Makaleler

İstigâse ile Alakalı Meseleler: Ölülerle İletişim Kurmanın İmkânı

Ölülerin hayatı ve kutub, evtâd, nücebâ ve abdâl gibi mefhumları incelediğimiz yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Bu bölümde ise “ölülerle iletişim kurmanın imkânı” meselesi incelenecektir.

Şu bilinmelidir ki Allah (celle celalühü) ister dünya ister berzah ister de ahiret hayatında olsun istediği kimseleri birbirleriyle iletişime geçirmeye kâdirdir. Allah’ın (celle celalühü) Kur’ân-ı Kerîm’deki “Allah dilediğine işittirir” (Fâtır Suresi: 22) ifadesini bu manaya bir işaret olarak değerlendirmek mümkündür. Şimdi ölülerle iletişime geçmenin imkanına delalet eden delilleri zikredelim.

Kabir Ehli ile İletişime Geçmekle Alakalı Bazı Hadis-i Şerifler

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kabristana gitti ve şöyle buyurdu: “Selam sizin üzerinize olsun ey müminlerin yurdu!  Bizler de inşallah size katılacağız. Keşke kardeşlerimizi görebilseydik.”[1]

Yine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizin amelleriniz vefat etmiş akrabalarınıza kabirlerinde arz edilir. Eğer amelleriniz hayırlıysa buna sevinirler. Eğer hayırlı değilse şöyle derler: ‘Allah’ım! Ona sana itaat etmesini ilham et.’”[2]

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kabir ehlinin haline muttali oldu ve bunun üzerine şöyle dedi: “Rabbinizin size vadettiğini buldunuz mu?” Yanındakiler, “Ölülere mi sesleniyorsun?” diye sordular. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Siz beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz, fakat onlar cevap veremiyorlar.”[3]

İmam Kastallânî (rahimehullah) bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: “Bu hadis, kabirde, azabın kendisiyle gerçekleşebileceği bir hayatın var olduğuna delalet etmektedir. Çünkü kabir ehlinin Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sesini işitmesi kabirdekilerin işitme duyularıyla sesleri idrak ettiklerini göstermektedir.”[4]

Fahruddin er-Râzî’nin (rahimehullah) Tecrübesi

Fahruddin er-Râzî (rahimehullah) el-Metâlibü’l-Âliyye isimli eserinde şöyle demektedir: “İnsan bazen rüyasında anne babasını görür, onlara bazı şeyler sorar, onlar da bu sorularına doğru cevaplar verirler. Bazen de ona hiç kimsenin bilmediği bir definenin yerini gösterirler.

Ben ilim hayatımın başlangıcında, henüz çocukken kitapta havâdis lâ evvele lehâ meselesini okudum. Rüyamda babamı gördüm. Bana, “delillerin en güzeli şöyle denmesidir: Hareket bir halden başka bir hale intikal etmektir. Hareketin tabiatı kendisinden önce başka bir şeyin olmasını gerektirir. Ezel ise kendisinden önce başka bir şeyin olmasına zıttır. Dolayısıyla hareket ile ezelin arasını cemetmek muhaldir’ dedi. Ben de babama ‘Bu delil gerçekten bu meselede verilen cevapların en güzeli’ dedim.

Şair Firdevsî ve Rüstem

Aynı şekilde işittim ki Şair Firdevsî, Sultan Mahmud b. Sebüktekin’e ithaf ettiği Şahnâme isimli eserini kaleme aldığı zaman, sultan kitabın karşılığını gerektiği gibi gözetmedi. Firdevsî’nin de buna kalbi kırıldı. Rüyasında Rüstem’i gördü ve ona dedi ki: ‘Bu kitapta beni çok övdün. Halbuki ben hayatta değilim. Senin hakkını ödemeye güç yetiremem. Fakat falanca yere gidip orayı kazarsan orada gömülü bir define bulacaksın. Onu al.’ Firdevsî der ki: ‘Rüstem’in ölü hali Mahmud’un canlı halinden daha cömertti’”[5]

Fahruddin er-Râzî (rahimehullah) el-Metâlibü’l-Âliyye isimli eserinde yine şöyle demektedir: “Şöyle hükmetmek vaciptir ki; nefis bedenden ayrıldıktan sonra hala cüz’iyyatı idrak etmeye devam eder. Bu değerli bir kaidedir.”[6]

Kabir Ziyaretiyle Faydalanmanın Keyfiyeti

Fahruddin er-Râzî, (rahimehullah) el-Metâlibü’l-Âliyye isimli eserinin “kabir ziyareti ile faydalanmanın keyfiyeti” isimli 18. bölümünde yine şöyle demektedir: “Büyük sultanlardan Sultan Mahmud b. Sâm b. Hüseyin el-Gavrî bana bu meseleyi sordu. Bu sultan güzel ahlaklı, ulemayı aşırı seven, din ve akıl ehliyle meclis tertip etmeyi seven bir zat idi. Ona bu konuda bir risale yazdım. Sana şimdi o risalede yazdıklarımın özetini aktarayım. Önce birkaç mukaddime zikretmemiz gerekiyor:

Birinci Mukaddime: Muhakkak ki biz, ruhların bedenlerden ayrıldıktan sonra var olmaya devam ettiğini, bedenlerden ayrılan bu ruhların bazı yönlerden bedenle ilişkili olan ruhlardan daha güçlü olduğunu ve bedenle ilişkili olan ruhların da ilişkisi kesilmiş ruhlara göre bazı yönlerden daha üstün olduğunu ispatlamıştık.

Bedenle ilişkisi kesilmiş ruhların üstünlüklerine gelince bu ruhlar gıdalanmaya ihtiyaç duymazlar. Onlara gayb alemi ve ahiret menzilleri açılır. Bedenle alakalıyken burhanî olan bilgiler bedenle alaka kesildikten sonra zaruri bilgi seviyesine yükselirler. Çünkü ruh bedendeyken bir sıkıntı ve örtü altındadır. Beden gidip de ruhlar hür kalınca parlarlar ve bedenden ayrılan ruhlar için bu ayrılık yolu ile bir kemal ve olgunluk meydana gelir.

Bedenle ilişkili ruhlarsa ilişkisi kesilmiş ruhlara göre başka yönlerden güçlüdürler. Bu ruhlarda fikretme ve düşünme aracılığıyla hala kesp ve talep kuvveti devam etmektedir. Bu sayede her gün yeni bilgiler öğrenmektedirler. Bu güzel durum bedenden ayrılan ruhlar için mümkün değildir.

İkinci Mukaddime: Ruhun bedenle alakası şiddetli bir aşka benzer. Bundan dolayı ruh dünyada sahip olmak istediği her şeyi bedeni rahata erdirmek istediği için arzular. İnsan öldüğü ve ruh bedenden ayrıldığı zaman ise bu istek ve aşk yok olmaz. Belki ruhlar bedene karşı şiddetli bir meyil duyarlar. Bu bizim geride ispatladığımız natık ruhların cüz’iyyatı idrak ettiği ve öldükten sonra da bu idrakin devam ettiği görüşüne binanendir.

Bu mukaddimeler anlaşıldıysa deriz ki; bir insan, ruhu kuvvetli, tesir ve kemal sahibi olan bir zatın kabrine gidip de orda bir an durduğunda ruhu bu kabirden etkilenir. Nitekim geride ölünün ruhunun o kabirle bir alakası olduğunu zikretmiştik. Bu durumda canlı olan bu ziyaretçinin ruhu ile ölünün ruhu arasında kabir başındaki birliktelik hasebiyle bir buluşma meydana gelir ve bu iki ruh karşılıklı duran ve her birinin ışığı diğerine yansıyan iki cilalı ayna gibi olur. Dolayısıyla canlı olan bu ziyaretçinin ruhundaki burhanî ve kesbî bilgiler ve Allah’a (celle celalühü) itaat etmek O’nun kazasına razı olmak gibi yüce ahlaklardan bir nur ölünün ruhuna yansır. Ölünün ruhundaki parlak ve kamil ilimlerden bir nur da ziyaretçinin ruhuna yansır. Böylece bu ziyaret her iki taraf için de büyük bir fayda ve sevince sebep olur. İşte kabir ziyaretinin meşru olmasının asıl sebebi budur. Ziyaret esnasında zikrettiklerimizden daha gizli ve kapalı sırların zuhur etmesi uzak görülmemelidir. Eşyanın hakikatini tamamen bilmek Allah’a (celle celalühü) mahsustur.”[7]

Cüz’î İdrak

Allame Taftazânî (rahimehullah) Şerhu’l-Mekâsıd isimli eserinde buyurdu ki: “İslam kaidelerine göre ruh bedenden ayrıldıktan sonra bir takım cüz’î idraklere sahip olur ve canlıların, özellikle de hayattayken tanıştığı kişilerin bazı hallerine muttali olabilir. Bundan dolayı vefat etmiş olan hayırlı insanların kabirlerini ziyaret edip ruhlarından yardım istemek hayırlara nail olmak ve şerlerden kurtulmak hususunda ziyaretçiye fayda sağlar. Zira öldükten sonra da ruhun bedenle ve bedenin defnedildiği kabirle bir alakası vardır. Dolayısıyla canlı biri bu kabri ziyaret ettiği ve ruhuyla ölünün ruhuna teveccüh ettiği zaman iki ruh arasında bir buluşma ve feyiz aktarımı meydana gelir.”[8]

Bir Şüphe ve Cevap

Bazı muhaliflerimiz ölülerin canlıları işitmesinin mümkün olmadığına dair şu ayetleri delil getirdiler: “Sen kabirlerdekilere işittiremezsin!” (Fâtır Suresi: 22); “Şunu iyi bil ki sen ne ölülere duyurabilirsin ne de arkalarını dönüp kaçarlarken o sağırlara dâvetini işittirebilirsin.” (Neml Suresi: 80).

Bu ayetlerden maksat mü’min ve kafirin halini canlı ve ölünün haline benzetmektir. Nitekim bu, Kur’an’da birçok defa kullanılan temsillerdendir. İmam Beyzâvî (rahimehullah) bu ayetin tefsirinde, “Küfürde ısrar edenlerin ölüye benzetilmesi ve onları ümitsizliğe sevk etmekte mübalağa vardır. Ayetin gerisi de bu benzetmeyi doğrular”[9] demektedir.


[1] Müslim, es-Sahih, (1/218); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (14/463/8878).

[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (20/114/12683).

[3] Buhari, es-Sahih, (1370).

[4] el-Kastallânî, İrşâdü’s-Sârî li Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (2/462).

[5] Fahruddin er-Râzî, el-Metâlibü’l-Âliyye, (7/228).

[6] Fahruddin er-Râzî, el-Metâlibü’l-Âliyye, (7/262).

[7] Fahruddin er-Râzî, el-Metâlibü’l-Âliyye, (7/275-277).

[8] et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsıd, (3/219).

[9] el-Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl, (4/257).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu