Makaleler

Sabrın Önemi ve Kısımları

 

Dünya hayatı, Mevla Teâlâ’nın kullarını üzüntü, sıkıntı ve bela gibi dertler ile sınava tabi tuttuğu geçici bir hayattır.

İnsanlar, imtihana tabi tutuldukları bu fani hayat süresince dertlerine derman aramaktadırlar. Kimi zaman bu süreç kısa ve kolay olsa da kimi zaman uzun ve meşakkatli bir yolculuk olabilmektedir. Erhamürrâhimîn olan Hak Teâlâ’nın bu dertler karşısında kullarına yardımcı olması amacıyla bahşetmiş olduğu en önemli sıfatlardan bir tanesi de sabırdır.

Sabrın Tarifi

Arapça kökenli olan sabır, lügatte engellemek, hapsetmek, öfkeye hâkim olma, telaşa kapılmamak gibi anlamlara gelmektedir. Sabır, karşılaşılmış olan zorluklar, sıkıntılar ve dertler için derman ararken kişinin göstermiş olduğu metanetli olma, panik yapmama ve durumu olgunlukla karşılama halidir.

Sa‘îd b. Cübeyr (radıyallâhu anh) sabrı, “Kulun başına gelen musibetlerin Allah’tan olduğunu kabullenmesi ve mükafatını Allah’tan beklemesidir” şeklinde tarif etmiştir.[1]

Sûfiyyenin büyüklerinden olan Ebû Ali ed-Dekkâk (rahmetullâhi aleyh) ise sabrı “ilâhî takdire itiraz etmemek” olarak anlatmış[2], Seyyid Şerif Cürcânî ise, “Belanın vermiş olduğu acıyı sadece Allah’a anlatmak” şeklinde tarif etmiştir.[3]

İbn Battâl (rahmetullâhi aleyh) ise “sabır, kişinin arzularına karşı gelerek, istemiş olduğu dünyevî şeylerden kendisini mahrum bırakması ve feryat figan ederek ağlayıp nefsini rahatlatmaktan geri durmaktır” demiştir.[4]

Sabrın Kısımları

Ulema sabır hususunda farklı bakış açılarından sebep çeşitli taksimler yapmıştır.

Râğıb el-Isfahânî (rahmetullâhi aleyh) ve benzeri ulema sabrı, beden ve ruha taalluk etmesi açısından değerlendirip iki kısma ayırmıştır;

  1. Cismanî (beden ile alakalı olan) sabır
  2. Nefsanî (ruh ile alakalı olan) sabır

Cismanî dediğimiz sabır, insan bedeninin maddî olarak maruz kaldığı zorluklara (hastalık ve benzeri acılara) sabretmesidir ki bu kâmil ve tam bir fazilet sayılmaz.

Nefsanî sabır ise asıl faziletin bulunduğu ruhun manevi olarak sevilen veya kerih görülen işlere karşı vermiş olduğu mücadeledir.[5]

Nefsanî sabrın faziletinin, cismanî olandan daha kâmil ve üstün olmasının nedeni, insanın maddi olarak başına gelen hastalık, mal kaybı gibi musibetlere karşı elinden bir şey gelmemesinden dolayı mecburi olarak sabretmesinden kaynaklanmaktadır.

Halbuki ruh ile alakalı olan sabırda, dünya lezzetleri gibi nefsani arzulardan uzak durmak kişinin kendi tercihi olduğundan bu sabır nevisi daha zor ve daha faziletlidir.

Bununla birlikte kişinin her iki kısımda da sabrı sadece Allah için yapması ve ecrini ondan beklemesi gerekmektedir. Bu hususu Meymûn b. Mihrân (rahmetullâhi aleyh) şu şekilde ifade etmiştir: “sabır iki türlüdür: Musibetlere karşı olan sabır ki bu güzeldir. Fakat bundan daha faziletli olanı ise günahlara düşmemek için yapılan sabırdır”. [6]

İmamı Nevevî (rahmetullahi aleyh), İbn Receb el-Hanbelî (rahmetullahi aleyh) ve benzeri ulema, Râgıb el-Isfahânî’nin yaptığı sabır taksiminde; cismani sabrı, bela ve musibetler olarak, ruhânî sabrı da sevap ve günahın taalluk ettiği emirler ve nehiyler olarak değerlendirmiş ve sabrı 3 kısma ayırmışlardır.[7]

1) Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat hususunda sabır

2) Günahlara düşmeme hususunda sabır

3) Acı veren bela ve musibetlere karşı sabır

 1)  Allah Teâlâ’nın Emirlerine İtaat Hususunda Sabır

Mevla Teâlâ kullarına, fani dünya hayatından ebedi saadetle ayrılmaları için yapmaları gereken birtakım vazifeler tayin etmiştir. Bu hususta Hak Teâlâ’nın kullarından istediği; bıkkınlık göstermeden, nefislerine zor gelmesine aldırış etmeden, emretmiş olduğu şeyleri yapmak hususunda sebat göstermeleridir.

2)  Günahlara Düşmeme Hususunda Sabır

Allah Teâlâ, kullarına yerine getirmeleri için emirler verdiği gibi, bir de yapmamaları için birtakım yasaklar koymuş ve bu yasakları imtihan olması için nefsin istek ve arzuları ile süslemiştir.

İnsanların bu yasaklar karşısında istek ve arzularına karşı koyarak, günahlardan kendilerini muhafaza etmek hususunda vermiş oldukları mücadele “günahlara karşı” sabırdır.

Bu iki kısım hakkında Abdülvâhid b. Zeyd (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a itaat hususunda sabırlı olmaya niyet ederse, Allah Teâlâ kendisine bu hususta hem sabır hem de güç verir.  Her kim de günahlardan geri durma hususunda sabırlı olmaya çalışırsa, Allah Teâlâ bu hususta ona yardımcı olup kendisini günahlara düşmekten muhafaza eder”.[8]

3)  Bela ve Musibetlere Karşı Sabır

Cenab-ı Allah kullarını imtihan etmek için başlarına hastalık, mal ve can kaybı gibi musibetler gönderebilir. Kişinin tüm bunları, kendisine Allah tarafından imtihan olarak verildiği bilincinde olarak isyan etmeden metanetli bir şekilde gösterdiği sabır bu kabildendir.

Sabrın Önemi

Kur’an-ı Azîmüşşân’ın birçok yerinde Mevla Teâlâ sabırdan bahsetmiş, Müslümanlar için bunun ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmış ve onlara sabrı tavsiye etmiştir.[9]

Aynı şekilde Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) sabrın ne kadar önemli bir nimet olduğunu ve sabırlı olan kimselerin ne kadar büyük bir nimete malik olduklarını şu sözleri ile ifade etmiştir: “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi.”[10]

Enes b. Mâlik (radıyallâhü anh) anlatıyor:

Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir kabrin başında ağlayan kadına denk geldi ve ona:

“Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu.

Kadın, “benden uzak dur; zira benim başıma gelen felâket senin başına gelmedi” dedi.

Kadın, Peygamber Efendimizi (sallallâhü aleyhi ve sellem) tanıyamamıştı. (Peygamberimiz oradan ayrıldıktan sonra) Kendisine onun Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz hemen Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kapısına koştu ve (özür dilemek amaçlı): Sizi tanıyamadım, dedi. Bunun üzerine Fahr-i kâinat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

“Sabır, musibete uğradığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu.[11]

Hz. Ömer (radıyallahu anh) sabrın önemine binaen “Biz hayatımızdaki hayrı, sabır ile bulduk” buyurmuştur.[12] Meymûn b. Mihrân (rahmetullâhi aleyh) ise “Bir insan, büyük veya küçük bütün hayırları, ancak sabrı sayesinde elde eder” buyurarak sabrın sonunun selamet olduğuna işaret etmiştir.

Gazâlî (rahmetullâhi aleyh), Süfyân es-Sevrî, Fudayl b. Iyâz ve Ebû Huzeyme el-Yerbû‘î (rahmetullâhi aleyhim) toplanıp zühd hakkında konuştuklarını ve amellerin en faziletli olanının öfke anında hilm göstermek ve sıkıntılar karşısında sabır göstermek olduğu hususunda ittifak ettiklerini nakletmiştir.[13]

Sabrın Mükafatı

Sabredenlerin mükafatları hususunda Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde birçok şey zikredilmiş olup bunlardan birisi de cennettir. Nitekim Mevla Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah onları, sabretmelerine karşılık olarak cennet ve (cennetteki) ipekten elbiseler ile mükafatlandırır.” (İnsan, 12)

Aynı şekilde Furkan Sûresi 75. Ayeti kerimede “İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en güzide yerinde olan) odalarla ödüllendirilirler” buyurmuştur. Bunun yanı sıra sabredenlere verilecek mükafatın hesapsız bir şekilde verileceği yine yüce kitabımızda şu ifadeler ile beyan edilmiştir: “Ancak sabredenlere, ecirleri hesapsız olarak verilecektir.”  (Zümer, 10)

Sabrın mükafatının ne kadar olacağı hususunda Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Mükâfatın büyüklüğü, sıkıntının büyüklüğü nispetindedir.”[14]

Ayrıca sabrın mükafatlarından birisi de elinden giden bir nimetin yerine daha iyisinin verileceğidir. Nitekim bu hususta Ömer b. Abdülaziz (radıyallâhü anh) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala kuluna bir nimet verip, onu kendisinden alıp, onun yerine sabır verirse, mutlaka almış olduğu o nimetten daha hayırlısını kendisine verir”.[15]

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) kişinin başına gelen musibete karşı dayanacağı sabrı da Mevla Teâlâ’nın kullarına verdiğini şu sözleri ile ifade etmiştir: “Allah, ihtiyaç miktarınca yardım eder ve musibet miktarınca da sabır verir.[16]

Ayrıca Mevla Teâlâ “Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz.” (Bakara, 268) buyurarak, kullarına üstesinden gelebileceği kadar bir imtihan verdiğini söylemektedir.

Bununla birlikte tabiinin büyüklerinden olan Hasan-ı Basrî (rahimehullah) sabrın herkese verilmediğini, sadece Allah’ın sevdiği kullarına verdiğini şu sözleri ile ifade etmiştir: “Sabır, Allah Teâlâ’nın yalnızca kendisine lütufta bulunduğu kuluna ihsan ettiği hayır hazinelerinden birisidir.”[17]

Netice

Yazımızda sabrın tarifini, birden çok kısımlara ayrılabildiğini ve sabreden kimselere İslamiyet’in vadettiği mükafatları görmüş olduk.

Bizlere düşen dünya hayatının geçici olduğunu hatırımızdan çıkarmayarak -gerek cismani ve gerek nefsani- gücümüz yettiğince sabretmek ve karşılığını Allah’tan beklemektir.

Haramların her tarafımızı çepeçevre kuşattığı bu zorlu zamanda sabretmek ne kadar zor olsa da karşılığı da elbette o nispette büyük olacaktır.

 

[1] İbn Ebi’d-Dünyâ, es-Sabr, Dâru İbn Hazm, s. 85 (113); Ebû Bekir ed-Dîneverî, el-Mücâlese, Dâru İbn Hazm, 4/484-485 (1707).

[2] Kuşeyrî, er-Risâle, Dâru’l-Me‘ârif, 1/327.

[3] Seyyid Şerif Cürcânî, et-Ta‘rîfât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 131.

[4] İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Mektebetü’r-Rüşd, 3/286.

[5] Râgıb el-Isfahânî, ez-Zerî‘â, Dâru’s-Selâm, s. 231-232.

[6] İbn Ebi’d-Dünyâ, a.g.e, Dâru İbn Hazm, s. 28 (18).

[7] Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâ’i’t-Türâs, 3/101; İbn Receb el-Hanbelî, Câmi‘u’l-Ulûm, Dâru İhyâ’i’t-Türâs, 2/649.

[8] İbn Ebi’d-Dünyâ, a.g.e, Dâru İbn Hazm, s. 104 (146).

[9] Bkz. Me‘âric, 5; Asr, 3; Rûm, 60; Lokmân, 17.

[10] Buhârî, Sahîh, no: (1400).

[11] Buhârî, Sahîh, no: (1283); Müslim, Sahîh, 2/637 (15/926).

[12] Buhârî, Sahîh, 8/99; Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, Dâru İbn Receb, s. 226 (611).

[13] Gazâlî, el-İhyâ, Dâru’l-Ma‘rife, 3/176.

[14] Tirmizî, Sünen, no: (2396).

[15] İbn Ebi’d-Dünyâ, a.g.e, Dâru İbn Hazm, s. 30 (22); Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Meketebetü’r-Rüşd, 12/371 (9565).

[16] Bezzâr, Müsned, Mektebetü’l-‘Ulûm, 15/327 (8878); İbn Ebi’d-Dünyâ, a.g.e, Dâru İbn Hazm, s. 83 (111).

[17] İbn Ebi’d-Dünyâ, a.g.e, Dâru İbn Hazm, s. 27 (16).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu