Soru-Cevap

Evrim Teorisi ve İslam -3-

Fosiller ve Yapılan Bazı Sahtekarlıklar

Evrim Teorisi ve İslam -2- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Evrimcilerin Başlıca İddiaları

İlgili teoriyi savunanlar genelde fosiller, genetik yapının benzerliği ve körelmiş organlar gibi birtakım gerekçeleri göstererek bu kurama inanırlar. Bu başlık altında bunları inceleyeceğiz.

1. Fosil

Fosiller, çok öncelerde yaşayan canlıların gün yüzüne çıkarılmış kalıntılarıdır. Evrim teorisine göre -sıçramalı ve kesintili dengeyi savunanları kastetmiyoruz- canlılar çok küçük değişimlerle günümüzdeki hallerine ulaşmışlardır. Dolayısıyla teorinin ispatı sadedinde fosiller son derece ehemmiyet arz etmektedir. Yani her bir türün önceki hali veya çok çok sayıda ara form örneklerinin bulunması gerekmektedir.

Heykel Örneği

Bu durumun daha kolay anlaşılması için şöyle bir örnek verebiliriz: Normal bir insanın vücut ölçülerinde bir heykel yapmak istediğinizi varsayın. Heykel yapımında kullandığınız malzeme de hızlı donuyor. Dolayısıyla yaptığınız her hatada heykel istediğiniz ölçüde olmadığından baştan yapmanız gerekiyor. Hatalı olan heykel ise atılıyor. Yaptığınız hatalardan ders çıkardığınızdan bir önceki heykelde yaptığınız hatayı tekrarlamıyor; olması gereken insan vücut ölçülerine ulaşıncaya kadar heykel yapımına devam ediyorsunuz. Burada istediğimiz ölçüde heykeli elde ettiğimizde bir adet ideal ölçülü heykele karşılık geriye birçok hatalı heykel kalıntısı bırakmış oluruz. İşte bunun gibi evrimci anlayıştaki kademe kademe değişim ve doğal seleksiyonla ideal olanın elde edilmesine kadar geçen süreçte birçok canlı elenmiş, nihayetinde tabiata uyum sağlayan bir tür meydana gelmiştir. Bu durumda haliyle hem ara geçiş formu oluşacak hem de tür içindeki değişiklikleri aşama aşama gösterecek yığınla fosille karşılaşmamız gerekecektir.

Darwin bu hususta şöyle der: “Ama bu kurama göre yerkabuğunda gömülü, sayısız ara geçiş formu olması gerektiği halde onları neden bulamıyoruz? Bu soruyu, jeolojik kayıtların yetersizliği konusuna ayrılan bölümde irdelemek daha doğru olacak; ama şimdilik sadece, yanıtın kayıtların sanıldığından da eksik olmasında yattığını belirtmekle yetineceğim…”[1] Yani Darwin haklı bir şekilde neden çok fazla sayıda ara geçiş formu olmadığını sormakta ve cevap olarak da bunu jeolojik kazıların yetersizliğine bağlamaktadır. Peki bu sorun çözülmüş müdür?

Prof. Dr. David Raup, Darwin’in döneminde karşılaşılan, evrim teorisinin çıkarılan fosillerle uyuşmama sorunun halen geçerli olduğunu itiraf eder.[2]

Nature’ın baş bilim editörü Henry Gee 1999’da samimi bir itirafta bulunmuş ve şöyle söylemiştir: “Hiçbir fosil nüfus kağıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki, atalık ve türeme yoluyla onların olası bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz.”[3]

Mesele sadece ara geçiş fosillerinin varlığı veya yokluğu değildir. Ünlü evrimci biyolog Ernst Mayr “Biyolojiyi Eşsiz Yapan Nedir?” isimli kitabında, “zamanın boyutlarını içeren, yaşayan dünyanın bütün yönlerine dair bir açıklamayı elde etmek için özellikle deney yapmanın mümkün olmadığı durumlarda evrim biyolojisinin kendi metodolojisini kurduğunu” yani bazı tarihi hikayelerini geliştirdiğini belirtir.[4]  Yani ara form zannedilen bir fosil illa kendi kabul ettikleri bir canlının atası, torunu veya geçiş formu olmayabilir. Yine kendi hayallerine göre resmettikleri yapıda da olmayabilir. Zira bulunan fosillerin kahir ekseriyeti bir canlının tüm iskelet sisteminden ziyade birkaç kemik kırıntısından ibarettir. Nitekim National Geographic dergisinin 2015 yılında yayımlanan bir makalesinde 243 milyon yıl önceye kadarki periyotta modern insan ve yakın atalarına (Homo) atfedilen fosillerin oldukça seyrek olduğu ve bu kalıntıların hepsini küçük bir ayakkabı kutusuna koyduktan sonra bile bir çift ayakkabının daha sığabileceği bir boşluğun kalacağını belirtir.[5] Aynı şekilde insana ait fosillerin parça parça oluşu ve bağlantısızlığı sebebiyle Harvard’lı hayvan bilimci Richard Lewontin, -fosil bilimcilerin iyimser açıklamalarına rağmen- hiçbir hominidin (insansı maymun) bizim doğrudan atamız olarak gösterilemeyeceğini söylemektedir.[6]

Hank Hanegraaff insanın atalarına ait olduğu iddia edilen bir fosil parçaları hakkında şu yorumu yapmaktadır: “Ortada bir kafatası başlığı, bir uyluk kemiği, üç adet diş ve büyük bir hayal kurma yeteneğimiz dışında bir şey yok.”[7]

Hal böyle olunca bulunan kırıntıları yorumlamak, durumu son derece subjektif hale getirmektedir. Bu sebeple bazı bilim adamları elde ettikleri bulguların yorumlanmasında tarafsızlığını koruyamazlar.

Lipson şöyle demektedir: “Aslında evrim, bir anlamda bilimsel bir din haline geldi. Bilim adamları bunu kabul etti ve birçoğu evrim teorisi ile uyumlu olması için gözlemlerini eğip bükmeye hazırlandılar.”[8] Aynı şekilde Kuhn da bilim insanlarının çalışmalarına başladıkları zamanki öngörülerini haklı çıkarmak için gerek materyalleriyle gerekse teorilerindeki denklemlerle oynamaktan kaçınmadıklarını belirtir.[9]

Jonathan M. Marks “maymunları insanlaştırma ve insanları maymunlaştırma” gibi safsatalara karşı dikkatli olunması gerektiğini söylemiştir.[10] Harvard Üniversitesi’nden fiziksel antropolog Earnest Albert Hooton’ın, bu sözde çizimlerin hiçbir değeri olmadığı ve kamuoyunu yanlış yönlendirdiğine dair ifadesi ise[11] hala geçerliliğini korumaktadır.

Yapılan Bazı Sahtekarlıklar

Bu başlık son derece önemli ve dikkat çekicidir. Objektifliğin timsali olarak bize sunulan bilim insanları, teorilerini ispat etmek sadedinde tarihte birçok sahtekarlığa imza atmışlarsa da biz birkaç tanesini zikretmekle iktifa edeceğiz.

1. Archaeoraptor

1999 senesinde National Geographic, tüylü dinozorların, kuşların atası olduğunu ispat sadedinde bir fosil bulduklarını iddia etti ve Archaeoraptor isminde bir fosil tanıttı. Fakat bu fosil sahteydi. Çinli bir paleontolog bir dinozor kuyruğu fosili ile primitif bir kuşa yapıştırmıştı.[12] Aslında sahte fosilcilik, bilim camiasında ender rastlanan bir şey değildir. North Carolina Üniversitesi’nde evrimci bir biyolog olan Alan Feduccia şöyle demektedir:

Archaeoraptor, buzdağının yalnızca görünen kısmı. Etraf sahte fosillerden geçilmiyor ve bu, tüm sahanın adını lekeliyor. Bu fosillerin sergilendiği yere gittiğinizde hangisinin gerçek, hangisinin sahte olduğunu bilemiyorsunuz. Kuzeydoğu Çin, bu son tüylü dinozorların bulunduğu yatakların yakını, Liaon bölgesi, bir sahte fosil üretim merkezi.”[13] Feduccia’nın bu sözleri neye ne kadar güveneceğimiz hususunda bize ışık tutmaktadır.

2. Piltdown Adamı

Evrim teorisine ait en büyük sahtekarlıklardan biri de Piltdown Adamı ile ilgilidir. Şöyle ki bulunan bir fosilin 500.000 senelik, insan ile maymun arasında aranan ara form olduğu söylenmiş ve tam 40 sene boyunca müzede sergilenmiş, ders kitaplarına konu olmuş ve bilim adamlarınca atıf yapılmıştır. Fakat yapılan araştırmalar neticesinde bu fosilin aslında iki ayrı kemikten “kasıtlı” olarak bir araya getirildiği ortaya çıkmış, çene kemiğinin henüz birkaç senelik maymuna, kafatasının ise birkaç bin yıllık insana ait olduğu saptanmıştır. Kemiklere eski havası verilmesi için güzel bir boyama yapılması da elbette ihmal edilmemiştir. Bununla beraber dişlerin çeneye geçirilmesi için dişler zımparalanmıştır.[14] Eğer bu sahtekarlık, evrim teorisinin aleyhine olacak bir fosil şeklinde imal edilseydi ne kadar gündem olacağını tasavvur etmek zor değildir.

3. Nebraska Adamı

Nebraska Adamı da bu kabilden bir örnektir. 1922 senesinde fosil bilimci Henry Fairfield Osborn, Nebraska’da bir diş fosili buldu. Uzmanlar(!) bu dişin insan ile şempanze arasında bir canlının dişi olduğunu söylediler ve bu hususta birçok yayımlar ve hikayeler yazıldı. Fakat daha sonra o dişin bir domuza ait olduğu ortaya çıktı.[15]

4. Haeckel’in Embriyo Çizimleri

Haeckel, teoriyi güçlendirmek için insan ve bazı hayvan embriyolarını birbirlerine son derece yakın bir çizimle çizmiş ve türlerin aslında aynı yerden geldiğini söylemişti. Tabii daha sonra bu çizimlerin hakikat olmadığı, Haeckel’in kasıtlı şekilde böyle yaptığı ortaya çıktı. Piltdown Adamı olayının iç yüzü ortaya çıkınca ders kitaplarından çıkarılmasına rağmen Haeckel’in sahte embriyo çizimleri enteresan bir şekilde hala bazı evrim kitaplarında yer alabilmektedir. Ünlü evrimcilerden Stephen Jay Gould modern kitaplarda hala bu meselenin varlığını “hayret edilecek ve utanılacak bir durum” olarak değerlendirir.[16]

Zikrettiğimiz bu sahtekarlıklar evrim teorisi adı altında öne sürülen fosil ve diğer iddialar hakkında maalesef önyargılı ve şüpheci bir yaklaşıma girmemize sebep olmaktadır.

Ara Form veya Mozaik Yapı

Evrim teorisi için sudan karaya geçiş veya sürüngenlerden kanatlıların oluşması gibi spesifik hadiseler son derece ehemmiyetlidir. Kendileri yarı suda – yarı karada yaşayan herhangi bir canlı için veya kanatları olan bir dinozor fosili bulduklarında bunu “ara form” olarak isimlendirmekte ve evrim teorisi için delil olarak öne sürmektedirler. Halbuki burada ince bir nüansı kaçırdıklarını ifade etmeliyiz. İşte bu başlıkta kısaca bu meseleyi inceleyeceğiz.

Mekanik Saat – Elektromekanik Saat – Elektronik Saat

Konunun daha net anlaşılması için bir canlı sisteminden, çok daha basit yapıdaki cansız sistem üzerinden örnek verilecektir.

Üç adet saat düşünün: Mekanik saat, elektro mekanik saat ve elektronik saat. Bu seri üzerinden meseleyi şöyle anlatalım:

Mekanik saatin enerji kaynağı %100 mekanik olan yay, işletme mekanizması %100 mekanik olan çark, zaman ölçümü %100 mekanik olan tabla çarkı veya sarkaç, göstergesi ise %100 mekanik olan kollu akrep ve yelkovandır.

Elektro-mekanik saatin enerji kaynağı %100 elektronik olan pil, işletme mekanizması %100 elektronik olan elektromanyetik bobinler – tansistör vs., zaman ölçümü ya %100 elektronik olan kuvars ya da %100 mekanik olan diyapazon, göstergesi ise %100 mekanik olan kollu yelkovan ve akrep.

Elektronik saatin enerji kaynağı %100 elektronik olan pil, işletme mekanizması %100 elektronik olan entegre devri, zaman ölçümü %100 elektronik olan kuvars, göstergesi ise %100 elektronik olan diyotlu ya da sıvı billuru dijital gösterge.

İlk bakışta bir bütün olarak değerlendirildiğinde elektromekanik saat yapısı bir ara form örneği gibi görünse de aslında durum göründüğü gibi değildir. Çünkü elektromekanik saatin yapı sistemleri ayrı ayrı ele alındığında ya %100 mekanik ya da %100 elektronik saattir. “Mozaik yapı” olarak tanımlanan bu durumda ele alınan hiçbir sistem, mekanik saatle elektronik saat arasında bir geçiş yapısı sergilemez. Bu nedenle gerçek ara geçiş formu değildir, aldatıcıdır. Gerçek anlamda bir ara geçiş formu olması için yarı gelişmiş bir pil, yarı gelişmiş entegre devre, yarım bir dijital gösterge paneline vs. sahip olmalıdır.

Tüm bu sebeplerle mekanik> elektro mekanik> elektronik seri geçişleri biçimindeki evrim sürecini gerçekleştirmek mantık dışıdır. Zira yeni ve faydalı bir aşamayı sağlamak üzere mekanik saate yapılacak kısmî bir elektronik ilavenin ne anlamı vardır? Ya da ilerde oluşacak elektronik parçaya yer açmak üzere mekanik bir parçanın çıkarılması ne anlama gelir? Bunun cevabı şudur; saat anında işlemez hale gelir. Kısaca birbirleriyle ilişkili yapılar bütünüyle vardır. Bazılarının olup bazılarının olmaması sistemi işlevsiz kılar. [17]

İşte ara form zannedilen canlılar hakikatte mozaik yapıdaki canlılardır. Örneğin akciğerli balık, balıklardan amfibilere geçiş; sürüngenlerden memelilere geçiş ara form olarak görülür. Bu hususta Denton şöyle demektedir: “Akciğerli balık ve amfibiler arasında, bir delikliler ve sürüngenler arasında, peripatus ve artopodlar arasında hiçbir ara geçiş ile bağlanamayacak kadar müthiş farklar vardır. Akciğerli balık klasik bir örnektir. Yüzgeçleri, solungaçları ve spiral valf taşıyan bağırsağı ile balık gibi; fakat akciğerleri, kalbi ve larva aşaması amfibi gibidir… Akciğerli balık, balık ve amfibi karakterleri karışımı göstermesine karşın, gerçek bir bakış açısıyla karakterler teker teker ele alındığında, onlar hiç de iki tip arasında bir geçiş değildir.”[18]

Archaeopteryx Örneği

Archaeopteryx fosili ilk bulunduğunda evrimciler açısından surûr vesilesi olmuştur. Zira onlara göre Archaeopteryx, dinozor ve kuşlar arasında tam bir ara form özelliği sergilemektedir. Çene, pençe ve omurlu bir kuyruğu ile dinozora; kanat yapısı ve tüyleri ile tam bir kuşa benzemektedir.

İşte yarı dinozor – yarı kuş olduğu, bu yüzden de bir ara form olduğu iddia edilen Archaeopteryx, aslında mozaik yapıya güzel bir örnektir. Zira kendisinde dişlerin bulunduğu bir çene, yirmi omurlu bir kuyruk, kanatlar üzerindeki pençeler (bazı modern kuşlarda da görünmektedir) ile günümüz kuşlarından farklı bir yapı sergileyebilmektedir. Lakin uçuşa uygun kanatları, lades kemiği (furcula), tüylerin formu bu hayvanın tam anlamıyla bir kuş olduğunu göstermektedir. Nitekim Olson ve Feduccia şöyle söylemektedir:

Sonuç olarak, Archaeopteryxin sağlam lades kemiği -furculası- iyi gelişmiş bir göğüs -pectoralis- kası için uygun bir çıkış noktası oluşturacaktı. Daha da ötesi Supracoracoideus kası ve bu nedenle kemikleşmiş bir sternum, kanadın aşağı yukarı hareketini sağlamak için gerekli değildir. Dolayısıyla Archaeopteryxin bir kara hayvanı olduğu geçersiz hale gelmiştir. Archaeopteryxin göğüs kemerinde onun kuvvetli bir uçucu olmasını engelleyecek hiçbir şey yoktur.”[19] 

Tam anlamıyla bir kuş olan ama nesli tükenmiş Archaeopteryx, zannedildiği gibi modern kuşların atası da değildir. Nitekim Ostrom ile Jansen, 1977 yılında bulunan Archaeopteryx ile aynı yaşta fakat modern bir kuş fosilinden söz eder. Bu bulguyu inceleyen Ostrom, modern kuşların atasının Archaeopteryxten daha önce var olması gerektiğini ifade eder.[20] Yani Archaeopteryx modern kuşların atası olmadığı gibi dinozor-kuş arasında bir ara form olmayıp pençe ve kanat yapısı ile mozaik yapıda olan ve tarihte yaşamış, ardından nesli tükenmiş bir kuş türüdür.

Devam edecek…


[1] Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 176

[2] David Raup, “Conflicts between Darwin and Paleontology”, s. 22-29.

[3] Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond The Fosil Record to a New History of Life, New York, 1999.

[4] Ernst Mayr, What Makes Biology Unique? Considerations on the Autonomy of a Scientific Discipline, s. 24-25.

[5] Jamia Shreeve, “Oldest Human Fossil Found, Redrawing Family Tree”, National Geographic, 2015.

[6] Richard Lewontin, Human Diversity, s. 163.

[7] Hank Hanegraaff, The Face That Demonostrates the Farce of Evolution, s. 52.

[8] H. S. Lipson, “A Physicist Look At Evolution”, s. 31.

[9] Thomas S. Kuhn, The Function of Dogma in Scientific Research, s. 356.

[10] Jonathan Marks, What It Means to Be %98 Chimpanzee: Apes, People and Their Genes, xv.

[11] Earnest Albert Hooton, Up from the Ape, s. 329.

[12] Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü?, s. 81.

[13] Kath A. Svitil, “Plucking Apart the Dino-Birds”, Discover, 2003.

[14] Walsh, John Evangelist, Unraveling Piltdown: The Science Fraud of the Century and Its Solution, New York, Random House.

[15] Daha fazla örnekler için bkz. Duane T. Gish, Fosiller ve Evrim, çev. Adem Tatlı, Cihan Yayınları, İstanbul, 1984.

[16] Stephen Jay Gould, Abscheulich, Atrocious, s. 46.

[17] Gufran Koyuncu, a.g.e, s. 75-76.

[18] Michael Denton, Evloution: A Theory in Crisis, s. 189.

[19] Storrs L. Olson and Alan Feduccia, ‘Flight Capability and the Pectoral Girdle of Archaeopteryx’, s. 248.

[20] Science News, ‘Bone Bonanza: Early Bird and Mastodon’, pp. 198.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu