MakalelerTefsir

Vahiy Hakkındaki Çarpık İddialara Cevaplar -4-

Vahiy Hakkındaki Çarpık İddialara Cevaplar -1- yazısı için tıklayınız.

Vahiy Hakkındaki Çarpık İddialara Cevaplar -2- yazısı için tıklayınız.

Vahiy Hakkındaki Çarpık İddialara Cevaplar -3- yazısı için tıklayınız.

el-Vahyü’l-Muhammedî ya da el-Vahyü’l-İlahî

Geride ifade ettiğimiz gibi, yeni akılcılık akımı mensuplarının vahyin tarifiyle alakalı “kişinin kendi nefsinde bulduğu irfandır” gibi ifadeleri çokça dillendirirler. Abduh’un “Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in ruhu, kendisine dinin tafsilatını bildiren vahiy gelmeden önce mücmelen/özet olarak dini kapsamıştı”[1] ifadeleri de bu kabildendir.

Yine Reşid Rıza vahye dair el-Vahyü’l-Muhammedî adında bir kitap telif etmiştir ki, başta kitabın ismi hatalıdır. Zira vahiy “Muhammedî” değil “İlâhî”dir!

Biz her ne kadar Reşid Rıza’nın bu isimlendirmeyle vahyin kaynağının Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem olduğunu kastetmediğini bilsek de bu isimlendirme konusunda ona katılmıyoruz. Çünkü “Muhammedî”, “Muhammediyye”, “Muhammediyyîn-Muhammedîler” gibi ifadeler, din düşmanlarının ilahî değil de beşerî olduğu iddiasıyla insanları İslam’dan uzaklaştırmak için uydurdukları vasıflardır.

Bu sebeple Meryem Cemile Müslüman olduktan sonra, bir dergide “el-Âlemü’l-Muhammedî” adıyla neşredilen makale hakkında: “Makalenin başlığının “el-Âlemü’l-Muhammedî” şeklinde konulması bir hatadır. Zira biz “Muhammedî” değil “Müslüman”ız. “Muhammediyye” ve “Muhammedî” gibi adlar, Avrupa’da İslam’a karşı antipati/iticilik oluşturma gayesiyle haçlılar tarafından uydurulan şeylerdir” demiştir.[2]

Bu yüzden, vahyin hariçten değil de Peygamber-i zî-şân’ın kendi nefsinden olduğunu ima eden bu tür isimlendirmeleri reddediyoruz. Çünkü bu aslında vahyin Allah katından gelmeyip, (haşa) Peygamberin kendi nefsinden doğduğu manasına gelir! Bu da İslam düşmanı müsteşriklerin ispat etmeye çalıştıkları, yaymak için tüm güçlerini sarf ettikleri şüphenin ta kendisidir.

Vahyin Peygamber Ürünü Olduğunu İddia Etmenin Doğuracağı Bazı Hazin Neticeler

Bu şüphenin yeni akılcılık akımı mensuplarının fikirleri üzerindeki tesirinin derinliğini anlamak için bu şüpheden mütevellit neticeleri zikretmemiz, ardından bu sonuçların onların fikirlerinde oluşturduğu tesiri incelememiz gerekir. Vahyin (haşa) Allah katından gelmeyip, Peygamberin kendi nefsinden olduğu iddiasından lazım gelen bazı neticeler şunlardır:

  • Kur’ân-ı Kerîm (haşa) ilâhî değil, beşerîdir. Öyleyse müminlerin kalplerinden Kur’an’ın konumu ve saygınlığı kaldırılmalıdır! Çünkü bu düşünce Kur’an’ın beşerî değil de ilahi oluşu şeklindeki hatalı itikada dayalıdır!
  • Kur’an telif hususunda beşerî usüle boyun eğen beşerî bir kitap olduğu sürece, onda yalan ve hata bulunma ihtimali de caiz olacaktır! O takdirde Kur’an’ın hükümleri de doğruluk, hikmet ve selamet usulü üzere katiyet/kesinlik ifade etmediği gibi, her asır ve mekânda yenilenme ve gelişime açıktır.
  • Durum böyle olduğu sürece Kur’an’ın bazı ahkâmında değişiklik yapmaya, asra ayak uyduramayan (!) hükümlerini ilga etmeye/yürürlükten kaldırmaya mâni bir durum söz konusu değildir. Öyleyse önce faizin hükmünü ıskat edip, Müslümanların kendi aralarında faizli muamele yapmalarına müsamaha gösterelim! Hırsızlık yapanın elinin kesilmesini, şarap içene had sopası vurulmasını, zina edeni recmetmeyi ilga edelim! Dini devletten ayıralım! Din adamları ile devlet adamları kendi ayrı alanlarında hüküm sürsünler, her biri kendi görüşüne göre daha doğru olanı yapsın! Tüm bunlardan sonra kadına Kur’an’ın vermediği verelim; kadının (mazeretsiz) dışarı çıkmasına, çalışmasına, erkeklerle ihtilatına/karışmasına izin verelim! Hatta kadına her türlü koşul ve ortamda çalışma hürriyeti verelim!
  • Kur’an indiği dönemdeki sıkıntıları ıslah etmek için gelmiştir. Bugünün sıkıntıları ise artık değiştiğinden, ya da aynı sıkıntılar olsa da aynı tedavi bugün fayda vermediğinden yeni bir ilaç/tedavi lazımdır. Bu asır, bilimsel gelişmeleri, insan aklının gelişimi ve olgunluğa erişmesi sebebiyle risalet asrı veya daha öncesi gibi değildir! Öyleyse Kur’an’ın o asırdaki gibi tatbik edilmesi elverişli değildir!

İşte bunlar, vahiy konusunda ortaya atılan mezkûr şüphelerin bazı neticeleridir. Bu şüphelerin Muhammed Abduh ve talebeleri ya da onun yolundan ve görüşlerinden etkilenen kimseler üzerindeki tesiri ne dereceye ulaşmıştır?

Şüphelerin Tesiri ve Neticesi

Bu şüphelerin Abduh’un ya da talebelerinin fikriyatında zuhur eden etkilerinden biri; Kur’an’ın efsaneler, hurafeler ve hakikatte vuku bulmamış olaylar içerdiği iddiasıdır. Geride de işaret edildiği gibi Muhammed Abduh’un görüşlerine dayanarak Muhammed Ahmed Halefullah tarafından kaleme alınan el-Fennü’l-Kasasî fi’l-Kur’ani’l-Kerîm adlı kitabın içeriği bu yöndedir.

Asra uyması için Kur’an-ı Kerim’in ahkâmının değiştirilmesine davet ile alakalı da Ahmed Zeki Ebû Şâdî’nin şu sözlerini zikredelim: “Kabul edilmesi gereken hakikatlerden biri de Kur’an-ı Kerim’in talimatlarının anlaşılması ve asırdan asıra hatta nesilden nesile tatbiki hususunda yeniden gözden geçirilmesinin gerekli oluşudur. Buna göre asrın ilerlemesi ve bilimin gelişmesiyle birlikte ilerleyen, hür fikir adamlarının ülfet edip alışacağı yeni tefsirlerin ortaya çıkması da kaçınılmaz olur.[3]

Gerçi bu asırda zaruri olması iddiasıyla faizin mübah sayılmasına davet eden Muhammed Abduh onu geçmişti. Abduh bu konuda “Buhara ehli yaşadıkları zamanın sıkıntı ve zaruretlerinden ötürü faizi caiz görmüşlerdi. Mısırlılar da bu zaruretle imtihan olduklarında fukaha beldenin zenginlerine müteşeddid davranmış (faize cevaz vermemişler) onlar da dinin nakıs/eksik olduğunu düşünmeye başlamışlardı!” demiştir.[4]

Şeyh Mustafa el-Merâğî de ahval-i şahsiyye (medeni kanun) heyeti üyelerine: “Zaman ve mekâna münasip olduğunu düşündüğünüz kanun maddelerini koyun, ondan sonra koyduğunuz kanuna uygun görüşü dört mezhepten birinden bulup getirmek benim için zor olmaz!” demiştir.[5]

Görüldüğü gibi el-Merâğî, kitap ve sünnetin sahih nasslarına değil de zamana ve mekâna uygun olan görüşleri tercih ettiğini açıkça ifade etmektedir. Sanki fıkhî hükümler nassların delalet ettiği ölçüyle sınırlı zorunlu meseleler değil de müşterilere sunulmuş ticaret mallarıdır. Onlar oradan mizaçlarına ve taleplerine göre dilediklerini seçip alırlar!

Modernite ve Müslümanlar Üzerindeki Bazı Tahrifâtı

Az önce bahsettiğimiz müsteşriklerin şüphelerinin eserlerinden biri de “dinin devletten ayrılması” (laiklik) davasıdır! Ali Abdürrezzak el-İslam ve Usulü’l-Hukm adlı eserinde laikliğin propagandasını yapmıştır. İslam ümmeti, laiklik davetçilerinin sebep oldukları zararları halen çekmektedir.

Muhammed Abduh’un talebelerinden ve ondan etkilenenlerden biri olan[6] ve Reşid Rıza’nın “Ahlak ve sosyoloji alanında yetenekli bir alim”[7] diye övdüğü Kasım Emin de kadının özgürleştirilmesinin propagandasını yapmıştır. Onun yaptığı bu propagandanın Müslüman kadına, daha doğrusu bütün Müslümanlara verdiği zarar herkesçe bilinmektedir.

Batı “kadının özgürlüğü” (Hürriyyetü’l-Mer’e) davasını ortaya atınca peşinden “erkeklerle karışma/ihtilat özgürlüğü” gelmiş, onu “arkadaşlık ve dostluk hürriyeti” takip etmiş, ardından da “aşk ve zina serbestliği” zuhur etmiştir. Batıdaki kadının derecesine henüz ulaşmasa da Allah’ın rahmeti yetişmezse çok geçmeden kesinlikle ulaşacak olan,[8] Kasım Emin’in özgürleştirip hürriyetine kavuşturduğu (Müslüman) kadın işte budur!

Kasım Emin’in bu kitabının aslında kendi telifi olmayıp, hocası Abduh tarafından hazırlanan, ancak bazı özel sebeplerle talebesinin ismiyle neşrettiği bir çalışma olduğunu anladığımızda, Abduh ve talebelerinin müsteşrikler ve şüphelerinden ne kadar derinden etkilendiklerini de idrak etmiş oluruz.

Aynı zamanda bu anlatılanların bütününden, din düşmanlarının nefy ve inkâr ederek ya da inananların kafalarını karıştırarak zarar vermeye çalıştığı “vahiy” inancının İslam şeriatında ne kadar mühim olduğunu da anlamış oluruz!

Yine tüm bunlardan, yeni akılcılık akımı mensuplarının vahiy konusunda (ve diğer konularda) müsteşriklerin ektikleri zehirli tohumlardan ne denli etkilendiklerini, onlar bu tesirin farkında olsalar da olmasalar da sonucun değişmeyeceğini idrak etmiş oluruz. Allah yardımcımız olsun![9] Âmin…

Allah’ın izni ve tevfîki ile sona erdi…

[1] Bkz: Muhammed Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr, c. 2 s. 14.

[2] Meryem Cemile, el-İslâm fi’n-Nazariyye ve’t-Tatbîk, trcm. S. Hamd, s. 28.

[3] Ahmed Zeki Ebû Şâdî, Sevratü’l-İslâm, s. 35.

[4] Bkz: Tarihu’l-Üstadi’l-İmam Muhammed Reşid Rıza c. 1 s. 944.

[5] Abdü’l-Müte’âl es-Sa’îdî, el-Müceddidün fi’l-İslam, s. 548; Enver el-Cüneydî, Teracimü’l-A’lâm el-Mu’âsırîn, s. 428.

[6] Bkz: Tarihu’l-Üstadi’l-İmam Muhammed Reşid Rıza c. 1 s. 1062.

[7] Bkz; a.g.e. c.1, s. 1051.

[8] Bugün “Müslümanım!” diyen bazı kadınlar, bazı sapkınlıklar hususunda maalesef batılı kadını çoktan geçmiştir.

[9] Fehd b. Abdirrahman b. Süleyman er-Rûmî, “Menhecü’l-Medreseti’l-Akliyyeti’l-Hadîse fi’t-Tefsîr” c. 2, s. 511.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu