FıkıhMakaleler

Dâvud ez-Zâhirî ve İbn Hazm’ın Mezhep Taklidine Bakışı (Taklit Serisi -2-)

Serinin ilk yazısı için tıklayınız.

İslam tarihinde mezhep taklidi asırlar boyu Müslümanlar tarafından kabul edilmiş olsa da yer yer bazı alimlerin bu taklide karşı çıktıklarını görebiliyoruz. Taklit ile alakalı kaleme aldığımız makaleler serisinde taklidin delillerine geçmeden önce, taklidin caiz olmadığını söyleyen alimlerin ifadelerine yer vermek istiyoruz. Bu meselede başı çeken alimler arasında Dâvud ez-Zâhirî ve İbn Hazm el-Endelûsi öne çıkan isimlerdendir.

Dâvud ez-Zâhirî ve Taklit

Dâvûd ez-Zâhirî, zahiri mezhebinin kurucusu, aynı zamanda -kaynaklardan tespit edebildiğimiz kadarıyla- mezhep taklidini inkâr eden ilk alimdir. İbn Nedîm, el-Fihrist’te kendisinin İbtâlü’t-Taklîd isminde bir kitabı olduğundan bahseder.[1] Sübkî, et-Tabakâtü’ş-Şâfiiyyetü’l-Kübrâ’da ona ait el-Usûl isimli esere muttali olduğunu ve orada şu ifadelerin yer aldığını nakleder:

“Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den başkasının herhangi bir şeyi haram kılması caiz değildir. Zira böyle bir şey peygamber gibi davranmaktır. Ancak Allah resûlü bir illet söyleyecek olursa mesela “buğday ile buğdayı eşit bir şekilde takas edin, zira onlar keylîdir” veya “bunu yıka, zira buna kan değmiştir” yahut “onu öldür, zira o siyahtır” cümlelerinde olduğu gibi… O takdirde illetten hareketle başka şeyler bu nassın kapsamına girebilir.”[2]

Zahiri mezhebinin kurucusu Dâvud ez-Zâhirî ve ona tabi olanlar yukarıdaki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere “Her şeyi açıklayıcı olan kitabı sana indirdik”[3] ayeti ve benzeri ayetlerden hareketle şeriatın dört rüknünden birisi olan kıyası inkâr ederek Kur’an, sünnet ve icmâ dışında bir delili kabul etmemişlerdir. Bu sebeple mezheplerin temelinde var olan içtihat / kıyası da kabul etmemektedirler.

İbn Hazm ve Taklit

İbn Hazm, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm isimli eserinde bu mevzuya 123 sayfa ayırarak taklidi ne için kabul etmediğini, taklidin H. 140 yılında çıkan bir bidat olduğunu ve ister avam ister havas olsun taklidin caiz olmadığını ifade etmiştir.

İbn Hazm’in el-İhkâm’ın da şöyle der:

“Bizim bu kitabımızı okuyan kişi bilsin ki büyük bir bidat olan taklit, H. 140’tan sona ortaya çıkmıştır. İslam tarihinde H. 130’a kadar sadece bir alimin görüşlerini taklit eden kimse olmamıştır. Bu bidat, dördüncü asırda ortaya çıkmış, H. 200’den sonra yayılmıştır. Bu taklitten ancak sahabe, tabiîn ve tebe-i tâbiînin yolunu izleyen Allah (celle celâlühû)’nün koruduğu kimseler kurtulur. Allah (celle celâlühû)’den bizi bu yolda sabit kılmasını isteriz.”

Bu satırların devamında şöyle der:

“Şayet ‘avam tabakası karşılaştıkları yeni hâdiseler karşısında nasıl amel edecekler?’ diye bir soru yöneltilirse, Allah’ın yardımı ile şöyle cevap veririz:

Önceki satırlarda Cenâb-ı Hakk’ın taklidi bütünüyle haram kıldığını beyan etmiştik. Allah (celle celâlühü) -nasslarda- alim ile avama ayrı bir hüküm koymamıştır. Allah Teâlâ’nın hitabı bütün herkese yönelmiştir. Dolayısıyla taklit, derin ilim sahibi olan kişiye haram olduğu gibi yaşadığı beldeden uzakta olanlara veya avam tabakasında olan kimselere yahut evinden dışarı çıkmayan bekar kızlara veya dağ başında çobanlık yapan kişilere de aynı şekilde haramdır. Her kim bu sınıflara girdiği halde taklit edecek olursa Allah Teâlâ’ya asi olmuştur.”[4]

Avam tabakasında olan kişilerin nasıl içtihat edeceklerine dair şu ifadeleri kullanır:

“Fakat herkesin içtihat kabiliyeti farklıdır. ‘Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar’[5] ayetinin fehvasınca herkes güç yetirdiği kadar içtihat edecektir. Avam tabakası, alime dini bir mesele sorduğunda alim, bu mesele ile ilgili şöyle bir ayet var yahut şöyle bir hadis var demekten başka bir cümle daha söylememelidir. Şayet bu benim görüşüm veya bu Ebu Hanife, Malik, İbn Kasım, Şafiî, Ahmed, Davûd’un görüşüdür dese yahut bu falanca sahabe ve tâbiînin görüşüdür gibi Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den başka bir bir kimsenin fetvasını nakletse o sual eden kimsenin nakledilen görüş ile ameli haramdır.”[6]

Bu meseleye dair birkaç satır sonra şu cümleleri kullanır:

“Fetva veren kişi, verdiği fetvanın kesin olarak Kur’an ve sünnette var olduğunu veya icmâ edilen bir mesele olduğunu biliyorsa ‘Evet, Allah ve Resûlü böyle emrediyor’ diyebilir. Fakat kıyas, istihsan veya başkasının görüşünü naklederek ‘bunu Allah ve Resûlü emrediyor’ diyecek olursa ve bunu da peygambere iftira etmek için yaparsa o kimseye cehennem vacip olur.”[7]

İbn Hazm’ın mezhep görüşünü, kendisiyle münazaralarda bulunmuş Bâcî (rahimehullah)’ın şu ifadelerinden de anlayabiliriz:

“İbn Hazm, kendisine bir soru sorulduğunda etrafında bulunanlara veya sual eden kimseye ‘bu konuda sen ne düşünüyorsun’ der ve o kimseyi kendisinden bir görüş söylemeye doğru çeker ve bir görüş ortaya atınca onu takdir eder ve senin görüşün ‘Mâlik’in görüşünden daha hayırlıdır’ derdi.”[8]

Görüşlerinin Kısaca Tertibi

İbn Hazm ve Dâvud ez-Zâhirî’nin taklide dair görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Dâvud ez-Zâhiri ve İbn Hazm’a göre bütün Müslümanlar Kur’an ve sünnete tabi olmak ile emrolunmuştur. Bu sebeple bir şahsı taklit etmek bidat ve haramdır.
  • Dâvud ez-Zâhiri ve İbn Hazm’a göre alim veya avam fark etmeksizin herkesin gücü yettiği kadar içtihat etmesi gerekir.
  • Dâvud ez-Zâhiri ve İbn Hazm’a göre bir kimse imamların içtihadının Allah ve resulünün görüşü olduğunu söyleyecek olursa büyük günah işlemiş olur.

Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla kitaplarımızda Dâvûd ez-Zâhirî’den önce mezheplerin taklit edilmesini inkâr eden bir alimin varlığından söz edilmemiştir. Bu sebeple mezhep taklidini kabul etmeyenlerin birçoğu onun ve ona tabi olan İbn Hazm’ın öne sürdüğü delilleri kendilerine mesnet edinirler.

İbn Hazm’ın Tuhaf Fıkıh Anlayışı

Mamafih birçok alim İbn Hazm’ın ileri sürdüğü delillerin ve ortaya koydukları fıkıh anlayışının tutarlı olmadığını, selef ve halefte kimsenin dillendirmediği tuhaf fetvalar olduğunu söyleyerek kendisine reddiye yapmıştır.

Zâhirilik düşüncesinin fıkıh anlayışından uzakta olduğu sadedinde İbn Hazm’ın el-Muhallâ’da “Sakın sizden biri, durgun suya idrar yapıp sonra da o suda yıkanmasın!”[9] hadisinden çıkardığı hükümler misal olarak söylenebilir. İbn Hazm bu hadisten şu hükümleri çıkarır.

  • İdrar yapan kimseden başkası bu suda gusül alabilir. Zira hadis sadece idrarını yapan kimsenin gusül alamayacağını ifade etmektedir.
  • Bir kimse idrarını dışarı yapacak olsa akabinde o idrar suya dökülse o sudan abdest alınabilir. Zira hadiste suyun içine idrar yapmaktan bahsedilmektedir.
  • Kişi küçük abdest değil de büyük abdestini suya yapacak olsa o sudan abdest alması caizdir.[10]

Bu makalede İbn Hazm’ın, kıyas ve taklit konularına dâir görüşlerine cevap vermek, bizleri makalenin konusundan uzaklaştıracaktır. Bu sebeple İbn Hazm’ın görüşlerini eleştiren alimlerin kitap isimlerine yer vermekle iktifa edeceğiz.

En-Nibrâs ala Münkiri’l-Kıyâs, Hasan b. Ali es-Sülemî (H. 580).

Et-Tenbîh alâ Şüzüzâti İbn Hazm, İsâ b. Sehl el-Ceyyânî (H. 486).

El-Avâsım ve’l-Kavâsım, İbnü’l-Arabî (H. 543)

Es-Seyfü’l-Mücellâ ale’l-Muhallâ, Mehdî Hasan eş-Şâhcihân.

Netice

Makalemizde kendi ifadelerinden İbn Hazm ve Dâvûd ez-Zâhirî’nin mezhep taklidi hakkındaki görüşlerini incelemeye çalıştık. İlk dönemlerde mezhep taklidine karşı çıkmış olan bu iki isim Kur’an, sünnet ve icmâ dışında başka bir delil kabul etmediklerini söyleyerek ümmetin kabul ettiği bir çizginin dışında kalmışlardır.

Allah celle celâlühü en doğrusunu bilir.


[1] İbn Nedîm, el-Fihrist, Dâru’l-Ma‘rife, s.268.

[2] Sübkî, et-Tabakâtü’ş-Şâfiiyyetü’l-Kübrâ, Hicre liti-Tibâa, II, 290.

[3] Nahl (89).

[4] İbn Hazm, el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm, IV, 151.

[5] Bakara (286).

[6] İbn Hazm, a.g.e, IV, 152.

[7] İbn Hazm, a.g.e, IV, 152.

[8] Ceyyânî, et-Tenbîh alâ Şüzüzâti İbn Hazm, ed-Dâru’l-Eserî s.90.

[9] Buhâri (239).

[10] İbn Hazm, el-Muhallâ, Dâru’l-Fikr, I, 142.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu