Modern Bir Safsata: İslam’ın İlk Kıblesinin “Petra”da Olduğu İddiası -2-
Dan Gibson isimli bir gazetecenin İslam’ın ilk kıblesinin Mekke’de değil de “Petra”da bulunduğu şeklindeki absürt iddiasını ele aldığımız bu serinin ilk yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
3. Kur’an’da Mekke’de yetişmeyen üzüm, incir gibi meyvelerden bahsediliyor. Halbuki bu meyveler “Petra”da yetişmektedir.
Gibson’ın bir diğer iddiası da Kur’an’da, Mekke’de yetişmeyip, “Petra”da yetişen meyvelerin yer alıyor olmasıdır. İtiraf edelim ki bu gerekçe de ilk iki gerekçeden daha az ilginç değildir. Bir şeyin Mekke’de yetişmiyor olması, halkın o şeyden cahil olduğu manasına mı gelmektedir?
Kur’an, birçok yerde denizlerden, üzerinde giden gemilerden bahsetmektedir.[1] Halbuki Mekke sahil kenti değildir. “Petra” da değildir. O yüzden asıl kıblenin Cidde olduğunu mu söyleyeceğiz?
Mekke ticaretin yapıldığı bir şehirdir. Kendisinde pek bir mahsül bitmese de insanlar herhalde sadece hurma ile beslenmiyordu. Ticaret ile her türlü sebze ve meyveye ulaşabiliyorlar, Şam ve Taif’ten bunları elde edebiliyorlardı. O yüzden üzüm ve incirin Mekke’de yetişmemesinden hareketle kıblenin Mekke olmadığını söylemek cevap vermeyi mucîb bir mesele değildir.
4. Abdullah b. Zübeyr’in (radıyallahu anhuma) başkaldırısında Kâbe taşındı.
Gibson’ın bir diğer iddiası da Abdullah b. Zübeyr (radıyallahu anhüma) zamanında Kâbe’nin taşındığı yönündedir.
Abdullah b. Zübeyr babası cennetle müjdelenen on sahabîden biri olan Zübeyr b. Avvam, annesi ise Hz. Ebubekir’in kızı olan Esma’dır (radıyallahu anhum). Teyzesi de Hz. Aişe olup, kendisine ismini bizzat Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vermiştir.
Yaşanan hadise kısaca şöyledir. Hz. Muaviye hilafetini oğlu Yezid’e bırakmak istediğinde Hz. Hüseyin, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebû Bekir ve Abdullah b. Zübeyr (radıyallahu anhüm) gibi önde gelen sahabîler birtakım gerekçelerle buna karşı çıktılar ve İslam dünyasında bazı anlaşmazlıklar baş gösterdi.
Kerbela faciasından sonra Yezid’e olan muhalefetin lideri haline gelen Abdullah b. Zübeyr (radıyallahu anhüma) Yezid’e biat etmek istemiyordu. Bunun üzerine Yezid, Mekke’ye bir ordu göndererek şehri kuşattı. Attıkları yağlı paçavralar sebebiyle Kâbe’de yangın çıktı. 64 gün süren bu muhasaradan sonra Yezid’in vefat haberi gelmesi üzerine ordu kuşatmayı bıraktı. Bu hadise üzerine Abdullah b. Zübeyr hilafetini ilan etti ve Hicaz ile doğu bölgelerinin idaresini ele aldı.
Yezid’den sonra yerine gelen II. Muaviye iki ay kadar tahtta kalıp, vefat etti. Yerine gelen Abdülmelik b. Mervan, Abdullah b. Zübeyr’i devredışı bırakmak için Yusuf b. Haccac komutasında Mekke’ye yeniden bir ordu gönderdi. Muhasara altına alan Kâbe, mancınıklarla hedef alındı. Aylarca süren kuşatma sebebiyle kıtlık baş gösterdi ve insanların dayanacak gücü kalmadığından Abdullah b. Zübeyr’in yanından ayrılmaya, kalanlar da açlıktan kendi bineklerini kesip yemeye başladı. Annesi Esma (radıyallahu anha) oğluna gittiği yolun doğru olduğuna inandığı takdirde asla vazgeçmemesini söyledi. Bunun üzerine Abdullah, muhasarayı kırmak için huruç hareketi yapmış, kahramanca savaşmış fakat öldürülmüştü.[2]
Görüldüğü üzere bu isyan hareketinde Kâbe hasar almış, hatta yangın çıkmış, mancınıkla vurulmuştur. Tüm bunlar kaynaklarımızda detaylıca yer alan bilgilerdir. Fakat hiçbir tarihî kaynak bu isyanda Kâbe’nin mekân değiştirdiğinden bahsetmez. Hatta değil Müslüman tarihçiler, 7. yüzyılda yaşayan John Bar Penkaye isimli Süryani bir yazarın Abdullah b. Zübeyr’in isyanı devam ederken yazdığı kroniklerinde Kâbe’nin taşınmasından veya Petra’dan bahsetmemesi, Kâbe’nin konumunun çölün uzak noktalarında olarak bahsetmesi, Kâbe’nin taşındığı veya aslında Petra’da bulunduğu iddialarının geçerliliğini yitirtmektedir.[3]
5. Birçok İslam şehrinde tarihî eserler bulunurken Mekke’de böyle bir şeye rastlayamıyoruz.
İddialarına getirdikleri bir diğer gerekçe de tarihî yapılardır. Bağdat, Şam, Kûfe gibi şehirlerde İslam’a ait birçok tarihi eser varken neden Mekke’de bunlar yoktur? Her şeyden önce Gibson ve arkadaşlarına Petra’daki kazılarda İslam’a dair neler bulunduğu sorulmalıdır. Eski bir Mushaf? Sahabî kabri? Bir mescit? Elbette bunların hiçbirisi mevcut değildir.
Mekke’deki durum ise farklıdır. Suud hükümeti, politikası gereği şehirde kazı yapılmasına müsaade etmemektedir. Yani Mekke’de kazı yapılıp bir esere ulaşılmadığı sonucu doğru olmayacaktır. Bununla beraber Mekke’nin tarihî birçok veriden mahrum olduğu da elbette anlaşılmamalıdır. Mesela petroglif denilen kaya yazıtları Mekke’de ve tüm Arabistan’da sık karşılaşılan bir olgudur. Erken dönem İslam’a ait veriler kendilerinde bulunur. Bununla beraber “Petra”da İslam’a dair bilgi içeren herhangi bir yazıt bulunmaz.
Mesela bu yazıt sahabe-i kiramın büyüklerinden, Kur’an’ı cemetme heyetinin başı olan Zeyd b. Sabit’e (radıyallahu anh) aittir. Medine-i Münevvere’de bulunmuştur.[4]
Bu yazıt ise Mekke’de, Kabe’nin hizmetkârı, sahabe-i kiramdan Hz. Şeybe b. Osman’ın oğlu Musab b. Şeybe’ye aittir.[5] Buna benzer on binlerce petroglifi Medine, Tebük ve Mekke gibi Arabistan’ın hemen her noktasında bulmak mümkündür.
Tarihi veriler yazılarla da sınırlı değildir. Kâbe’nin yanındaki devasa gökdelenler inşa edilmeden önce hadis-i şeriflerde yer alan Ebu Kubeys dağı Kabe’nin yanında mevcuttu. Keza kapatılmadan önce zemzem kuyusunun çıktığı yer, mermerler ile yükseltilmeden önce Safa ve Merve tepeleri, aynı şekilde Nur dağı, ilk vahyin geldiği Hira Mağarası, Peygamberimizin ve Hz. Ebubekir’in hicret ederken gizlendikleri Mekke’nin güneyinde bulunan Sevr dağı, binlerce yıldır hacıların bayramdan önceki gün bekledikleri Arafat dağı gibi Mekke’ye dair birçok veri hala mevcuttur.
Dolayısıyla Mekke’de herhangi bir tarihi bulgu olmadığını söylemek hilaf-ı hakikattir.
6. Hadislerde Mekke’nin kervan yolu üzere olduğu yer almaktadır. Halbuki Mekke kervan yolu üzere değildir. Fakat “Petra” ticaret yolundadır.
Kâbe’nin Mekke’de olmadığını iddia eden birisinin hadislerden delil getirmesi açık bir tutarsızlıktır. Zira hadislerden toplamaya çalıştığı ipucu kırıntılarının karşısında, Kabe’nin Mekke’de olduğuna dair yığınla bilgi vardır. Fakat Gibson, olayı manipüle etmek için o tevatür seviyesindeki bilgiyi reddetmekte ve kendisini gülünç duruma düşürecek bu tarz ufak şeylere dayanmaktadır.
Mekke, içinde Kâbe’nin bulunması hasebiyle son derece uğrak bir alandı. Bilhassa hac mevsiminde dört bir yandan insanlar Mekke’ye gelirdi. Bu yüzden kendisinde ticaret de gelişmişti. Zaten ticaret Arapların en büyük geçim kaynağıydı. Aksi halde tarımın olmadığı çöl hayatında geçim mümkün olmazdı.
Kaynaklarımızda cahiliye döneminde Mekke’ye gelen Bizanslı tacirlerin yaptıkları ticaretin 1/10 oranında Mekkelilere vergi verdikleri ayrıntısı dahi yer almaktadır. Aynı şekilde Mekkeliler de Şam bölgesinde yaptıkları ticarette yine belli oranda bir vergiye tabi tutulurlardı.[6] Dolayısıyla Mekke’nin ticaret yolu üzerinde bulunmadığını söylemek tarihe hakarettir.
Bir sonraki bölümü okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
[1] Bkz. Bakara, 50; Maide 96; İbrahim, 32; Kehf, 61; İsra, 70.
[2]Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-Zeheb (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1384-85/1964-65, III, 83-85, 89-94, 112, 119, 120, 122; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), III, 242-245.
[3] S. Brock, A Brief Outline of Syriac Literature, Moran Etho, Kottayam, Kerala: (1997), s. 56-57, 135
[4] https://mufity.blogspot.com/2021/03/medine-i-munevverede-buyuk-bir-kesif.html
[5] https://mufity.blogspot.com/2021/11/mekke-i-mukerremede-kabe-i-muazzamann.html
[6] Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1/160.