HadisMakaleler

“Babada Olup Çocukta Olmayan, Çocukta Olup Babada Olmayan 10 Ahlak” Rivayetinin İncelemesi

Bismillahirrahmanirrahim

Allah Teâlâ, Âdem Aleyhisselâm’ı yarattıktan sonra insanların yaratılmasını birtakım sebep-sonuç ilişkisine bağlamıştır. Bu sebep-sonuç ilişkisi neticesinde insanlar dünyaya gelmektedir. Her bir insan da dünyaya gelmesine sebep olan insanlardan birtakım huy/ahlak almaktadır. Bir rivayette kişinin kendisinde olup ebeveynlerinde olmayan yahut ebeveynlerinde olup da kendisinde olmayan birtakım huylar olduğu nakledilmektedir. Bu yazımızda ilgili rivâyeti inceleyeceğiz.

Ahlak Nedir?

Ahlak kavramı davranış, huy, özellik gibi anlamlara gelmektedir. Ahlak, insanın doğuştan sahip olduğu yahut sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışlar demektir. Her ne kadar ahlak kelimesi iyi ve kötü manalarını içerisinde barındırsa da günümüzde daha çok “iyi huylu” manasında kullanılmaktadır. Şöyle ki; bir kişi hakkında ahlak sahibi denildiği vakitte “güzel ahlak sahibi”, ahlaksız denildiğinde de “kötü ahlak sahibi” kastedilmektedir.

“10 Ahlak Rivayeti” ve Kaynakları

«مَكَارِمُ الْأَخْلَاقِ عَشْرٌ تَكُونُ فِي الرَّجُلِ وَلَا تَكُونُ فِي ابْنِهِ، وَتَكُونُ فِي الابْنِ وَلَا تَكُونُ فِي أَبِيهِ، وَتَكُونُ فِي الْعَبْدِ وَلَا تَكُونُ فِي سَيِّدِهِ، يَقْسِمُهَا اللهُ سُبْحَانَهُ لِمَنْ أَرَادَ بِهِ السَّعَادَةَ؛ صِدْقُ الحَدِيثِ، وَصِدْقُ الْبَأْسِ، وَإِعْطَاءُ السَّائِلِ، وَالْمُكَافَأَةُ بِالصَّنَائِعِ، وَحِفْظُ الْأَمَانَةِ، وَصِلَةُ الرَّحِمِ، وَالتَّذَمُّمُ لِلْجَارِ، وَالتَّذَمُّمُ لِلصَّاحِبِ، وَإِقْرَاءُ الضَّيْفِ، وَرَأْسُهُنَّ الْحَيَاءُ».

Manası: “Ahlakın en güzel olanları 10 tanedir ki; kişide bulunur, oğlunda bulunmaz; oğulda bulunur babada bulunmaz. Kölede bulunur efendisinde bulunmaz. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bunları saygın olmasını istediği kimselere verir. (Bunlar) Doğru sözlü olma, cesaretli olma, isteyene verebilen (cömert) olma, kendisine iyilik yapana karşılığını tam misliyle verme, emaneti muhafaza etme, sıla-i rahim (akrabalık bağlarını yaşatma/gözetme), komşuyu gözetme, arkadaşı gözetme, misafir ağırlama olup bunların başı ise hayâdır.

Bu rivâyet, hem merfu olarak Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’den, hem de mevkuf olarak Hazreti Aişe radıyallâhü anhâ annemizden nakledilmektedir.

Merfu olarak nakledenler:

  • Hakîm et-Tirmizî (v. 320), “Nevâdiru’l-Usûl[1]
  • İbn Hibbân   (v. 354), “Kitâbü’l-Mecrûhîn[2]
  • Dârekutnî    (v. 385), “el-Mü’telif ve’l-Muhtelif[3]
  • Ebû Bekir İbn Lâl,   (v. 398), “Mekârimü’l-Ahlâk”[4]
  • Temmâm er-Râzî     (v. 414), “Fevâid”[5]
  • Ebû Bekir el-Beyhakî   (v. 458), “Şu‘abü’l-Îmân[6]
  • Ebû Şücâ‘ ed-Deylemî (v. 509), “el-Firdevs[7]
  • İbn Asâkir ed-Dimeşkî (v. 574), “Târîhu Dimaşk[8]
  • İbnü’l-Cevzî (v. 597), “el-İlelü’l-Mütenâhiye[9]

Mevkuf olarak nakledenler:

  • İbn Vehb el-Kuraşî   (v. 197), “el-Câmi‘ fi’l-Hadîs[10]
  • Hennâd b. es-Serî, (v. 243), “ez-Zühd[11]
  • İbn Ebi’d-Dünyâ   (v. 281), “Mekârimü’l-Ahlâk[12]
  • Hakîm et-Tirmizî     (v. 320), “Nevâdiru’l-Usûl[13]
  • Ebû Bekir ed-Dîneverî (v. 333), “el-Mücâlese ve Cevâhiru’l-İlm[14]
  • Ebû Bekir el-Harâ’idî, (v. 327), “Mekârimü’l-Ahlâk[15]
  • Ebû Bekir el-Beyhakî (v. 458), “Şu‘abü’l-Îmân[16]
  • Ebü’l-Kâsım İbn Asâkir (v. 574), “Târîhu Dimaşk[17]

Ayrıca bu rivâyeti, Ahmed b. İshâk el-Ya‘kûbî “Tarîh” adlı eserinde, Hazreti Hasan b. Ali radıyallâhü anhümâ’nın sözü olarak isnatsız bir şekilde nakletmiştir.[18]

Rivâyet Hakkında Ulemanın Sözleri

Merfu olarak sadece Âişe radıyallâhü anhâ vasıtası ile gelmektedir. Bunun ile alakalı zikredilenler şunlardır:

  • İbn Hıbbân rahmetullâhi aleyh şöyle demiştir: “Allah Resûlü Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in sözü olarak bu sözün bir aslı yoktur.”
  • Dârekutnî rahmetullâhi aleyh rivâyeti getirdikten sonra “Bu hadis (isnatta geçen) ne Zührî’den ne de Evzâ‘î’den mahfuz değildir” demiştir.
  • Beyhakî rahmetullâhi aleyh rivayeti merfu olarak zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu rivâyet, zayıf olarak başka bir isnatla Aişe radıyallâhü anhâ’nın mevkuf hadisi olarak rivâyet edilmiştir. Bu rivâyetin mevkuf olması daha doğru gibi gözükmektedir.”
  • İbnü’l-Cevzî rahmetullâhi aleyh rivâyet ile alakalı şöyle demiştir: “Bu sözün Allah Resûlü Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’den zikredilmesi sahih/doğru değildir. Seleften birisinin sözü olabilir.”

Mevkuf olarak iki sahabîden zikredilmektedir:

1. Hz. Aişe radıyallâhü anhâ

2. Hz. Hasan b. Ali radıyallâhü anhümâ

Aişe radıyallâhü anhâ’dan gelen isnat ile ilgili sadece Beyhakî rahmetullâhi aleyhin yukarıda zikrettiğimiz zayıf olduğuna dair kavli vardır. Kendisinden sonra gelen ulema da bu kavli kitaplarında olduğu gibi nakletmiştir.[19]

Hasan b. Ali radıyallâhü anhümâ’dan bunu Ahmed b. İshâk el-Ya‘kûbî dışında nakleden kimse bulunmamaktadır ve kendisi de rivayet ile ilgili herhangi bir isnat zikretmeden sadece Hasan b. Alî radıyallâhü anhümâ’dan nakleden kimsenin Câbir adında birisi olduğunu söylemiştir.

Rivayetin Manası Hakkında

Kişi, anne-babasına ahlak ve suret açısından benzeyebilmektedir. Kimi insan her açıdan benzerken kimi insan ise bazı hususlarda benzeyip bazı hususlarda benzememektedir. Hatta ve hatta hiç benzemeyen insanlar da vardır. Nitekim bazı evlatların ne suret olarak ne de ahlak olarak annesine yahut babasına hiç benzemediği aşikardır. Bunun nedeni ise çocuğun, annesinin yahut babasının sülalesinden birinin dedelerine çekmesi/benzemesi sebebiyledir[20].

Rivayette ahlak olarak çocukta bulunup ebeveynlerde bulunmayan, ebeveynlerde bulunup çocukta bulunmayan özellikler zikredilmiştir. Bunun manası çocukta varsa ebeveynlerde, ebeveynlerde varsa çocukta bulunamaz değildir. Zira ahlak, insanda fıtrî ve kesbî olmak suretiyle iki şekilde olabilir.

Fıtrî ahlak: Allah Teâlâ’nın insana yaratılışında bahşetmiş olduğu ahlak.

Kesbî ahlak: İnsanın daha sonradan kendisinin elde etmesiyle büründüğü ahlak.

Rivayette kastedilen -manasından da anlaşılacağı üzere- fıtrî olan ahlaktır ki bu da Allah Teâlâ’nın insana fıtrat olarak verdiğidir. Allah, rivâyette zikri geçen 10 güzel ahlakın hepsini tek bir kulda da toplayabilir.

Netice

Ulemanın sözlerine istinaden rivâyetin, Peygamber Efendimiz sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellemin sözü olarak olmadığı anlaşılmıştır. Doğru olanın Hazreti Aişe radıyallâhü anhâ annemizin sözü olarak olması ve bunun da zayıf olduğudur. Fakat rivâyetin durumunun zayıf olması içerisinde geçen manalara hiçbir şekilde zarar vermemektedir. Çünkü rivâyette zikredilen her bir güzel ahlak, insanın kazanması için İslam’ın teşvik ettiği ahlaklardandır. Mevlâ Teâlâ her birisi ile ahlaklanabilmeyi nasip etsin.

 آمين والحمد لله رب العالمين


[1] Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, Dâru’l-Minhâc, 3/275.

[2] İbn Hıbbân, Kitâbü’l-Mecrûhîn, Dâru’l-Va‘y, 3/81.

[3] Dârekutnî, el-Mü’telif ve’l-Muhtelif, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1/321-322.

[4] Ebû Mansûr ed-Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs (Firdevsü’l-Ahbâr kitabı ile basılmıştır), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 4/439-440 (6781); İbn Hacer, el-Garâ’ibü’l-Mültakada, Cem‘ıyyetü Dâri’l-Birr, 6/290-291 2393 (2412).

[5] Temmâm er-Râzî, Fevâ’id, Mektebetü’r-Rüşd, 2/288-289 (1770).

[6] Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 10/161-162 (7323-7324).

[7] Ebû Şücâ‘ ed-Deylemî, el-Firdevs, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 4/151 (6468).  Ebû Şücâ‘ ed-Deylemî rahmetullâhi aleyh bu hadisi isnatsız olarak zikretmiştir.

[8] İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, Dâru’l-Fikir, 61/370-371.

[9] İbnü’l-Cevzî, el-İlelü’l-Mütenâhiye, İdâratü’l-Ulûmi’l-Eseriyye, 2/241-242 (1214).

[10] İbn Vehb, el-Câmi‘ fi’l-Hadîs, Dâru İbni’l-Cevzî, s. 595 (496).

[11] Hennâd b. es-Serî, ez-Zühd, Dâru’l-Hulefâ, 2/508 (1046).

[12] İbn Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, Mektebetü’l-Kur’ân, s. 26 (36).

[13] Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, Dâru’l-Minhâc, 3/277.

[14] Ebû Bekir ed-Dîneverî, el-Mücâlese ve Cevâhiru’l-İlm, Dâru İbn Hazm, 5/68-71 (1873); ve 8/56-57 (3365).

[15] Ebû Bekir el-Harâ’itî, Mekârimü’l-Ahlâk, Mektebetü’r-Rüşd, 1/443 (252); ve 1/490 (281); ve 3/1237-1241 (97).

[16] Ebû Bekir el-Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 10/162-163 (7325).

[17] Ebü’l-Kâsım İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, Dâru’l-Fikir, 61/371-372.

[18] Ahmed b. İshâk el-Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya‘kûbî, s. 199.

[19] İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, Dâru’l-Beşâ’iri’l-İslâmiyye, 2/393; Zebîdî, İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttakîn, Mü’essesetü’t-Târîhi’l-Arabî, 6/309.

[20] Bkz. İbn Kuteybe ed-Dîneverî, Fazlü’l-Arab, Menşûrâtü’l-Cem‘i’s-Sekâfî, s. 62.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu