Soru-Cevap

Evrim Teorisi ve İslam -4-

Genetik Yapı Benzerliği ve Körelmiş Organlar

Evrim Teorisi ve İslam -3- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bir önceki yazımızda evrimcilerin fosil iddiasını incelemiştik. Bu bölümde ise canlıların genetik yapısındaki benzerlik ve körelmiş organ meseleleri üzerinde duracağız.

2. Canlıların Genetik Yapısındaki Benzerlik

Evrimcilerin tutunduğu en büyük söylemlerden biri de canlıların genetik yapılarındaki benzerliktir. Kendileri sadece insan ile maymun arasındaki değil, tüm canlıların benzer gen yapılarını paylaşmasını ortak bir atadan gelmeye delil olarak sunmaktadırlar.[1] Halbuki bazı temel hayatî biyokimyevî süreçleri kodlayan genlerin bütün canlılarda ortak olması gayet normal ve beklenen bir neticedir. Zira bütün canlılar aynı dünya üzerine yaşamaktadır. Mesela solunum gibi temel bir fonksiyonun biyokimyevî mekanizması için gerekli hemoglobin molekülünün veya sitokrom gibi bazı moleküllerin yaptıkları vazife gereği pek çok canlıda ortak olması, onların birbirinden türediğini göstermez. Çünkü böcek de solucan da köpek de insan da neticede bu yeryüzü şartlarında oksijen kullanacaktır.[2] Zaten belirli sayıdaki elementi olan, aynı havayı soluduğumuz, aynı gezegende yaşadığımız canlılar ile nasıl bir farklılık beklenebilirdi ki?

Canlıların yapısındaki benzerlik DNA’nın keşfedilmesiyle ortaya çıkmış bir husus da değildir. Eskiden beri canlı kapsamına giren türler arasında mizaç benzerliği bulunduğu, bu bağlamda insan da dahil bütün hayvanların kan, balgam, safra ve sevda olarak adlandırılan dört karışımdan farklı terkiplerle meydana geldiği düşünülürdü. Hatta değil canlılar, bütün cisimlerin temelde aynı unsurlardan oluştuğunu söylenirdi. Bu benzerliği genlere taşımak biyoloji ve tıp gibi alanlarda bilginin mahiyetçe dönüşümü olsa da metafizik açıdan dönüşüm sadece bilginin dakikleştirilmesinden ibarettir.[3]

Temel yapıların benzerliği, evrimin değil, bütün varlıkların yaratıcısının aynı olduğunun ve hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının delilidir. Bu yüzden Darwin zamanındaki en ünlü anatomist Richard Owen türler arasındaki benzerlik hakkında şöyle demektedir: “Bunlar ortak tasarımın bir delilidir, değişerek türemenin değil.”[4]

Sözgelimi insan ile şempanze arasındaki gen benzerliğinin %98 olduğu söylenmektedir. Her ne kadar yapılan son çalışmalar aslında bu oranın %94 olduğunu söylese de[5] aslında bu rakamların çok da bir ehemmiyeti yoktur. Nitekim insanın kivi ile %72, muz ile %60, nematod solucanları ile de %75 genetik benzerliği vardır.[6] DNA’lardaki dizilimin bu benzerliği elbette bizim yarımızdan çoğunun muz, kivi veya solucan olduğu neticesini vermeyecektir. Zira aslolan bu DNA diziliminin ne olduğu değil, nasıl kullanıldığıdır.[7]

Zihnimize yaklaştırmak için araba üzerinden şöyle bir örnek verebiliriz. Mesela Volkswagen marka otomobilin Polo, Golf, Jetta ve Passat gibi birçok modeli vardır. Bu araçların üretildiği fabrikayı görmeyen bir kimseye “Golf, Polo’nun evrimleşmiş halidir. Keza Passat ile de Jetta kuzendir” denilse ve gerekçe olarak da aralarındaki parçaların birliği, fenotiplerinin birbirlerine olan benzerliği ve motor güçlerinin birbirlerine yakın olduğu söylense bu, kulağa makul gelecektir. Peki hakikat böyle midir? Golf, Polo’dan üretilmiş ya da Passat, Jetta’nın kuzeni midir? Elbette hayır. Her birinin projesi, fabrikası ve çalışanları farklıdır. Peki aralarındaki bu yüksek seviyedeki benzerliğin sebebi nedir? Cevabı son derece basittir: Markanın birliği. Volkswagen tek bir markanın adıdır ve ürünlerini de birbirlerine benzer üretir. Bu durum sadece Volkswagen için geçerli değil, tüm araba, telefon ve bilgisayar markaları için de geçerlidir.

İşte biz inananlara göre de kâinatın yegâne yaratıcı ve sanatkârı Cenab-ı Allah’tır. Adenin, Sitozin, Timin ve Guanin (A-C-T-G) isimli nükleotitleri kullanmak suretiyle canlıları yaratır. Canlıların DNA dizilimlerindeki benzerlik onların birbirlerinden evrimleştiğini değil, tasarımcılarının tek olduğunu gösterir.

Yeri gelmişken mühim bir konuyu, insan ile maymunun farkını kısaca anlatmak yerinde olacaktır.

İnsan ve Maymun Farkı

Evrimcilere göre insan, şu an herhangi bir ferdi yaşamayıp nesli tükenmiş bir maymun türünden evrimleşmiştir. Onlara göre şu an yaşayan maymun türleri ise insanın yakın akrabası olup atası değildir. Aslında onların bu hususta bir kafa karışıklığı da vardır. Bir görüşe göre insan, maymundan daha eski bir varlıktır. Allan Wilson şöyle der: “Sürpriz! İnsana giden dalın, gorillerin ve şempanzelerin farklılaştıkları noktadan 3 milyon yıl daha önce ortak daldan ayrılması gerektiği keşfedildi. Olağanüstü sonuç! İnsan, bazı maymun türlerinin atası oluyordu. Paleontologları alt üst eden bu sonuçlar Missori’deki Washington Üniversitesi’nden Templeton tarafından da onaylandı.”[8]

Aslında evrim teorisi ile çatışılan hususun ana noktası insandır. Zira diğer canlıların ne şekilde meydana geldiği itikat noktasında çok mühim değilken, insanlığın atası olan Hz. Adem’in (Aleyhisselam) yaratılması hakkında vârid olan birtakım nasslar vardır. Meselenin İslamî boyutu başka bir yazıya bırakılacağından burada bilimsel olarak böyle bir evrimin imkânı hakkında bazı nakiller yapacağız.

Evrim araştırmacısı Rossion, insanın evrimi konusunda kromozomların rolünü şu şekilde yorumlar: “Bir sorun da şudur; primatlar Homo Sapiens’i (modern insan) verecek şekilde nasıl evrimleştiler? Kromozomlar açısından büyük maymunların 48, insanın ise 46 kromozomu var. İnsanla maymunun ayrılışının kromozomlar üzerindeki değişikliklerle olduğu akla gelebilir. Doğal olarak evrim teorisine bakarsak bu değişiklikler rastlantısal oldular. Bu, çok olanaksız bir durum. Bu öylesine olanaksız ki, bir gün volkanın lavlarının katılaşarak Zeus heykelinin şeklini alması gibi bir şey.”[9]

Durum kromozomlardan ibaret değil elbet. Mesela insan olmayan tüm primatlar ve memelilerin büyük çoğunluğu “endemicin fectious retrovirüs” taşırlar. Bunlar, kendini kopyalamak için kendisini -host- genoma entegre eden bir çeşit virüstür. İki türü vardır. Birincisi, “simian foamy virüsleri” (SFVs); diğeri, “simianin fectious retrovirüstür” (SIVs). İnsan olmayan primatların büyük çoğunluğunda bu virüsler mevcuttur. Biz insanlarda ise sadece insan bağışıklık yetmezliği dediğimiz “HIV” ve “T lösemi” virüsü vardır. Eğer biz, şempanzelerle ortak bir atadan gelmiş olsaydık bizlerin de primatlarda olduğu gibi “SIV” ve “SFV” virüslerini taşıyor olmamız gerekirdi.[10]

Beynimizin korteksindeki sinirsel ağların yaklaşık %17’si insanlara hastır.[11] Aynı şekilde “insana has genler” (human-specific genes) dediğimiz 600 adet gen mevcuttur.[12] Kısa serpiştirilmiş nükleer elementler (Short Interspersed Nuclear Elements, SINEs) bir çeşit mobil genetik elementlerdendir. Bu elementler, genlerin hangi hücrede tezahür edeceğinin belirlenmesine yardımcı olur. 7000 adet olan “Alus” (bir çeşit serpiştirilmiş kısa gen) insana has olup şempanzelerde bulunmaz.[13]       

DNA, kromozom, virüs, sinirsel ağ, kafa yapımız, parmaklarımızın inceliği… İnsanı insan yapan veya insanı maymundan ayıran şeyler gerçekten bunlar mıdır? Evet fiziksel ve biyolojik olarak farklılıklarımız inkâr edilemez. Ama bunların hiçbiri bizi biz kılan şeyler değildir.

İnsanın en mühim vasfı da hiç şüphesiz halîfetullah ve eşref-i mahlukat, yani yaratılmışların en şereflisi olmasıdır. “Nutkiyyet” yani düşünme becerimiz vardır. Geçmiş ve geleceği tasavvur ederiz. Geçmişten elem veya mutluluk duyar, geleceğe ümitle veya umutsuz bakarız. Seçenekler karşısında kendi tercihlerimiz vardır. Zevk ve hazları uzun süre erteleyebiliriz. Uzun vadeli ticaret yaparız. Biz insanlar konuşuruz, birbirinden farklı dillerimiz vardır. Kitap yazarız, şiir okuruz. Matematik, geometri, fizik ve kimya gibi bilim alanlarında kafa yorar, bir şeyler keşfeder yeni ürünler üretiriz. Gerek kişisel gerek toplumsal sorunlara çözüm buluruz. Politika yapar, sanat üretiriz. Eserlerimiz vardır. Bizler hayvan evcilleştiririz. Tarım yaparak ürünler elde ederiz. Elbise tasarlar, diker ve giyeriz. Toplumsal bir nizam içinde insanlarla bütünleşir, milli ve manevi duyguları paylaşırız. Değerlerimiz, kültürümüz, dinimiz vardır. İnanırız, severiz. Ölülerimizi gömeriz. Empati kurar, yardımlaşırız. Güleriz, ağlarız. Düşmüşlere, evsizlere, yaşlılara yardım ederiz. Zihin ve akıl sahibi olarak maddeyi, tabiatı ve kâinatı inceler ve birbirleri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışırız.[14]

Daha birçok madde sayabileceğimiz insanın hususiyetleri işte kısaca bunlardır. Dolayısıyla insan ile diğer canlılar arasındaki DNA dizilimi benzerliğini gösterip onlardan herhangi bir farkımızın olmadığını iddia etmek, insanlığın kendisine hakarettir ve hakikatten payı yoktur.

Bu başlığı merhum Elîf efendiden bir pasajla bitirelim: “İnsanın evveli olmak kabiliyeti maymunda yoktur ve olamaz çünkü insan zatına has olan bir takım evsaf-ı âliye-i mümtazesiyle başka bir mahlûk, maymun zatına has kâffe-i evsafıyla başka bir mahlûktur.”[15]

3. Körelmiş Organlar

Evrimciler, teorilerine gerekçe olarak bazı körelmiş(!) organları da göstermektedirler. Onlara göre atalarımızdan bize miras olarak kalmış lakin herhangi bir işlevi bulunmayan bazı organlar vardır ve bunlar evrimin varlığının delilleridir.

Köreldiği iddia edilen ve atalarımızdan yadigâr olarak bize bırakılan ve hiçbir işlevi olmayan bazı organlardan bahsedilir. Hatta bir zamanlar biyologlar insan anatomisinde geçmişten kaldığı düşünülen 180 maddelik bir liste bile hazırladılar.[16] Fakat zamanla her geçen gün bu sayı aşağılara indi ve tek haneli boyuta ulaştı. Mesela apandis yakın zamana kadar işlevsiz olduğu düşünülen bir organ iken şu an enfeksiyonlarla mücadele hususunda ehemmiyeti bilinmektedir. Yine bu organlardan en meşhuru “kuyruk sokumu kemiği”dir. Aslında bu, kuyruk kemiği değildir ama evrimciler omurganın sonundaki bu parçanın insanda daha önce mevcut kuyruktan kalan bir kısım olduğunu iddia etmektedirler. R. L. Wysong, bu kemiğin arta kalan bir parça olmadığını şöyle anlatır: “Bu kemik, alt karın bölgesinin taban kısmını teşkil eden kasların önemli bir parçasıdır. Bu kasların oluşturduğu ağ yapısındaki tabaka olmasaydı alt karın bölgesi organları yerlerinden sarkardı.”[17]

Ameliyatla kuyruk sokumu kemiği alınan hastalar, anüsün kasılma gücünde azalma ve anüse sert bir şey batıyor gibi hissettiklerinden doktora başvurdukları[18] günümüzde bilinen bir husustur.

Bir fotoğrafın, bir pikseline bakan kişi orayı manasız bulabilir. Ama tabloya uzaktan bakan kişi o pikselin hikmetini çok daha net anlayacaktır. Körelmiş organ meselesi de böyledir. Hikmetine henüz muttali olunamamış organları işlevsiz, gereksiz, faydasız addetmek ve bu vesile ile yaratıcıya karşı cesur(!) davranmak cahilane bir hareket olacaktır.

Peki körelen organlar hangi sebeple işlevsiz kalmış ve körelmiştir? Bu konu hakkında yüzlerimizde tebessüm oluşturan bazı nakilleri yapmak istiyoruz;

Primat yavrusu anasına ya da dala sıkı sıkıya tutunamaz ise düşüp ölür. Dolayısıyla bu refleksi doğar doğmaz kendini gösterir. Yeni doğan bir çocuk da atalarından gelen bu refleks ile el ve ayağı aracılığıyla kavrama davranışı gösterir.” [19] (Tutunma Davranışı)

Yani yenidoğan bir bebeğin el ve ayaklarını kavrama isteği, ihtiyaç duyduğu güven duygusu ve neticesi olarak sıkı sıkıya tutunmak değil de yaklaşık 6 milyon sene önce primat yavrularının ağaçlara tutunması… Devam edelim,

Hayvanlar daha iyi duyabilmek için kulaklarını sesin geldiği yere çevirirler. Günümüzde de bazı insanlar kulaklarını oynatma yeteneğine sahiptir.” [20] (Kulak Oynatma)

Bazı insanların hususiyetleri neden hayvanlardan kalmak zorundadır? Çünkü evrimci bakış açısı buna odaklanmış ve başka ihtimalleri zihninden kapatmıştır. Bu mantığa göre sıradan insanlarda olmayan dillerini burnuna değdirmek zürafalardan, çok fazla zıplıyor olmak da ceylandan mı gelmiştir?

Hayvanlar, parazit canlılar ya da sinekler vücutlarına konunca sadece o bölgenin derisini hareket ettirerek uzaklaştırırlar. İnsanlar da muhtemelen giysiyle dolaşmaya başladıklarından sonra bu etkileşim azalmış ama bazı insanlarda devam etmiştir.” [21] (Deri Silkme)

Bir zamanlar ağaçta durmaya yarayan bu parmak körelme eğilimine girmiştir.” [22] (Ayak Serçe Parmağı)

İnsanın bakış açısı körelmiş organ bulmaya odaklanırsa, bu şekilde neticeler elde etme garabetine düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Peki bu varsayımların veya daha açık ifadeyle “hikayelerin” hangi bilimsel kriterin içinde yer aldığı merak konusudur.

Geriden beri saydığımız ve bize “delil” olarak sunulan hiçbir madde delil seviyesinde olmayıp belki “karine” mertebesinde olabilir. Zira ne fosiller ne genetik yapıdaki benzerlikler ne de körelmiş organ iddiaları canlıların birbirlerinden türediklerini “kesin” bir biçimde ortaya koymaktan acizdir.

Devam edecek…


[1] Francisco J. Ayala, Ben Maymun Muyum?, s. 16

[2] Fatih Buğra Sarper, a.g.e, s. 186.

[3] Ömer Türker, Evrim Risalesi, s. 139.

[4] Lee Strobel, a.g.e, s. 73.

[5] Jeffery P. Dmuth, Tijil De Bie, Jason E. Staich, Nello Cristianini, Matthew W. Hahn, “The Evolution of Mammalian Gene Families”, 2006.

[6] Karen Hopkin, “The Greatest Apes”, s. 27.

[7] Richard Sternberg and James A. Shapiro, “How Repeated Retroelements Format Genome Function”, Cytogenetic and Genome Research, s. 108-116.

[8] Gufran Koyuncu, a.g.e, s. 218.

[9] Pierre Rossion, “Un Virus Change L’hisoire de nos Origines, s. 155.

[10] Stephen C. Meyer, Theistic Evolution: The Scientific Critique of Theistic Evoluiton, Crossway, s. 489.

[11] Oldham, Horvath and Geschwind, “Conservation and Evolution of Gene Coexpression Networks in Human and Chimpanzee Brains”, s. 17973-17978.

[12] Matthew W. Hahn, Tijl De Bie, Jason E. Staich, vd., “Estimating the Tempo and Mode of Gene Family Evolution from Comparative Genomic Data”, s. 1153-1160.

[13] Varki, Geschwind and Eichler, “Explaining Human Uniqueness”, s. 749-763.

[14] Fatih Buğra Sarper, a.g.e, s. 168.

[15] Hasîrizâde Elîf Efendi, a.g.e, s. 295.

[16] Fatih Buğra Sarper, a.g.e, s. 193.

[17] Whysong R. L., The Creation-Evoluiton Controversy. East Lansing, s. 422.

[18] Fatih Buğra Sarper, a.g.e, s. 197.

[19] Ali Demirsoy, Herkes İçin Evrim El Kitabı, s. 123.

[20] Ali Demirsoy, a.e, s. 117.

[21] Ali Demirsoy, a.e, s. 116.

[22] Ali Demirsoy, a.e, s. 120.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu