MakalelerTasavvuf

Âlem-i Emir, Âlem-i Misâl ve Âlem-i Berzah

Âlem-i Emir, Âlem-i Misâl ve Âlem-i Berzahın Açıklanması[1]

Bismillahirrahmanirrahim

Mümkün âlem üç kısımdır: [2]

1-) Âlem-i Emir

Ervâh (ruhlar) ve melekût âlemidir.[3]

2-) Âlem-i misâl [4]

Ecsâd ve mülk âlemi.

3-) Berzah Âlemi

Âlem-i emir ile âlem-i misâl arasında berzah olan âlem. Berzah âlemi iki yönlü ayna mesabesindedir. Aynanın üst tarafında ervâh âleminde bulunan manalar ve hakikatlerin hepsinin sureti ve alt tarafında ise ecsâd âlemindeki[5] her şeyin suretleri yansır. Dolayısıyla berzah âleminde suretlerin zuhuru iki taraftan gerçekleşir. Çünkü berzah âlemi hadd-i zâtında ayna gibi surettir, heyet değildir. Ruhlar bedene taalluk etmeden önce kendi âleminde idi. Bedene taalluk ettikten sonra ecsâd âlemine tenezzül etti. Uyku vaktinde ise taalluk şâibesinin (etkisinin) bulunmasıyla birlikte, (bedene taalluk etmeden önceki) mahalline yükselir. Orada ruhlar birbirleriyle karşılaşır ve kendi asli âlemlerinde mevcud olan hakikatler ve manaların bazılarına muttali olur ve kuvve-i mütahayyile bu hakikatler ve manaları kendisine münasip bir suretle tasvir eder ve bunları hiss-i müştereke gönderir. Böylece müşâhede meydana gelir.

Sonra kuvve-i mütehayyilenin tasvir ettiği bu suretin manalar ile küllîlik ve de cüz’îlik açısından bir farklılık olmamak kaydıyla tam bir şekilde münasebeti olursa rüya tabire ihtiyaç duymaz. Eğer böyle bir münasebet olmazsa rüya tabire ihtiyaç duyar. Bu (rüyanın tabire ihtiyaç duyup duymaması, ilham kabilinden olan) sadık rüyalarda geçerlidir.

Diğer rüyalar ise hadîsü’n-nefsten[6]  ibarettir. Ruhlar ölüm sebebiyle bedenden tamamen ayrıldıktan sonra eğer kâmil ruhlardan ise önceki asıl mahalline yükselir, değilse mahbubunun kabrinde kalır. O nefs-i behîmî[7] de hapsedilmiştir. Bu nefisten tam bir sığınmayla Allah’a sığınırız.

Uyuyan kimsenin uykudayken tattığı elem, gerçek bir elem değildir. Bilakis rüya görenin hak ettiği cezanın bir suretidir. Ceza şiddetli olduğundan dolayı uyuyan kimse cezanın suretini görmekle acı duyar. Kabir azabı bu kabilden değildir. Çünkü ölen kimse, bazılarının sözünden vehmedildiği gibi acının suretiyle değil, bizzat hakikatiyle azap görür.


[1] İsmail Sirâceddin eş-Şirvânî’nin, er-Risâletü fî Beyâni’l-Avâlimi (Âlemlerin açıklanması) adlı risalesinin tercüme ve izahıdır. Mezkür risale, İ.B.B Kütüphanesi Atatürk Kitaplığı Osman Nuri Ergin koleksiyonu 876 numarada bulunan (66/e-66/b vr.) nüsha esas alınarak tercüme edilmiştir.

[2] Gazzâli (Rahimehullâh) âlemi, ruhanî ve cismanî olmak üzere iki kısma ayırır. Bu iki âleme, hissî ve aklî, ulvî ve süflî âlem ismi de verilebilir der. Bu isimler birbirine yakın manalardır, sadece ifadeler farklıdır. Eğer âlem, hakikatleri bakımından ele alınırsa “cismanî ve ruhanî” âlemler denilir. İdrak eden göz bakımından ele alınırsa “hissî ve aklî” âlemler denilir. Birinin diğerine bağlılığı bakımından ele alınırsa “ulvî ve süflî” âlemler denilir. Ben bunların birine “mülk ve şehadet” âlemi, diğerine “gayb ve melekût” âlemi diyorum.

Melekût âlemi gayb âlemidir. Çünkü o çoğundan gaiptir. Hissî âlem de şehadet âlemidir. Çünkü hepsi onu görür. Hissi âlem, aklî âleme giden bir merdivendir. Eğer aralarında bir bağ ve münasebet bulunmasaydı, o âleme yükselme imkânı bulamazdık. Bu mümkün olmasaydı, Allah’a yakınlığa yolculuk da imkânsız olurdu.

Âlem-i şehâdet, âlem-i melekutun basamağıdır. Sırat-ı müstakime sülük, bu yükselişten ibarettir. Bu durum “din” ve “hidayet menzilleri” olarak ifade edilmiştir. Bu iki âlem arasında bir münasebet ve irtibat olmasaydı, birinden diğerine yükseliş düşünülemezdi. İlahi rahmet, âlem-i şehadeti âlem-i melekûtu dengelemek için yaratmıştır. Bkz: Gazzâli, Mişkâtü’l-Envâr, s. 152-153. (Tahkik: Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân, Birinci Baskı, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1407/1986)

[3] Melekût âlemi, şehadet âlemini hareket ettirir ve Allah’ın bir hikmeti olarak O’nun kendi hakimiyeti altındadır. Bunun böyle olması kendisinin buna müstehak olmasından değildir.

Şehadet âleminden hiçbir durgunluk, yeme, içme, kelam ya da susma meydana gelmez. Bunlar ancak gayb âleminden sadır olur …

Bize göre şehadet âlemi adet olarak his ile (duyu organlarımızla) idrak ettiğimiz her şeydir. Gayb âlemi ise adet olarak hisse zahir olmayan (duyularla algılanamayan) şeyde bizim şer’i bir haber ve fikri bir nazarla idrak ettiğimiz şeydir.

Deriz ki, şehadet âlemi nasıl gözün görmesi yoluyla idrak olunursa, gayb âlemi de basiret gözüyle idrak olunur. Nitekim göz, önünden karanlık perdeler gibi engeller kalkmadıkça idrak edemez. Şimdi engeller kalkıp da hissedilebilenler (duyularla algılanabilen varlıklar) üzerine nurlar yayılınca göz tüm görülebilenleri idrak eder. Gözün idraki, kendi nuruna, güneşin veya kandilin ve benzerlerinin ışığına bağlıdır. Basiret gözü de böyledir. Bunun gibi basiret gözünün perdesi, hırslar, şehvetler, Allah’tan başka şeyleri düşünme (dikkate alma, hesaba katma) ve benzeri şeylerdir. Bunlardan dolayı onunla melekût, yani gayb âleminin arasına bir perde girer.

İnsan, kalb aynasına yöneldiği ve onu riyazât ve mücahedât türleriyle cilaladığı zaman ondan bütün perdeler zail olur. Onun nuruyla gayb âlemine açılan nur birleşir. Böylece ehl-i melekût peyderpey görünmeye başlar. Bu, hisler (duyular) dünyasındaki güneş gibidir. Bunun yanında basiret gözünün nuru temyiz (ayırt etme) nuruyla birleşir ve ardından gayb bilgileri olduğu gibi açılır. Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 97. (Kalem Yayınevi Birinci Baskı, İstanbul, Ağustos 2006; Muhyiddin ibn Arabî, Tedbîrâtü’l-İlâhiyye, s. 170, (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, haz. Mustafa Tahralı, İz Yayıncılık, İstanbul 1992).

[4] Misal âlemi; zatın, parçalanma ve bölünme kabul etmeyen şekiller ile hariçte zuhurudur. Bu âleme misal denilmesinden maksat; ruhlar âleminde bulunan her bir ferdin, cisimler âleminde bürüneceği bir şeklin benzerinin bu âlemde zahir olmasından ötürüdür. Âlem-i berzah da derler. Bu âlem, gayb ve şehâdet arasını ayıran bir sınırdır.  Bkz: Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 17.

Sûfiyye, “misal âlemi”ni cisim âlemi ile ruhlar âlemi arasında bir âlem olarak kabul etmişlerdir. Onlar bu âlemin cisim âleminden ince, ruhlar âleminden ise daha yoğun olduğunu, buna göre ruhların bedenleştiğini ve misal âleminde çeşitli suretlerde zuhur ettiğini söylemişler ve bu konuda “O (Cebrail), ona (Meryem’e) tam bir insan gibi göründü.” (Meryem, 17] ayetini göz önüne almışlardır. Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 546.

[5] Ecsâd âlemi: Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.

[6] Hadîsü’n-nefs: Nefsin konuşması, yani arzuların tesiriyle görülen rüya.

[7] Nefs-i behîmî: hayvani nefs olarak adlandırılan şehvani kuvvettir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu