HadisMakaleler

Kınadığımız Şey Başımıza Gelir mi?

Bismillahirrahmânirrahîm

Kınamak, anlam olarak yapılan bir işi ya da kişiyi ayıplamak, çirkin görmek gibi manalara gelmektedir. Ancak günümüzde genel olarak kınama karşı tarafı küçük görme sebebiyle yapılan bir ameldir ki bu da kişinin kendisini, karşısında bulunan insandan büyük görmesi ve kibre kapılması demektir. Bu makalemizde kınamanın doğru olup olmadığından ve kınadığı şeyin kişinin başına gelip gelmeyeceğinden bahsedeceğiz.

Kınamak Doğru mudur?

Kınama iki türlüdür:

  • Kişiyi kınamak
  • İşin kendisini kınamak

1. Kişiyi kınamak, dinimizce yapılması yasak olan amellerdendir. Çünkü kınama, kişinin karşı tarafı düştüğü durum sebebiyle küçük görmesi ve kendisini de kınadığı şeye düşmekten emin sanarak kibre kapılması demektir.[1]

Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) sahâbe efendilerimizden ve tâbiînin büyüklerinden nakledilen pek çok rivâyet bulunmaktadır.

Merfû Olanlar:

قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا زَنَتْ أَمَةُ أَحَدِكُمْ، فَتَبَيَّنَ زِنَاهَا، فَلْيَجْلِدْهَا الحَدَّ، وَلاَ يُثَرِّبْ عَلَيْهَا، ثُمَّ إِنْ زَنَتْ فَلْيَجْلِدْهَا الحَدَّ، وَلاَ يُثَرِّبْ

Manası: Nebî (sallallâhü aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Sizden birinin cariyesi zina yapar ve yaptığı zina (delilli bir şekilde) ortaya çıkarsa sahibi ona had uygulasın ve onu kınamasın/ayıplamasın. Bundan sonra tekrar zina ederse (yine) had uygulasın ve onu kınamasın/ayıplamasın…[2]

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَليه وسَلم: يَا مَعْشَرَ مَنْ قَدْ أَسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ الإِيمَانُ إِلَى قَلْبِهِ لاَ تُؤْذُوا المُسْلِمِينَ، وَلاَ تُعَيِّرُوهُمْ، وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ، فَإِنَّهُ مَنْ يَتْبَعْ عَوْرَةَ أَخِيهِ المُسْلِمِ يَتْبَعِ اللهُ عَوْرَتَهُ، وَمَنْ يَتْبَعِ اللهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ وَلَوْ فِي جَوْفِ رَحْلِهِ

Manası: Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Ey diliyle Müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş olan (münafık)lar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira, her kim Müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde (insanlardan gizleniyor) olsa bile rezil eder.[3]

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَليه وسَلم: مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَعْمَلَهُ

     Manası: Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Her kim, kardeşini bir günahı sebebiyle ayıplarsa o günahı işlemeden ölmez.[4]

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَليه وسَلم: لاَ تُظْهِرِ الشَّمَاتَةَ لأَخِيكَ فَيَرْحَمَهُ اللهُ وَيَبْتَلِيكَ

Manası: Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah ona rahmetiyle muamele edip (o felâketten kurtarır ve) seni o felâkete uğratır.[5]

Mevkûf Olan Rivâyetler:

قَالَ عَبْدُ اللهِ بْنُ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ: لَوْ سَخِرْتُ مِنْ كَلْبٍ خَشِيتُ أَنْ أُحَوَّلَ كَلْبًا

Manası: Abdullah b. Mesud (radıyallâhü anh) buyurmuştur ki: “Şayet ben bir köpeği kınayacak olsam, köpeğe dönüşmekten korkarım.”[6]

قَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ: لا تُعيروا أَحَداً فَيَفْشُو فِيكُمُ الْبَلَاءُ

Manası: Hz. Ömer (radıyallâhü anh) şöyle buyurmuştur: “Siz herhangi birini ayıplamayın. Çünkü bela sizin hakkınızda da ortaya çıkar.”[7]

Tâbiîn’den Gelen Rivâyetler:

قَالَ الْحَسَنُ الْبَصْرِي رَحْمَةُ اللهِ عَلَيْهِ: مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ قَدْ تَابَ إِلَى اللهِ فِيهِ ابْتَلَاهُ اللهُ بِهِ

Manası: Hasan-i Basrî (rahmetullâhi aleyh) buyurmuştur ki: “Kim kardeşini tövbe ettiği bir günahtan ötürü ayıplarsa Allah kendisini o günahla imtihan eder.”[8]

قَالَ يَحْيَى بْنُ جَابِرٍ الطَائِيُّ رَحْمَةُ اللهِ عَلَيْهِ: مَا عَابَ رَجَلٌ قَطُّ بِعَيْبٍ إِلاَّ ابْتَلَاهُ اللهُ بِمِثْلِ ذَلِكَ الْعَيْبِ

Manası: Yahyâ b. Câbir et-Tâ’î (rahmetullâhi aleyh) buyurmuştur ki: “Herhangi bir ayıpla birisini ayıplayan hiçbir adam yoktur ki Allah onu aynı ayıp ile imtihan etmesin”[9]

قَالَ إِبْرَاهِيمُ النَّخَعِيُّ رَحْمَةُ اللهِ عَلَيْهِ: «إِنِّي لَأَرَى الشَّرَّ أَكْرَهُهُ، فَمَا يَمْنَعُنِي أَنْ أَتَكَلَّمَ بِهِ إِلَّا مَخَافَةَ أَنْ أُبْتَلَى بِهِ»

Manası: İbrahim en-Nehaî (rahimehullah) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben hoşlanmadığım bir kötülük görüyorum. Beni, onun hakkında konuşmaktan engelleyen tek şey onun ile imtihan olma korkusudur.”[10]

Hadis-i şeriflerde ve diğer rivâyetlerde açıkça hem Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hem Ashab-ı kiram hem de Tâbiîn büyükleri ayıplamaktan ve kınamaktan insanı nehyetmiş ve kişinin de aynı hataya düşebileceğine vurgu yapmıştır.

2. Kınamanın ikinci manası olan işin kendisini kınamak ise aslında işin zatını çirkin görmek demektir. Bu da şer‘i şerife ve Müslümanların maslahatına muhalif bir durum söz konusu olmadığı sürece yukarıda zikrettiğimiz sözler gereğince karşı tarafın ayıbını örtmek ve kendisine kibirlenmeksizin nasihatte bulunmak suretiyle mümkündür. Eğer şeriata göre olayı izhar etmek gerekiyorsa bunu da kişiyi küçük düşürme ve aşağılama suretiyle değil, işin çirkinliğine vurgu yaparak, nefis taşıyan her insanın başına gelebileceği bilinciyle açıklamak gerekmektedir. Ayrıca bu tür kınama kişinin acziyetini de bir bakıma kabullenmesidir. Şöyle ki kişi; her insanın bu çirkin hataya düşebileceğini hatta kendisinin de bu hataya düşme ihtimali olduğunu bilmekte ve acizliğinin bir göstergesi olarak kişiyi değil işi çirkin görmekte ve bu işin kendi başına gelmesinden korkmaktadır.

Kınadığım Şey Başıma Gelir mi?

Hadis-i şeriflerden ve rivâyetlerden anlaşılacağı üzere nefsanî duygular ile yapılan kınamanın, kişinin başına da aynı durumun gelmesine sebebiyet verdiği aşikardır. İnsanın kendi acizliğini bilerek kerih gördüğü şeylerden sakınması ve başına gelmemesi için Allah’a dua etmesi gerekmektedir.

Tarih boyunca pek çok kez kınayan insanın başına kınadığı durumun geldiği görülmüştür. Olayın daha iyi anlaşılması adına tabiînin büyüklerinden olan İbn Sîrîn’in (rahmetullâhi aleyh) başına gelen şu olayı nakletmek yerinde olacaktır:

İbn Sîrîn (rahmetullâhi aleyh) iflas edip borçlarını ödeyemediği için hapsedilmiştir. Kendisi bu durumun başına neden geldiğini şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Ben bu günahın başıma neden geldiğini biliyorum. Kırk yıl evvel bir adamı ‘ey Müflis’ diyerek ayıplamıştım.”[11]

Kınamak ile Nasihat Vermek Aynı Şey midir?

Kınamak ile nasihatta bulunmak arasında fark vardır. Günümüzde pek çok kimse ikisi arasındaki farkı kaçırmakta ve hataya düşmektedir. Kınama, karşı tarafın ayıbını rencide eder bir şekilde ortaya çıkarmak ve kişinin kendini üstün görmesi şeklindedir.

Nasihat ise kibir, riya ve karşı tarafı rencide etme durumu olmaksızın Allah için yapılan bir tavsiyedir. Bundan dolayı selef-i salihin, ayıplama ve küçük düşürme şekliyle yapılan emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkeri dahî kerih görmüşlerdir.[12]

Aynı şekilde seleften birisine “Sana birisinin ayıplarını söylemesi senin hoşuna gider mi?” denildiğinde “eğer beni azarlamayı/kınamayı istiyorsa hayır hoşuma gitmez” şeklinde cevap vermiştir.[13]

Ulemadan Fudayl b. Iyâz (rahimehullâh) Müslümanın bu konuda tavrının nasıl olması gerektiğini özetler mahiyette şöyle buyurmuştur:

“Mümin, (ayıbı) gizler ve nasihatte bulunur, Fâcir ise aşikâr eder ve ayıplar.”[14]

Netice

İnsanların bir hatası ile karşılaşıldığında kişileri kınamamak ve böyle bir hataya her insanın nefsine veya şeytana uyarak düşebileceğinin bilincinde olmak gerekmektedir. Dolayısıyla kişiyi ayıplamak yerine işin çirkinliğine vurgu yaparak böyle bir hataya düşmekten Allah’a sığınmalı ve yapacağı nasihatleri de bu ölçü ve nizama göre yapmalıdır. Aynı şekilde kişi, insanların ayıbını yahut hoşuna gitmeyen bir halini gördüğünde de aynı işin başına geleceğinin bilinciyle karşı tarafı kınamaktan kaçınmalı ve ona göre davranmalıdır.


[1] Allah Teâlâ ayeti kerimede kibirlenen kimseler ile alakalı şöyle buyurmaktadır:

قَالَ اللهُ تَعَالَى: وَاللهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ.

Manası: “Allah, büyüklük taslayan ve insanlara karşı böbürlenen hiç kimseyi sevmez.”

Konu ile ilgili olarak bkz. İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyn’n-Nasîhati ve’t-Ta‘yîr, Dâru Ummân, s. 50-51.

[2] Buhârî, Büyû‘, hadis no: (2234); Müslim, Hudûd, 3/1328 (1703-30).

[3] İbn Ömer (radıyallâhü anhuma) Hadisi için bkz. Tirmizî, Birr, hadis no: (2032); İbn Hıbbân, Sahîh, 13/75-76 (5763). Aynı manada Sevbân radıyallâhü anh’tan gelen rivâyet için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mü’essesetü’r-Risâle, 37/88 (22402); Ebû Tâhir es-Silefî, el-Muhallisıyyât, Vüzâratü’l-Evkâf, 3/220 (2373).

[4] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, hadis no: (2505); İbn Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l-Gîbet, Dâru’l-Beyân, s. 44-45 (152); Taberânî, Mu‘cemü’l-Evsat, Dâru’l-Harameyn, 7/191 (7244); İbn Adî, el-Kâmil, Mektebetü’r-Rüşd, 9/176; Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 9/67-68 (6271), 9/120 (6356).

Tirmizî (rahmetullâhi aleyh) rivayet hakkında “hasen-garib” ifadesini kullanmış ve isnatta inkıta (kopukluk) olduğunu beyân etmiştir.

[5] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâmet, hadis no: (2506); İbnü’l-A‘râbî, el-Mu‘cem, Dâru İbni’l-Cevzî, 2/788-789 (1612); Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsat, 4/110-111 (3739); Harâ’ıtî, İ‘tilâ’ü’l-Kulûb, Nizâr Mustafa, 2/387 (813); Ebü’ş-Şeyh el-Asbahânî, Emsâlü’l-Hadîs, Dâru’s-Silefiyye, s. 240 (202); Ebü’l-Fazl ez-Zührî, Hadîs, Azvâ’ü’s-Selef, s. 559 (602); Ebû Tâhir el-Muhallis, el-Muhallisıyyât, Vüzâratü’l-Evkâf, 2/263 (1510); Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ, Dâru’s-Se‘âdet, 5/186; Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 9/119-120 (6355).

Hadisi şerifi getirdikten sonra Tirmizî (rahmetullâhi aleyh) rivayet hakkında “hasen-garib” ifadesini kullanmıştır.

[6] İbn Ebî Şeybe, Musannef, Dâru’l-Kıble, 13/129 (26059); İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1/256-257 (741); Hennâd b. es-Serî, ez-Zühd, Dâru’l-Hulefâ, 2/570.

[7] Taberî, Târîhu’r-Rusül, Dâru’t-Türâs, 4/97; İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dimaşk, Dâru’l-Fikr, 28/222; Süyûtî, ed-Dürerü’l-Müntesira, Imâdetü Şü’ûni’l-Mektebât, 1/208.

[8] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, Dâru İbn Receb, 1/475 (1633); İbn Ebi’-Dünyâ, es-Samt, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, s. 170 (289); Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, Dâru’l-Fikr, 1/315.

[9] Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 9/119 (6354); İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, Dâru’l-Fikr, 64/105.

[10] Vekî‘ b. el-Cerrâh, ez-Zühd, Mektebetü’d-Dâr, s. 588 (313); Hennâd b. es-Serî, ez-Zühd, Dâru’l-Hulefâ, 2/570;Ebû Bekir ed-Dîneverî, el-Mücâlese ve Cevâhiru’l-‘İlm, Dâru İbn Hazm, 3/242-243 (889); Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, Mektebetü’r-Rüşd, 9/118 (6353).

[11] Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 3/283; İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, Dâru’l-Fikr, 53/227; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 7/139; Şerefüddîn en-Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,1/84; İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyn’n-Nasîhati ve’t-Ta‘yîr, Dâru Ummân, s. 21.

[12] İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyn’n-Nasîhati ve’t-Ta‘yîr, Dâru Ummân, s. 17.

[13] İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyn’n-Nasîhati ve’t-Ta‘yîr, Dâru Ummân, s. 16.

[14] İbn Receb el-Hanbelî, el-Farku beyn’n-Nasîhati ve’t-Ta‘yîr, Dâru Ummân, s. 17.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Allah razı olsun. Çok ince bir çizgi. Mevlamız sadece kendisi için kızan, müminlerin ayıplarını setredenlerden eylesin bizleri…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu