MakalelerTasavvuf

“Râbıta”nın Delilleri -4-

İcmâ ve Kıyas ile Sübûtu

“Râbıta”nın Delilleri -3- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

İcmâ ile Sübûtu

Tasavvuf ehli âlimler, râbıtanın meşru olduğu hususunda icma etmişlerdir. Râbıtanın dinen meşruluğu, onların nezdinde çok meşhur olan bir hükümdür. Kapalı bir yanı, şüphe ve tereddüde mahal olacak bir tarafı yoktur.

Tasavvuf ehlinin râbıta ameli üzerindeki bu icmaı, kendi mezheplerinde delildir ve bu yolda olanların da bunu kabul etmeleri vaciptir. Bu gibi mânevî meseleleri kuşatıcı bir ilmi yeterliliğe sahip bulunmayan kimselerin ise, onlara itiraz etmeleri câiz değildir.[1]

Kıyas ile Sübûtu

Bütün fukahâ, namazda huzuru elde etmek için, namaz kılanın, işaret edilen yerlerin hâricine bakmamasının sünnet olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu hâl, kişide himmet ve gayreti toparlar, dağınıklığı giderir. İşte râbıta da Allah’ın dışındaki her şeyi kalpten kovmak ve kalp huzurunu elde etmek için yapılır.[2]

Râbıtanın huzuru temin ettiği ise tecrübe ile sabittir. Dolayısıyla, kıyasa uygun olmadığı söylenilemez.

Bu hususta bir delil olsaydı, bize de ulaşırdı denilirse, şöyle cevap verilir: Bu konudaki delillerin size ulaşmaması, o delillerin olmamasını gerektirmez. Sizin bu delilleri bilmemeniz, başkalarının da bilmemesini gerektirmez.

Ashab-ı kiram Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in sohbetinde bulunmuş, yanından ayrıldıktan sonra da Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in suretini kalp aynasında hazır etmek suretiyle, müşahede etmişlerdir. Bu hususta bir yasaklama da gelmemiştir. Râbıta yapan mürid de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in hakiki varisi olan mürşidinin suretini tasavvur ile kalbine nakşetmeye çalışmaktadır. O halde bu niçin yasak ve küfür olsun.

Şemail kitâblarındaki rivâyetler tasavvur imkânını hâsıl edip sevginin artmasına ve ittibanın kolaylaşmasına sebeb olmakla îcâbının yapılması güzel olduğu gibi, Râbıta da aynı maksadı te’mîn eder. Öyleyse Râbıta da istenen güzel bir şeydir.

Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in fiziki özelliklerinin anlatıldığı hilye-i şerif, başlı başına bir râbıta amacı taşımaktadır. Zira anlatılan fiziki özellikleri az-çok zihinde canlandırarak O’na râbıta yapılmaktadır. Eğer râbıta şirk addedilecek olsaydı, sahâbe Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i niye fiziki özellikleriyle anlatsın? Tâbii ki kendilerinden sonrakilere O’nun vasıflarını anlatarak, O’nu düşünebilmelerine imkân vermişlerdir.

Dinin üç temelinden biri olan ihsan, Allah’ı görür gibi ibâdet etmek veya sen O’nu görmesen de O’nun seni gördüğünü düşünerek ibâdet etmektir. Kişinin dîni, ihsan olmadan kuru bir odun gibidir. Zira inandığını söyleyip iman etmek ve mümin olarak ibâdetleri islâm üzere yapmak, şekil ve sûretten ibarettir ve beden veya kuru bir odun gibidir. Ne zamanki iman ve islâm, ihsanı elde ederse, bedene rûh, oduna yaşlık gelir ve meyve verir. Yeryüzünde bilinmeyen hedeflenmiş bir mekâna rehbersiz veya kılavuzsuz gidilmemesi çok normal karşılanırken, ihsan makamına o makamı bilen bir rehber olmadan gidilmeye çalışılması yolu kaybetmekten başka bir netice vermese gerektir.

Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)’ın Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i çok iyi tarif eden dayısı (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Hz. Hatice (Radıyallâhu Anhâ)’dan üvey oğlu olan)

Hz. Hasan (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i çok iyi tarif eden dayısı Hind b. Ebî Hâle’den Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i hayalinde canlandırmayı sevdiğini söyleyerek vasıflarını anlatmasını istemiştir.[3]

Aliyyül-Kari, Cemu’l-Vesâil’de[4] Münavi, Şerhu’ş-Şemâil’de[5] naklettikleri olay, hadisi şerifte geçen Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in şemailini ve özelliklerini öğ­renmek istemesi konumuz açısından oldukça önemlidir. Buradaki maksat onu hayalinde canlandırmasından başka bir şey değildir.

Bir kimse bu istidlale itiraz edip bu zikredilenlerin râbıtaya delil olması sahih değildir. Çünkü bu Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in özelliklerindendir, buna kıyas etmek de caiz değildir derse şöyle cevap veririz:

İlk olarak bu hadisle delil getirmek caizdir. Çünkü râbıtayı kabul etmeyeneler, râbıta edilen kişinin zihninde hayal edip göz önüne getirmesine karşı çıkıyorlar ve râbıta yapanı şirkle veya haram işlemekle itham ediyorlar. Bunun aynısı Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in suretini düşünmekte de bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i zihinde canlandırıp düşünmek ne ise kâmil bir mürşidi zihinde canlandırıp düşünmek de odur. Zira şirk ve iman hükümleri kişi ve zamanlara göre değişiklik arz etmez.

İkinci olarak alimler Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in hasaisi/özellikleri hakkında kitaplar yazmışlar ama şemaili (fizikî ve ahlâkî özelliklerini) düşünmenin sadece ona ait olduğuna dair hiçbir şey söylememişlerdir. Yine ulemadan hiçbir kimse bir alimin suretini veya cisimsel özelliklerini tespit etmenin haram olduğunu söylememiştir. Aksine ulema sahabe ve tabiinin vasıfları hakkında kitaplar telif etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e tabi olan Meşayıh-ı Kiram da kulları irşad etmekte onunla müşterektir. Çünkü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve onun naibi olan meşayıh-ı kiramı Allah Teâlâ ilk önce kalp doktorları kılmış, söz ve halleriyle nefisleri terbiye ederler.[6]

İbn Kayyım, Hz. Ali (Radıyallâhu Anh)’ın, “Dünya var olduğu müddetçe alimler de var olmaya devam ederler. Kendileri ölseler bile suretleri kalplerde mevcuttur” sözünü açıklarken onların suretlerinden maksat, ilmi suretleri ve misali vücutlarıdır. Zira onlar bu dünyadan ayrılsalar bile suretleri kalplerden ayrılmaz. İşte bu onların ilmi ve zihni varlıklarının devam ettiğini gösterir. İnsanların onları sevmesi, onlara uyması ve ilimlerinden faydalanması onların sürekli insanların gözleri önünde, kalplerinin kıblesinde duruyor olmalarını gerektirir. Dolayısıyla bu alimler her ne kadar bedenleri ayrı da olsa insanlarla birlikte mevcut, hazır ve nazırdırlar.[7]

Devam edecek…


[1] Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, c. 1, s. 224

[2] Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, 1,224

[3] İbnu’l-Esir, Üsdü’l Gabe, c. 4, s. 619, no 5404, Tirmizi, eş-Şemâilü’l Muhammediyye, s. 29, no: 8; İbn Sad, et-Tabakât, c. 1, s. 362; Taberânî, el-Mucemu’l-Kebîr, c. 22, s. 155, no: 414, Beyhakî Şuabu’l-İman, c. 3, s. 24, no: 1362; Delâilü’n-Nübüvve, c. 1, s. 285.

[4] Ali el-Kari, Cemu’l-Vesâil, c. 1, s. 33.

[5] Münavi, Şerhu’ş-Şemail, c. 1, s. 33 (Cemu’l-Vesâil Hamişi)

[6] Eşref Yılmaz, el-Fuyûzâtü’l-İlâhiyye fî’r-Râbıtati’ş-Şerîfe, s. 88-89.

[7] İbn Kayyım, Miftâhu Dâri’s-Saade, c. 1, s. 439.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu