Allah (Celle Celâlühü), insanoğlunu karanlıktan aydınlığa çıkaracak bir kitap indirmiş, onlara rehberlik yapacak, yaratılış gayelerine uygun bir şekilde amel etmelerini sağlayacak peygamber göndermiştir.
Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hayattayken Müslümanlar ihtilaf ettikleri meseleleri kendisine sorar, o da bu ihtilafları çözüme kavuştururdu. Peygamberin vefatından sonra ise Müslümanlar arasında ihtilaflar zuhur etmiş. Her fırka kendi anlayışının doğru olduğunu savunmuş ve diğer anlayış sahiplerini doğru yoldan ayrılmakla itham etmiştir.
İslam tarihine baktığımızda bu ihtilafların en temelinin tekfir meselesi olduğunu görürüz. Sıffin Savaşı’nda, Haricilerin hakem olayı neticesinde hakeme başvurulmasına rıza gösteren ashabı tekfir etmesiyle başlayan tekfir meselesinin, sahabe devrinin sonlarına doğru ortaya çıktığını söylemek mümkündür.[1]
Daha sonra itikadî birtakım kavramları aklın ışığında yorumlayarak ortaya çıkan Mutezile, büyük günah işleyen kimselerin ne Haricilerin iddia ettikleri gibi kâfir, ne de Mürcie’nin iddia ettiği gibi, işlediği büyük günahın kendisine hiçbir zararı olmayan bir mümin olduğunu iddia etmiş; böyle birinin iman ile küfür arasında fısk denilen üçüncü bir mertebede olacağını savunmuştur. Tekfir düşüncesi süreç içerisinde bir ekol olarak yaygınlık kazanmıştır.[2]
Ölçüsüz Tekfircilik veya Ölçüsüz Tekfirsizlik
Zahiri Mümin olup tartışmasız bir şekilde küfrü icap ettirecek inanç, söz veya fiiline rastlanmayan birine “Kâfir” demenin kişiyi kâfir yapması gibi, zahiri münakaşasız küfür olup, o küfrü hükümsüz kılacak îmânî ve İslâmî söz veya fiiline şâhit olunmayan birine “Mümin” demek de bu sözün sahibini kâfir yapar. Birincide imana “Küfür”, ikincide de küfre “İman” denilmiş olur ki, her ikisi de küfürdür. Yani ölçüsüz tekfircilik gibi ölçüsüz tekfirsizlik de İslam’ın değil, bu cehaletin meyvesidir.
Lügat ve Istılahta Küfür ile Tekfir
Küfür lügatte, “örtmek, gizlemek, nankörlük etmek” anlamlarına gelir. Terim olarak ise; “zarurâtı diniyyeden olduğu katiyetle bilinen şeylerin tamamını veya bir kısmını tasdik etmemek”[3], “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak.”[4] demektir. Bu kökten gelen tekfir ise; “küfre nispet etmek, mümin diye bilinen bir kişi hakkında kâfir hükmü vermek” demektir.
Küfrü Gerektiren Söz ve Davranışlar
Allaha şirk koşmak, Allah’ı inkâr etmek, onun sıfatlarından birini bilerek inkâr etmek, Allah’ı büyüklüğüne ve ulûhiyetine uygun olmayan bir şekilde vasıflamak, Allah’a açıkça noksanlık ve acizlik isnat etmek küfrü gerektiren hususlardır.[5] Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Allah’ın el, yüz, istiva gibi haberi sıfatların zahiri anlamlarından yola çıkarak, Allah’ı yarattıklarına benzetmek, O’nun cisim olduğuna inanmak da küfür olarak kabul edilmiştir.[6]
Zarurât-ı Diniyye
Dinin esaslarından birini veya bazısını inkâr etmek de küfürdür. Zaruratı diniyyeden olan esaslardan, mesela namazın, zekâtın, haccın orucun farzıyeti; zinanın, adam öldürmenin, içki içmenin haram oluşu gibi emir ve yasaklardan birini kabul etmemek küfürdür Farzların ve haramların farz ve haram oluşlarında şüphe etmek de onları inkâr gibi kabul edildiğinden küfür sayılmaktadır.[7]
Kişiyi küfre düşüren inançlardan biri de haram oluşu kesinlikle bilinen bir şeyin helal; helal olduğu kesin olarak bilinen bir şeyin de haram olduğuna inanmaktır.[8] Çünkü böyle bir inanç Allah’ı, Rasûlünü ve onun haber verdiği şeyleri yalanlamaktır.[9]
Feri meselelerde olsa bile Hz. Peygamberi yalanlama söz konusu olursa bu küfür olmaktadır. Mesela birisi çıkıp “Allah’ın hac için ziyaret edilmesini emrettiği ev Kâbe değildir” derse tevatüren sabit bir meselede peygamber efendimizi yalanladığı[10] için tekfir edilir.[11]
İnkâr, kalpteki tasdiği ortadan kaldıran kalbin yalanlamasıdır. Fakat vahiy kesildikten sonra, kalpte bulunanları kesin bilmeye yol yoktur. Şeriat da hükümlerini görünür alametler üzerine bina etmiştir.
Küfre Düşüldüğünü Gösteren Alametler
Tekzip (İnkâr ve Yalanlama)
“Puta tapmak”, “Zünnar bağlamak”, “Allah ve Rasûlüne hakaret etmek”, “Bir peygamberi öldürmek”[12] “Allah’a itaati reddetmek”[13] mushafı pisliğe atmak[14] gibi bazı fiiller şeriat tarafından inkâr alameti sayılmıştır. Bu gibi bazı söz ve fiilleri izhar edenlerin kâfir olacağı hususunda icmâ vardır. [15]
İstihfaf ve İstihza
Şer-i şerifin esas ve alametlerinden birisinin bile hafife alındığını (istihfaf) ve dalga geçildiğini (istihza) gösteren herhangi bir söz ve eylem de inkâr manasına gelir ve kişinin tekfir edilmesine sebep olur.
İman sadece nazarî bir biliş olmayıp tazimi de içinde barındırır. Bu yüzden bir kişinin istihfaf ve istihzaya delalet eden söz ve fiilleri izhar etmesiyle küfre düştüğü anlaşılır. Fetva kitaplarında bu esasa göre değerlendirilen birçok furû meselesi bulunmaktadır.
İbadeti tenbellikten değil de küçümseyerek ve hafif görerek terk eden,[16] Nebi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bir sünnetini veya hadislerinden bir hadisi beğenmeyen,[17] bir hadisi (sübutunu ve manaya delaletini kabul ve teslimden sonra) hafife alan, mesela bir hadi- si işittiğinde hafife alarak: “Ben bunu çok işittim.” diyen,[18](kendince de sabit) bir sünneti fazlalık olarak ya da çirkin görerek terk eden,[19] hülasa Cenâb-ı Hakk’ı, Din-i Mübin-i İslam’ın herhangi bir hükmünü, Kâinat- ın Efendisi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve onun sünnetini küçük görecek ve dalga geçecek bir şey söyleyen ya da yapan kâfir olur.[20]
Ölçüsüz Tekfirin Tehlikesi
Kitâp ve Sünnet’ten bir delil olmaksızın Müslüman bir kimseyi tekfir etmek son derece tehlikeli ve yasaklanmış bir iştir. Zira küfür hükmünü vermek, Allah ve Rasûlü için hüküm vermek demektir. Dolayısı ile Allah’ın ve Rasûlünün kâfir olduklarını beyan ettiği kimseler dışında hiç kimse tekfir edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: “Sen mümin değilsin” demeyin.” (Nisâ:94)
Allah Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.” (İsrâ: 36)
Bilindiği gibi Nebi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in bizzat kendisi ölçüsüz tekfir etmenin tehlikesine dikkat çekmiştir: “Kim kardeşine: ‘Ey kâfir!’ derse, şüphe yok ki bu söz ikisinden birisine döner (ve ikisinden biri kâfir olur).”[21]
Bu ve bunun gibi ikazları dikkate alan ulemamız bu meselenin sınırlarını çizen izahlar yapmış, kaideler belirlemişlerdir. “Ehl-i kıble tekfir edilmez.”, “Bir meselede yüz ihtimalden doksan dokuzu küfrü, biri İslam’ı gerektiriyorsa tekfir edilmez.”, “Lüzum-u küfür küfür değil, iltizam-ı küfür küfürdür.” Kaideleri bunların en bilinenleridir.
Yine Müslüman olduğu bilinen bir kimsenin dinden çıktığını ilân etmek büyük mesuliyet gerektirir. Zira hakkında küfür hükmü verilen kimse artık mürted sayılacağı için dünya hayatında Müslümanlara tanınan haklardan mahrum olur. Böyle bir insan Müslüman bir kadınla evlenemez, evli ise de hukuken boşanmış kabul edilir. Bu hal üzere ölürse cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına defnedilmez, kendisiyle akrabası arasında veraset hükümleri yürütülmez, ahirette ebedî olarak cehennemde kalır. Bu bakımdan bir mümin hakkında tekfir hükmü verirken çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket etme zorunluluğu vardır. [22]
O halde Müslümanın görevi, Allah’ın yoluna basiret üzere davet etmektir. İnsanların içinde gizlediklerini araştırıp hakkında hüküm vermek değildir. Her kim iki şehâdeti telaffuz eder ve gereklerince amel ederse, Kitap ve sünnetten bir delile ve ümmetin âlimlerinin üzerinde görüş birliği halinde bulundukları icmâya göre, kendisini İslâm dairesinden çıkartacak bir amelde bulunmadıkça yahut böyle bir söz söylemedikçe; zahiren onun müslüman olduğuna hüküm verilir.
Bununla birlikte herhangi bir gerekçeyle “Tekfirden uzak durmalıyız.” demek, “ne olursa olsun, hangi ameli yaparsa yapsın kesinlikle bir Müslüman tekfir edilemez” demek değildir. Zira eğer küfür var ise tekfir de olmak zorundadır. Eğer “Tekfir yok” denilirse “Küfür de yok” denilmiş olur. Unutulmamalıdır ki başka dinlerin inançlarına sahip olanların ve o dinlere göre amel edenlerin kâfir olarak nitelendiği onlarca, yüzlerce âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmaktadır.
Mesela “İsâ (Aleyhisselâm) Allah’ın oğludur.”, “Allah üçün üçüncüsüdür.” diyen Hristiyanlar, “Üzeyir (Aleyhisselâm) Allah’ın oğludur.” diyen ve peygamberlerini katleden Yahudiler, puta tapan ve Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr eden Mekke müşrikleri. Bunların hepsi Allah ve Rasulünün diliyle tekfir edilmiştir.
Yani bazı söz ve fiilleri tekzip ve inkâr alameti sayan bizzat şeriattır. Eğer küfür sayılan bu alametlerin küfür olmadığı istisnâî yerler olacak ise bunu da ancak şeriatın kendisi belirleyebilir.
Tekfiri Hak Edeni Tekfir Etmenin Gerekliliği
Burada çekinmeden küfrünü ortaya koyanları tekfir etmemiz ve batınları iman bakımından harap olsa bile zahirlerinde Müslüman olanları tekfir etmekten çekinmemiz gerekir. Çünkü böyleleri İslam örfünde dilleriyle iman ettik deyip kalpleri iman etmemiş olan veya amelleri sözlerini yalanlayan “Münafıklar” diye isimlendirilmektedir. Onlar hakkında zahirlerinin gereği olarak dünyada Müslümanlara uygulanan hükümler uygulanır. Ahirette ise batınlarında gizledikleri küfür yüzünden cehennemin en alt basamağındaki yerlerine giderler.[23]
Dini terk etmek bir suç teşkil ettiğine göre bu suçu işleyenin kâfir olduğuna hükmedilmeli, İslamî hükümlerin gayelerinden biri olan adaletin tecellisi sağlanmalıdır. Ayrıca irtidat eden şahıs, Allah’ın Müslüman kulu üzerindeki hakkını çiğneyerek en büyük suçu işlemiştir. Bu suç şüphesiz ki, diğer suçların da en büyüğüdür.[24] Yalnız hatıra şöyle bir soru gelebilir: İkisi de Müslüman olmadıkları halde İslâm toplumunda yaşayan bir gayr-ı müslim zimmi öldürülmezken, mürted niçin öldürülüyor? es-Serahsi’nin de dediği gibi[25] mürted, önce Müslüman idi. İslamiyet’in kudsiyetini, cihanşümûllüğünü, insaniliğini, sadra şifa olacak yegâne din olduğunu bildiği halde sırf dünya menfaati, hased, kin vb. gibi düşüncelerle dinini terk etmiştir. Böyle bir şahıs Müslümanken gerçeğin hangi tarafta olduğunu öğrenmiştir. Hâlbuki gayr-ı müslim bir zımmi içi saydıklarımız söz konusu değildir.
Yine çeşitli sebeplerle küfre düşen kişi tekfir edilmeyecek ve suçunun cezasını görmeyecek olursa İslam toplumunda düşünce, söz ve hareketleri ile Kur’an’ın adam öldürmekten daha şiddetli bir suç saydığı[26] birtakım fitne, kargaşa ve düzensizliğin çıkmasına sebep olacak, toplum huzuru kaçacak bu sebeple de müslümanların dini vecibelerini düzenli bir şekilde yerine getirmeleri engellenmiş olacaktır.[27] Bu zikredilen sebeplerden dolayı hak eden kimsenin tekfir edilmesi de gerekmektedir.
[1] Abdulkahir el-Bağdadi, el-Farku Beynel Fırak, s.119, Nşr: Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Kahire
[2] Eş‘arî, Maķālât c.1, s.4-5; c.2, s.452
[3] Sadettin et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekasıd c.2, s. 267, 2 cild, İstanbul; Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf c.3, s.253, 3 cild, 1311, İstanbul.
[4] el-Gazali, el-İktisad fi’l-İtikad, s.112, Mısır; Sadettin Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s.140
[5] Beyâzî, İşaretü’l-Meram s.307, Birinci Baskı, 1425/2004.
[6] Beyâzî, İşaretü’l-Meram s.200
[7] Abdulkahir el-Bağdadi, el-Farku Beynel Fırak, s.345; Aliyyu’l-Kari Şerhu’ş-Şifa, c.2, s.522, 2 cild, İstanbul, 1309.
[8] Sadettin Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s. 148, İstanbul, 1326; Aliyyu’l-Kari Şerhu Fıkhı’l-Ekber, s.64, Mısır, 1323.
[9] Sadettin Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s.142, 148, 190
[10] el-Gazali, el-İktisad fi’l-İtikad, s.113, Faysalu’t-Tefrika Beyne’l-İslam Ve’z-Zındıka, s.57, Nşr: Mustafa el-Kabbani ed-Dimeşki, Mısır; Sadettin et-Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s.142
[11] Prof.Dr. Ahmet Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, s.237-238 Marifet yayınları, 2000.s.136,137, 194
[12] Sadettin et-Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s.142. Kestellî Hâşiyesi ile beraber; Allâme Hayâlî, Hâşiyetü Şerhi’l-Âkâid, s.98; Allâme Hıdır ibnü Celâl, el-Kasîdetü’n-Nûniyye, Hayâlî, Şerhu’l-Kasîdeti’n-Nûniyye, Dâvûd el-Karsî, Şerhu’l-Kasîdeti’n-Nûniyye s.120; Uryânî, Şerhu’l-Kasîdeti’n- Nûniyye, s.156.
[13] Enver Şâh el-Keşmirî, İkfâru’l-Mülhidîn an Zarûriyyâti’d-Dîn, s.174- 175, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, Birinci Baskı, 1431.
[14] Sadettin Taftazânî, Şerhu’l-Âkâid, s. 142
[15] Adudiddîn el-Îcî, el-Mevâkıf, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu’l- Mevâkıf, ile birlikte basılı, c.8, s.361-362; Keşmirî, İkfâru’l-Mülhidîn an Zarûriyyâti’d-Dîn, s.113-175.
[16] İbnü Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s.217, Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1424.
[17] Muhammed ibnü Ahmed Nişancızâde, Nûru’l-Ayn fî Islâhı Câmi‘i’l- Fusûleyn, Mahtut, Ezheriyye Kütüphanesi, c.2, s.293, Dâru’l-Kütüb, no:216/6, vr: 267/a, b, c.3, s.183.
[18] İbnü Şihâb el-Kerderî el-Bezzâzî, el-Câmi‘ü’l-Vecîz fî Mezhebi’l- İmâmi’l-A‘zam Ebî Hanîfeti’n-Nu‘mân, c.6, s.823.
[19] İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, s.313, el-Müsâmere ile birlikte basılı, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1979.
[20] İfrat ve Tefrit arasında İman ve Küfür, s.78, İsmailağa Telif Heyeti, Sirac Yayınevi, 2015
[21] Mâlik, el-Muvatta, Kelâm, c.2, s.984. Hadîs-i şerîf farklı lafızlarla birçok tarik ile rivayet edilmiştir. Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, Cuma, no:6103, c.8, s.26; Müslim, Sahîhü Müslim, Îmân, no:111, c.1, s.79;
[22] Yusuf el-Kardavi, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, İstanbul, 1998: 31-32
[23] Yusuf el-Kardavi, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, İstanbul, 1998: 26-27
[24] es-Serahsî, el-Mebsût, c. 10, s.109, 30 cild, Beyrut.
[25] es-Serahsî, el-Mebsût, c. 10, s. 98.
[26] Bakara, (2:191.)
[27] Prof.Dr. Ahmet Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, s.237-238 Marifet yayınları, 2000.