AkaidMakaleler

Mâturîdî Alimlerin Zâtî Ve Fiilî “Sıfat”lar Hakkındaki Değerlendirmeleri

Giriş

İslam inanç düşüncesinin en önemli meseleleri ilâhiyyât bahisleridir. Bu bahislerin öneminin sebebi, dinin evvela Allah (celle celalühü) inancı üzerine temellendirilmesi zorunluluğudur. Allah ise zatı ile gizli, delilleri ile aşikardır. Bu yüzden kelam eserlerinde evvela bir sabite ve Allah’ın varlığına delalet eden bir delil olarak alemin varlığı ve gerçekliği temellendirilmektedir. Daha sonra bu görünür alemden hareketle Allah’ın varlığının bilgisine ulaşılmaktadır. Allah’ın varlığının bilgisi ise sıfatları aracılığı ile kavranabilmektedir. Bu yüzden sıfatlar kelam alimleri tarafından enine boyuna incelenmiş ve bu incelemeler neticesinde farklı görüş ve tasnifler ortaya çıkmıştır.

Allah Teala ve sıfatları hakkındaki görüşlerimiz, bizim alem/varlık tasavvurumuzu meydana getirmektedir. Varlık tasavvurumuz ise bu dünya açısından ahlakımızı, ahiret açısından ise sonsuz hayatımızı etkilemektedir. Dolayısıyla Allah ve sıfatları hakkındaki yanlış görüşlerimiz bizi doğru olmayan bir alem tasavvuruna ve bunun neticesi olarak da yanlış ahlak ve kötü bir istikbale düşmeden evvel, akıllı bir şahsa elzem olan şey Allah’ın varlığını kavrama aracı olan sıfatlar hakkındaki görüşlerini ehl-i sünnetin görüşlerine göre tashih etmesidir.

Biz bu yazımızda zâtî ve fiilî sıfatları inceleyeceğiz. Değerlendirmelerimizi de özellikle Mâturîdî alimlerin ifadeleri etrafında gerçekleştireceğiz.

Mâturîdî Ve Eş’arî Alimlerin Sıfatlar Hususundaki İhtilafının Özeti

Mâturîdîler’in ittifakla kabul ettiği husus bütün sıfatların ezelî olduğudur. Bazı Mâturîdî alimler zâtî ve fiilî sıfat ayrımına gidip bazıları  gitmemiş olsa da ortak noktaları ezelîliktir.

Eş’arîler’in ittifakla kabul ettiği görüş ise Allah’ın yedi tane hakiki sıfatı olduğu görüşüdür ki onlara göre bu yedi sıfat ezelî ve Allah’ın (celle celalühü) zatı ile kaimdir. Diğer sıfatlarda ise böyle bir husus yoktur. Yani diğer sıfatlar bu yedi sıfatın tealluklarından ibaret olup, hakiki bir varlıkları yoktur. Dolayısıyla hâdistirler.

Bu yüzden bazı Mâturîdî alimler, Eş’arîler’i “sıfatlara hadis demekle” suçlamaktadırlar. Hatta bazı Mâturîdî alimleri sırf bu izlenimlerinden dolayı Eş’arîler’i tekfir dahi etmişlerdir. Fakat kaçırılmaması gereken husus şudur ki Eş’arîler sıfat olduğuna inandıkları şeylere hadis dememekte, bilakis hâdis dedikleri şeylerin sıfat olduğunu kabul etmemektedirler.

Mâturîdî Alimlerin Zâtî Ve Fiilî Sıfatlar Hakkındaki Mülahazaları

  • İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (v. 150 h.) / el-Fıkhu’l-Ekber[1]

Allah, bütün isimleri, zâtî ve fiilî sıfatları ile ezelî ve ebedîdir. Zâtî sıfatlar hayat, kudret, ilim, kelam, sem’, basar ve iradedir. Fiilî sıfatlar ise tekvîn, terzîk, inşâ, ibda’ ve sun’ gibi sıfatlardır.

Ebû Hanîfe (rahimehullah) Mâturîdî mezhebinin selefidir. Burada her ne kadar Eş’arîler’in görüşünü vehmettiren zâtî ve fiilî sıfat ayrımına gitse de ve özellikle “tekvîn” sıfatını fiilî sıfatlara dahil etse de bütün sıfatların ezelî olduğunu söylemesi Mâturîdîler ve Ebû Hanîfe’nin aslında aynı çizgide olduğunu bize göstermektedir.

  • Ebû Mansûr el-Mâturîdî (v. 333 h.) / Kitâbü’t-Tevhîd[2]

İmâm-ı Mâturîdî eserinde zâtî ve fiilî sıfat ayrımına değinmemekle beraber kitapta “tekvin” sıfatını hususi olarak incelemiş ve bu sıfatın ezelî bir sıfat olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İmâm-ı Mâturîdî’nin, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (rahimehumallah) tâbîsi olduğu düşünülürse zâtî ve fiilî sıfat ayrımını bilmemesi düşünülemez. Eserinde bu ayrıma hiç yer vermemiş olması ise bu ayrımı benimsememiş olma ihtimalinden kaynaklanmış olabilir.

İmâm-ı Mâturîdî’nin bu husustaki görüşünü kesin olarak bilmemiz şu an elimizde mevcut olan kaynaklar açısından mümkün değildir. Fakat genel çerçeveye bakarak onun bu husustaki görüşüne yaklaşmak mümkün olabilir. Bizi onun düşüncesine en çok yaklaştıracak olan şey kendisinden sonra gelen tâbilerinin gittiği görüştür.

  • Ebû Şekûr es-Sâlimî (v. 470 h.) / et-Temhîd fî Beyâni’t-Tevhîd[3]

Ebü’l-Hasen el-Eş’arî şöyle dedi: Zâtî sıfatlar kadimdir ve sekiz tanedir: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi’, basar, irade ve kıdem. Bunların dışındaki bütün sıfatlar ilim veya kudret sıfatının gerektirdiği sıfatlardır. Kudret sıfatının altına giren sıfatlar fiîlî sıfatlardır ve hepsi hâdistir.

Kerrâmiyye’den Mütekaşşife şöyle dedi: Zâtî sıfatlar kadimdir ve beş tanedir: Hayat, kudret, ilim, semi’ ve basar. Bunların dışındakiler nu’ûttur, sıfat değildir ve hepsi de hâdistir.

Bu sözlerin hepsi küfürdür ve muhaldir. Çünkü onların iddiasına göre Allah (celle celalühü) bu sıfatları kendisi için ihdâs etmeden önce (bu sıfatların yokluğundan dolayı) nâkıstı, ve bu sıfatları ihdâs ettikten sonra kâmil oldu. Her kim böyle bir şeye inanırsa kafir olur. Çünkü hudûs ve ihdâs bir sıfattan diğer bir sıfata, bir halden diğer bir hale doğru değişmeyi gerektirir. Halbuki değişmek Allah hakkında caiz değildir.

Ebû Şekûr es-Sâlimî şöyle anlatıyor: Kerrâmiyye mezhebinden Burhan isimli bir Haşevî ile münazara yapıyordum. Ona “yaratıcı ve fiîlî sıfatlar hakkında ne dersin?” diye sordum. O, “(onun fiilî sıfatları) hadistir” dedi. Ben, “(senin dediğine göre) yaratıcı bu sıfatları ihdâs etmeden önce sıfatları hususunda nâkıstı, bu ise muhaldir” dedim. Devamla, “peki vahiy gelmeden önce peygamberler hakkında ne dersin?” diye sordum. O, “vahiy gelmeden önce peygamberler nebî ve sükût-u adâleti gerektirecek şeylerden mâsum değildirler” diye cevap verdi. Bunun üzerine ben, “peygamberler adaletin nefyini gerektirecek bir şey yaparlarsa fasık olurlar. Eğer Allah böyle bir anda onlara vahiy gönderecek olsa fasık bir şahsa vahiy göndermiş olur. Bu durumda da peygamber fasık olmuş olur” dedim ve devamla, “kelime-i tevhid getirip başka bir şeye inanan kişi hakkında ne dersin?” dedim. O, “mü’mindir” dedi. Bu cevap üzerine dayanamayarak, “senin dinin Allah nakıs, peygamber fasık ve münafık da mü’min demekten ibarettir. Allah ve Resulü sizin söylediklerinizden münezzehtir” dedim. bunun üzerine hayretler içinde şaşırdı kaldı ve tek söz dahi söyleyemedi. Çünkü batıl, hak ile karşılaşamaz. Hak her zaman galip gelir, hakka galip gelinmez.

Ebû Şekûr es-Sâlimî’nin Eş’arîler’i tekfir etmesi iki sebepten kaynaklanıyor olabilir. O, ya tam olarak Eş’rîler’in görüşünden haberdar değildi, ya da bu hususta şedîd davranarak aşırıya gitti. Fakat bu tarz tekfir sözleri bazı Mâturîdî alimleri tarafından sarfedilse de Mâturîdîler’in genel tutumu bu şekilde değildir.

  • Ebû’l-Yüsr el-Pezdevî (v. 493 h.) / Usûlü’d-Dîn[4]

Pezdevî eserinde zâtî ve fiilî sıfat ayrımına değinmemiştir.

  • Ebû’l-Muîn en-Nesefî (v. 508 h.) / Bahru’l-Kelâm[5]

Sıfatlar zâtî ve fiilî olarak ikiye ayrılır. Zâtî olanlar hayat, kudret, sem’, basar, ilim, kelam, meşîet, irade sıfatları; fiîlî olanlar ise yaratmak, rızık vermek, rahmet etmek, affetmek gibi sıfatlardır.

  • Tebsıratü’l-Edille[6]

Hasımlar zâtî sıfatlar ezeli, fiilî sıfatlar ise hadistir dediler. Buna göre Mu’tezile ve ehl-i hadis kelamcıları arasında[7] icma gerçekleşmiştir ki, onlara göre Allah ezelde hayy, bâkî, kadîr, alîm, semî’ ve basîrdir. Fakat hâlik, râzık, musavvir, muhyî ve mümît değildir. Çünkü birinci kısım zâtî sıfatlardan ikinci kısım ise fiilî sıfatlardadır.

Bu iki fırka Allah’ın ezelde “mütekellim” olması hususunda ihtilaf ettiler. Ehl-i hadis kelam sıfatını zâtî sıfatlardan saydığı için ezelî olduğuna hükmetti. Mu’tezile ise kelam sıfatını fiîlî sıfatlardan saydığı için ezelî olmadığına hükmetti. Kelam sıfatı hakkındaki bu ihtilaftan zâtî ve fiilî sıfatlar arasındaki ayırıcı çizginin ne olduğu meselesi ortaya çıktı.

Mu’tezile kelam sıfatını fiîlî sıfatlardan sayıp ve zâtî ve fiilî sıfatların arasını şöyle ayırdı: Eğer bir sıfatın Allah’tan nefyi caiz değilse bu zâtî bir sıfattır. Mesela Allah şunu biliyor fakat şunu bilmiyor denmez. Şuna kadir fakat şuna kadir değil denmez. Şunu görüyor fakat şunu görmüyor denmez. Şunu işitiyor fakat şunu işitmiyor denmez. Fakat, Allah Zeyd’i yarattı fakat Amr’ı yaratmadı denir. Abdullah’a rızık olarak mal verdi fakat Halid’e vermedi denir. işte bu anlattıklarımız zâtî ve fiilî sıfatlar arasındaki ayrıma delalet eder. (Bu verdiğimiz örneklerden) Sonra, Allah Hz. Mûsa ile konuştu fakat Firavun ile konuşmadı demek sahihtir. (Böyle bir kullanımın sahih olması da) Kelam sıfatının fiîlî sıfatlardan olduğuna, dolayısıyla da ezelde Allah’ın kelam sıfatı ile vasıflanmadığına delalet eder.

(Kerrâmiyye alimlerinden Heysâmiyye ekolunün kendisine nispet edildiği) İbn Heysam, zâtî ve fiîlî sıfatlar arasındaki bu farkı(n icadını) İbn Küllâb ve Eş’arî’ye nispet etmiştir.

Mu’tezile, çoğunlukla Allah’ın kendisi ile vasıflandığı ve zıttı ile vasıflanmadığı sıfatları zâtî sıfatlardan saydı.[8] Mesela Allah “hayat” ile vasıflanır “mevt” ile vasıflanamaz. Aynı şekilde kudret ve acz, ilim ve cehl, basar ve körlük, sem’ ve sağırlık arasındaki ilişkiler de “hayat” ve “mevt” arasındaki ilişki gibidir. Bununla beraber Allah ﷻ ihya ile vasıflandığı gibi imâte ile de vasıflanır. Tahrik ile vasıflandığı gibi teskin ile de vasıflanır. Tesvîd ile vasıflandığı gibi tebyîz ile de vasıflanır. Emredici olmakla vasıflandığı gibi nehyedici olmakla da vasıflanır. Haram kılıcı olmakla vasıflandığı gibi vacip kılıcı olmakla da vasıflanır. Allah’ın bu sıfatların hem kendisi hem de zıttı ile vasıflanabiliyor olması, bu sıfatların fiîlî sıfat olduğuna delalet eder.

Ehl-i hadis kelamcıları kelam sıfatını zâtî sıfatlardan saydı ve zâtî ve fiîlî sıfatların arasını şöyle ayırdı: Eğer bir sıfat Allah’tan nefyedildiği zaman noksanlık gerekiyorsa bu zâtî sıfatlardandır. Mesela sen hayat sıfatını Allah’tan nefyettiğin zaman zorunlu olarak ölüm sıfatının noksanlığı gerekli olacaktır. Kudret sıfatını nefyedersen acziyet sıfatının noksanlığı gerekecektir. Bu durum ilim ve cehl, basar ve körlük, semi’ ve sağırlık sıfatlarında da böyledir. Eğer bir sıfat nefyedildiğinde noksanlık gerekmiyorsa bu sıfat fiîlî sıfatlardandır. Mesela sen ihya, imâte, tahrik veya teskin sıfatlarını nefyetsen bu durum Allah için bir noksanlık oluşturmaz. Bu anlattıklarımızla beraber bu iki sınıf arasındaki fark bilinmiş oldu.

Bunlardan sonra, eğer kelam sıfatı Allah’tan nefyedilecek olsa ifade hususundaki acziyetten dolayı zorunlu olarak noksanlık gerekir. Dolayısıyla kelam sıfatının zâtî sıfatlardan olduğu anlaşılmış olmaktadır.[9] Bizim zâtî ve fiîlî sıfatlar arasında böyle bir fark ispat etmeye ihtiyacımız yoktur. Çünkü bize göre bütün sıfatlar ezelîdir. Biz bu sadette Allah’ın ezelde “hâlik” olması hakkında ve Allah’ın “tekvin” sıfatının ezelî ve zatı ile kaim olması hakkında konuşmaya ihtiyaç duyarız.[10]


[1] İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber (el-Akîde ve ilmi’l-kelâm’ın içinde), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, thk: Muhammed Zâhid el-Kevserî, Beyrut, 2017, 3. Baskı, s. 619

[2] Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, thk: Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi, Ankara, 2017, 2. Baskı, s. 126

[3] Ebû Şekûr es-Sâlimî, et-Temhîd fî Beyâni’t-Tevhîd, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, thk: Ömür Türkmen, Ankara, Beyrut, 2017, 1. Baskı, s. 122-123

[4] Ebû Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, thk: Hans Peter linss, Kahire, 2003

[5] Ebû Muîn en-Nesefî, Bahrü’l-Kelâm, Mektebetü Dâru’l-Farfûr, thk: Veliyyüddin Muhammed Salih el-Farfûr, Dımeşk, 2000, 2. Baskı, s. 90

[6] Ebû Muîn en-Nesefî, Tebsıratü’l-Edille, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, thk: Hüseyin Atay, Ankara, 2004, 2. Baskı, c. 1, s. 403-405

[7] Ebü’l-Muîn en-Nesefî “tekvin sıfatı” hakkında açtığı bu başlığın altında zâtî ve fiîlî sıfat hakkındaki görüşleri incelemektedir. İlginç olan şudur ki bu başlık altında Eş’arîler’e nerdeyse hiç değinmemiş, konuyu Mu’tezile ve ehl-i hadis üzerinden incelemiştir. Bizim incelediğimiz mesele zâtî ve fiilî sıfatların ayrımı meselesi olduğu için bu bölümün tercümesini yazımıza ekliyoruz.

[8] Burada anlattığı görüşler İbn Küllâb ve Eş’arî’ye ait de olabilir. Fakat kitapta bu görüşlerin kime ait olduğuna dair sarih bir ifade bulunmamaktadır.

[9] Burada Ebû’l-Muîn en-Nesefî kendi mezhebi hakkında konuşmaktadır.

[10] Mâturîdîler’e göre Allah’ın ﷻ bütün sıfatları ezelîdir. Burada veya diğer Mâturîdî kelam eserlerinde kelam sıfatına özel bahis açılıp “ihya” ve “imâte” gibi diğer sıfatlara değinilmemesinin sebebi, Mâturîdîler’e göre diğer fiilî sıfatların “tekvin” sıfatı içinde münderic olmasıdır. Dolayısıyla “tekvin” sıfatının ezelî olduğu ispatlandığında diğer fiilî sıfatlarında ezelîliği ispatlanmış olmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu