“Ehl-i Fetret”in Uhrevî Durumu ne Olacak?
Soru: Dünyada İslam’ın ulaşmadığı (ehl-i fetret) topluluklar var. Bunlar cehenneme mi gidecek?
Cevap: Tebliğin ulaşmadığı kimselerin durumu yeni bir tartışma olmayıp, kadîm eserlerimizde hakkında sıkça konuşulmuş bir meseledir. Teknik ismiyle “ehl-i fetret” dediğimiz bu topluluklar ya kendilerine İslam’ın ulaşmadığı ya da Hz. İsa ile Hz. Muhammed (Aleyhimesselam) arasında yaşamış kimseler için kullanılmaktadır.[1]
Ümmetin ilk dönemlerinden itibaren ehl-i fetretin uhrevî durumu hakkında ulemâ tarafından birçok farklı görüş ortaya atılmıştır. Söz konusu ihtilaflara girmeden evvel bu mesele ile alakalı Kur’an-ı Kerîm’den ve hadis-i şeriflerden ilgili nasslara bakalım.
«وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا»
«Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.» (İsrâ, 15)
«رُسُلًا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا»
«Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, onlardan sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.» (Nisâ, 165)
«أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَذَا»
«Size içinizden, Rabbinizin ayetlerini size okuyan ve bu gününüze (kıyamete) kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?» (Zümer, 71)
«وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ»
«(Cehennem ehli) Yine şöyle derler: Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.» (Mülk, 10)
«قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ»
«Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın varlığında şek mi var?» (İbrahim, 10)
Kıyamet günü olduğunda cahiliyye topluluğu sırtlarında yüklerini taşıyarak gelirler. Rableri onlara sorunca derler ki: “Ey Rabbimiz! Sen bize peygamber göndermedin ve senden bize bir emir gelmedi. Şayet sen bize peygamber göndermiş olsaydın, elbette kullarının içinde sana en çok itaat edenler biz olurduk.” Rableri: “Size bir iş emredeyim ve siz de bana itaat edin” der ve onlardan buna dair söz alır. Ardından “cehenneme girin!” der. Onlar cehennemi gördüklerinde geri dönüp kaçarlar ve “Ey Rabbimiz, bizi bundan uzak tut, çünkü biz buna girmeye güç yetiremeyiz.” derler. Rableri der ki: “Oraya zorla girin.” Sonra Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Eğer ilk başta oraya girselerdi o ateş onlara serin ve selametli bir yer olacaktı.” [2]
Bu ve bunlara benzer nasslar sebebiyle ehl-i fetretin durumu ile alakalı ulema genel olarak 4 görüşe gitmiştir:
- Ahirette imtihana tâbi tutulup neticesine göre gidecekleri yer belli olacaktır.
- Onlar ehl-i necâttır (cennetliktir).
- Akıllarını kullanıp tek olan yaratıcıyı bulurlarsa cennetlik, aksi halde cehennemliktir.
- Ne cehenneme ne de cennete gideceklerdir. Kul hakları ödendikten sonra toprak olacaklardır.
Ahirette İmtihan
Bu görüşlerden ilkini İbn Teymiyye[3], İbn Kayyimi’l-Cevziyye[4] ve İbn Kesîr[5] benimsemiştir. Lakin istidlal ettikleri rivayet zayıf olduğundan ulema tarafından çok fazla tercih edilmemiştir.
Ehl-i Fetret, Ehl-i Necâttır
İkinci görüşü ise genelde Eş‘arî uleması savunmaktadır. Bu görüşe göre ehl-i fetret, Müslüman gibi muamele görür ve öldüğünde cennete girer. Zira Cenab-ı Allah, «Biz peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.» (İsrâ, 15) buyurmaktadır. Azap yoksa, geriye sadece nimet kalır ki o da cennettir.
Söz konusu ayet hakkında Fahreddîn Râzî (Rahimehullah) şöyle demektedir: “Mükellefiyet, emri terk etmek sebebiyle azabın gerçekleşmesi şeklinde meydana gelir. Bu ayette belirtildiği üzere şeriattan önce azabın terettüb etmesi söz konusu değildir.”[6]
Keza İmam Suyûtî (Rahimehullah) şöyle demektedir: “Kelam ve usul imamlarımızdan olan Eş‘arî ulemamız, tebliğin ulaşmadığı kişilerin ehl-i necât olduklarında mutabakat etmiştir.”[7]
İmam Şâfii de (Rahimehullah) ilgili ayet minvalinde şu ifadeleri kullanmaktadır: “Bu ayette peygamber gönderilmeden evvel akılla yaratıcının bulunmasının vacip olmadığına dair delil vardır. Dolayısıyla davetin ulaşmadığı ve şirk üzere ölen kişiye azap edilmez.”[8]
İmam Gazâli (Rahimehullah) ehl-i fetret meselesini anlatırken insanları durumuna göre 3 gruba ayırmış ve şöyle demiştir:
- “ Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ismini hiç duymamış olanlar.
- Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mucizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslam memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanların arasında yaşayan kimselerdir ki kafir ve mülhidlerdir.
- Bu iki sınıf arasında kalan kimseler. Onlar Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) küçüklüklerinden beri “ismi Muhammed olan yalancı biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur” şeklinde tanımışlardır.
Kanaatime göre bu üçüncü grubun durumu birinci grupta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıtlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise insanı araştırmaya sevk etmez.”[9]
Bu meselede onu takip eden Mustafa Sabri Efendi de şöyle söylemektedir: “Gazâli’nin de dediği gibi peygamberlik bahsinde muhît-i İslam’dan uzak bir köşede bulunan ve Hz. Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ismini işitmişse de ancak yanlış telkînât arasında işitebilmiş olan avâm-ı nâs benim re’yimce de mazur addolunurlar.”[10]
Ehl-i Fetret, Aklını Kullanıp Bir Yaratıcıyı Bulmadığı Takdirde Cehennemliktir
Üçüncü görüşü ise genelde Mâturîdî alimler tercih etmiştir. Zira Kur’an’da aklı kullanmayı teşvik eden birçok ayet bulunmaktadır. Bir misal verecek olursak: «Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.» (Mülk, 10) ayeti açık bir şekilde aklın önemini göstermektedir.
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe (Rahimehullah) şöyle demektedir: “Aklı olan kimse, yeryüzünde müşahede ettiği hudûs (sonradan yaratılma) alametlerinden dolayı yaratıcıyı bilmemekte mazur değildir.”[11]
İmam Mâturîdî (Rahimehullah) «Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.» (İsrâ, 15) ayetinin tefsirinde şöyle demektedir:
“Bu ayette tevhidi akılla bulmanın insanlara gerekli olduğuna dair delil vardır. Şöyle ki Allah Teala «Biz peygamber göndermedikçe azap etmeyiz.» buyurdu. Eğer onlara tevhidi akılla bulmak lazım gelmiş olmasaydı, peygamberler onları tevhide çağırdığı zaman (“Bir mucize göster” veya “Sen yalancılardansın” gibi şeyler söylemezlerdi. Zira onlar Allah’ın varlığını zaten bildiklerinden peygamberlerden, peygamber olduklarına dair delil istemektedirler. Şayet onlar peygamberlerin Allah Teala tarafından gönderildiklerini bilmeselerdi) “Siz de kimsiniz? Sizi bize kim gönderdi?” diye karşılık verirlerdi. Onlar böyle bir karşılık vermediğine göre, yaratıcının akılla bulmalarının gerekliliği sabit olmuştur. Ancak Allah Teala fazl-ı keremiyle onlara bir peygamber göndererek şüphelerini ve özürlerini kaldırmayı murad etmiştir. Ayet-i kerimedeki azaptan kasıt ise ya herhangi bir suçun karşılığı olmayıp sadece imtihan için olan dünyadaki azaptır ki bu azap, cezanın karşılığı değil, tembih ve uyandırmadır. Ya da bir tehdidin peşine gelen, vaaz ve ibret olan dünya azabıdır. Ya da ahirette vaad edilen azaptır ki ayetin manası “Dünyada peygamber göndermedikçe ahirette azap etmeyiz.” olur. En uygun olan ise ikincisidir. Doğrusunu Allah bilir.”[12]
Nureddîn es-Sâbûnî (Rahimehullah) bu mesele ile ilgili şu ifadeleri kullanır: “Kim düşünüp de kadîm olan yaratıcıyı bilmezse veya zatının tekliğini inkâr ederse bu onun aklından değil, bakış açısından kaynaklanan bir problemdir. Hiç kimse yaratıcısını bilmek hususunda cahil kalamaz.”[13]
Toprak Olacaklar
Dördüncü görüşü ise İmam Rabbânî (Kuddise Sirruhu) savunmaktadır. Ona göre Allah’a inanmayarak ebedî saadete ulaşmak da mücerred olarak akla ciddi bir ehemmiyet verip üzerine ebedî azabı terettüp ettirmek de hatalıdır. Dolayısıyla fetret ehli kimselerin varsa kul hakları kendilerinden alınır ve ardından mahza yokluğa intikal ederler.[14]
Görüldüğü üzere ehl-i fetret hakkında ulema farklı görüşlere gitmiştir. Bu kimseler ya imtihana tabi tutulacak ya doğrudan cennete ya da yaratıcıyı aklını kullanarak bulmak suretiyle cennete aksi halde cehenneme veya ne cennete ne de cehenneme gidecektir. Doğrusunu Allah (Azze ve Celle) bilir.
[1] Muvaffak Ahmed Şükrü, Ehlü’l-Fetre, s. 61; Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 121.
[2] Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c. 3, s. 18; İbn Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, s. 466; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 10, s. 628.
[3] İbn Teymiyye, el-Cevâbu’s-Sahîh limen Beddele Dîne’l-Mesîh, c. 1, s. 312.
[4] İbn Kayyımi’l-Cevziyye, Tarîku’l-Hicreteyn, s. 689.
[5] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 5, s. 58.
[6] Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 20, s. 312.
[7] Suyûtî, Mesâliku’l-Hunefâ fî Vâlideyi Mustafa, s. 15.
[8] Muhammed Senâullah el-Mazharî, et-Tefsîru’l-Mazharî, c. 4, s. 231.
[9] Gazâlî, Faysalü’t-Tefrika beyne’l-İslâm ve’z-Zendeka, s. 103.
[10] Mustafa Sabri, Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi, s. 79.
[11] Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 214; Beyâzîzâde, İşârâtü’l-Merâm, s. 59.
[12] Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Te’vilatu’l-Kur’ân, c. 7, s. 19.
[13] Nureddîn es-Sâbûnî, el-Kifâye fi’l-Hidâye, s. 52.
[14] İmam Rabbânî, Mektubât-ı Rabbânî, 259. Mektup.