MakalelerTasavvuf

“Râbıta”nın Delilleri -5-

“Râbıta”nın Delilleri -4- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Eşyada Aslolan İbahadır

Eşyada asıl olan (haramlığı sabit olmadıkça) mübah olmasıdır. Şeriatın yasaklamadığı her şey mubah ve yapılması câizdir. Söz gelimi insanın mubah olan bir fiili yapması, onu düşünmesi mübahtır. Eğer o mubah yapılmaya devam edildiğinde müstehaba götürürse artık o mübahı yapmak müstehab olur. Râbıta aslı itibariyle mubahtır fakat müstehaba götürdüğü için de müstehaptır. [1]

Yine bilindiği gibi, namaz kılan kimsenin, kıyamda secde mahalline bakması sünnettir. Ama karanlıkta namaz kılan ile gözü görmeyen kimselerinde, namaz esnasında secde mahalline bakıyor gibi durmaları sünnettir.  Bunun amacı; kalbi bir noktaya toplayıp, huzuru celb etmek ve Allah (Celle Celâlühü)’nün huzurundaymış gibi namaz kılmaktır. Dolayısıyla bu da bir çeşit râbıtadır, her ikisinin amacı da aynıdır, şu farkla ki râbıta yapan mürid sürekli olarak kalp huzurunu elde etmek için bunu namazın dışında yapar. Bu vesile ile de namazdaki huzur ve râbıta elde edilmiş olur. Namazdaki râbıta ise hadis-i şerifte varid olduğu üzere ‘Allah (Celle Celâlühü)’nü görüyor gibi ibadet etmektir.’ Ayrıca sayıları tevâtür derecesine ulaşmış, yalan üzere birleşmeleri imkânsız olan bir topluluğun uyguladığı ve faydasını ortaya koyduğu bir ameli inkâr etmek akıl karı değildir.[2]

Birçok hadisten anlaşıldığına göre hakkında (lehte ve aleyhte) nass bulunmayan bir konuda bir amelin maslahat/fayda temin etmesi alimlerin pek çoğuna göre o şeyin meşrûiyetinin delilidir. Râbıtada hakkında (lehte ve aleyhte) nass bulunmadığı farz edilse bile- nice sâlih zâtların tecrübesiyle birçok faydası sâbit olan maslahat-ı mürsele vardır. Öyleyse Râbıta’daki bu maslahat-ı mürsele, Râbıta’nın birçok müctehide göre meşrû’ olduğunun delilidir.[3]

İbn Mesud (Radıyallâhu Anh), şöyle buyurdu: Müslümanların güzel gördükleri her bir şey Allah katında da güzeldir.[4]

Dolayısıyla Müslümanların, aleyhinde delil bulunmayan mübah bir işi güzel görmeleri Allah katında da güzel ise, en kâmil, en nezîh, en muttekî, en zâhid ve âbidlerin, bir şeyi güzel görmeleri elbette daha güzeldir.

Güzel Bir Yol

Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, “Kim İslâm’da güzel bir yol açarsa, onun için o yolun ecri ve kendinden sonra onunla amel edecek olanların ecri vardır.”[5] hadis, açılan güzel bir yeni çığırın sevap getiren bir amel, olduğunu açık bir biçimde göstermektedir.

Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, “Kim, bir şeyden bir fayda elde ederse, ona sarılsın, ondan ayrılmasın.[6] hadis-i de asırlardır Müslümanların tecrübesiyle ihlası elde etmekte fayda sağladıkları Râbıta’ya sarılmayı teyid ve desteklemektedir.

Yine bir hadis-i şerifte, “Âlimin yüzüne (tefekkürle) bakmak ibadettir.”[7] buyrulmuştur.

Baş gözüyle bakma fırsatı bulamayan birinin, kalp gözüyle bakmasında ne mahzur olabilir?

Zikrettiğimiz delilleri bir kenara bırakarak, râbıtanın hiçbir şeri delili bulunmadığını ve bizden önce hiçbir kimsenin bu ameli yapmadığını varsayacak olsak bile, deriz ki: biz faydasını gördüğümüz için yapıyoruz. Bir kimsenin sevdiğinin suretinin düşünmesini; ne Kitap, sünnet, icmâ ne de kıyas yasaklamamıştır.[8] Râbıta’nın meşruluğu için, hiçbir delil bulunmasa, “Ameller ancak niyetlere göredir, kişi için sadece niyet ettiği vardır…”[9]  hadisinin umum ifadesi yeter de artar bile.

O halde râbıtanın, İslâm’a aykırı bir amel olduğu iddia edilemez.

Seyr-i sülüke yeni başlayan salik için şeyhi tasavvur edip yüzünü zihinde canlandırmak, yani râbıta yapmak, kalbin vesvese ve masivadan arınmasına vesiledir. Gayesi ise Allah Teâlâ’dan feyiz almaya ulaşmaktır.

Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi (v. 1318/1900) (Rahimehullâh) da “Kıyam namazın nasıl rüknü ise ve kıyamı inkâr eden namazı tamamıyla inkâr etmiş sayılırsa, râbıtayı inkâr tarikatın inkârı sayılacağından o kişi merdud olur.” diyerek râbıtanın tarikatın vazgeçilmez bir unsuru olduğunu vurgulamıştır.[10]

İmam Gazzâlî (Kuddise Sırruhû), namazda teşehhüdü anlatırken şöyle diyor: Kalbinde Nebî (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i ve kerîm şahsını hazır et ve ‘Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun ey nebi’ de ve bu selâmın ona ulaşacağı ve O (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’inde sana geri selam göndereceğine dair emelin doğru olsun.[11]

Şeyh Ahmed Said Sahibzade el-Fevâidü’z-Zâbıta fî İsbati’r-Râbıta isimli risalesinde derki: Şeriatta tasvir (bir şeyin suretini yapmak) yasaklanmıştır, ama tasavvur (dinen yasaklanmış bir şey olmadığı sürece) övülmüştür. Biz hiçbir kitapta tasavvuru yasaklayan bir şey görmedik. Aksine bütün ilimlerin öğrenilmesi tasavvura bağlıdır. Zikir halinde şeyhin suretinin tasavvur etmek de tezkir (zikrettirme) hikmetinin aynısı vardır. Zira zikrettiren gözünün önünde durur ve onu bir an bile Allah tan gafil bırakmaz.[12]

İmâm Müfessir Âlûsi (Rahimehullâh) Şöyle diyor: Kalbe gelen vesveselerin defedilmesi için pek çok sebebler vardır. Onlardan birisi de Râbıta diye isimlendirdikleri, şeyhinin sûretini gözünün önünde hazır etmektir. Denildiğine göre bu en büyük sebeplerden biridir.[13]

Abdülkadir Geylânî hazretleri, müridlerinden biri kendisini ziyarete geldiği zaman; kendisine haber verilir, o da halvethanesinden çıkar, kapıyı hafifçe açar, onunla musâfaha eder, hiç oturmadan halvetine çekilirdi. Eğer gelen, yabancı birisi ise; çıkıp onu karşılar, beraber oturur, onunla sohbet ederdi. Onun, dervişlerin yanına çıkmayı terk etmesi ve onların dışındakilerin yanına çıkıp onlarla oturmasından dolayı, bazı dervişler rahatsız oldular. Onların bu düşünceleri Abdülkâdir Geylâni hazretlerine ulaşınca, cevaben söyle dedi: “Bizim dervişlerle, kalbî bir râbıtamız olduğu için onlarla yalnız kalplerin uyuşması ve karşı karşıca gelmesi ile yetiniriz. Ama gelen bizim bağlılarımız dışında birisi ise ona karşı zâhiri davranışların hakkını vermeye ve onu incitip ürkütmemeye çalışırız. O yüzden onlarla zâhiren biraz daha fazla ilgileniriz[14]

Abdülkâdir Geylâni (Kuddise Sırruhû), dervişin, velîlerle kalbi bir râbıtası olduğunu o râbıta sebebiyle bâtınen (kalbiyle) onlardan istifade ettiğini ifade ederek erken sayılabilecek bir dönemde bizzat râbıta kelimesini kullanmıştır.

Necmûddin Kübra[15], Mevlânâ Celâleddin Rumi[16], İmam Rabbâni, Mevlânâ Halid, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî[17] gibi alimler de eserlerinde râbıtadan bahsetmektedirler.

Zeylâî (Rahimehullâh)’dan şöyle nakledilmiştir: “Peygamberler ve sâlihlerle ölümlerinden sonra Allah Teâlâ’ya tevessül etmek ve istiğâse de bulunmak câizdir. Çünkü mûcize ve kerâmet onların ölümüyle son bulmaz.”

Echûrî (Rahimehullâh) da: Velî dünyada iken kınındaki kılıç gibidir. Öldüğü zaman ondan çıkmış olur ve sonuçta tasarrufta daha güçlü olur,” der.[18]


[1] Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, 1, 238.

[2] Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, 1, 238-239.

[3] Hüseyin Avni Kansızoğlu (Hocaefendi), Gureba Mecmuası, 5. Sayı.

[4] Ebû Davud et-Tayâlisî, el-Müsned, c. 1, s. 199, no: 243; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c. 6, s. 84, no: 3600; Bezzâr, el-Müsned, c. 5, s. 119, no: 1702; Ebû Nuaym, el-Hilye, c. 1, s. 375. Ancak, İbn Mesud (Radıyallâhu Anh)’ın buradaki mevkuf rivâyeti hükmen merfudur. Zira, içtihadla bilinemeyecek hususlardaki mevkuf rivâyetler (sahâbî sözleri) muhaddislerin ve diğerlerinin ittifakı ile hükmen merfudur. Bkz: Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 321.

[5] Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 9, s. 239, no: 6607; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyin, c. 3, s. 407, no: 2560; el-Mu’cemu’l-Kebîr, c. 22, s. 74, no: 184

[6] İbn Mâce, Ticarât, no: 2147; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, c. 1, s. 238, no: 375; Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 2, s. 442, no: 1184.

[7] Deylemî, el-Firdevs, c. 2, s. 195, no: 2969. Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)’dan, c. 4, s. 294, no: 6865 Enes ibn Malik (Radıyallâhu Anh)’dan rivayet edilmiştir.

[8] Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, c. 1, s. 225-226.

[9] Buhârî, Bedu’l-vahyi, no:1), Müslim İmâre, no: 1907.

[10] Mehmed Feyzi Efendi (Edirne müftüsü), Aynü’l-Hakîka Fî Râbıtati’t-Tarîka, s.13 (İstanbul t.siz).

[11] Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn, c. 1, s. 169

[12] Sâhibzâde, Nûru’l-Hidayeti ve’l-İrfân, s. 43.

[13] Sâhibzâde, Nûru’l-Hidayeti ve’l-İrfân, s. 48.

[14] Sühreverdî, Avârifu’l-Meârif, s. 276.

[15] Necmuddin Kübrâ, Tasavvufî Hayat, (Fevâihu’l-Cemâl içinde) haz:Mustafa Kara, İstanbul 1969, s.131

[16] Mevlâna Celâleddin Rûmî Muhammed b. Muhammed, Mesnevî, terc: Şefik Can, İstanbul 1997, c.2, s.366 (Beyit: 1365);

[17] İrfan Gündüz, Gümüşhanevi Ahmed Ziyâüddin, Hayatı-Eserleri-Tarikat Anlayışı ve Halidiyye Tarikatı, s. 275.

[18] Hâdimî, el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî şerhi’tarîkati’l-Muhammediyye, c. 1, s. 203

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu