, Dâru’l-Vefâ, 8/21; Ebü’l-Abbâs el-Kurtûbî, el-Müfhim, Dâru İbn Kesîr, 6/528; Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 16/114-115; İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Mektebetü’r-Rüşd, 6/206; Şerefüddîn et-Tîbî, el-Kâşif, Mektebetü Nizâr Mustafâ, 10/3160; İbnü’d-Demâmînî, Masâbîhu’l-Câmi‘, 4/473-474:

[15] Şerefüddîn et-Tîbî, el-Kâşif, Mektebetü Nizâr Mustafâ, 10/3160; Şemsüddîn el-Birmâvî, el-Lâmi‘u’s-Sabîh, Dâru’n-Nevâdir, 15/29.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu