MakalelerTasavvuf

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -3-

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi

Serinin bir önceki yazısı için tıklayınız.

Taceddin es-Sübkî, Tabakâtü’l-Kübrâ’sında Ebü’l-Abbâs el-Mülessem’in tercemesinde Şeyhin keramet ve hal sahibi olduğunu, onun en seçkin talebesinin de Kitâbü’l-Vahîd fî İlmi’t-Tevhid müellifi şeyh Salih Abdulğaffar olduğunu belirtir.

Şeyh Salih kitabında Şeyhinden pek çok keramet nakleder. Onlardan biri de şöyledir: Bir cuma günü biz Şeyh Abbas (Rahimehullâh)’ın sohbetinde idik. O sırada bir genç abdest alıyordu. Şeyh ona: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Genç: “Camiye gidiyorum” dedi. Şeyh ona: “Ben namaz kıldım” (yani Cuma namazı kılındı) dedi. Genç çıkıp geldi ve insanların camiden çıktıklarını gördü. Abdulğaffar (Rahimehullâh) diyor ki: Ben de çıktım insanlara Şeyh Ebü’l-Abbâs (Rahimehullâh)’ın nerede olduğunu sordum. Onlar da: Şeyh camidedir, insanlar huzuruna gelip selam veriyorlar dediler. Bunun üzerine ben geri döndüm şeyhime bu durumu sordum: O da şöyle buyurdu: “Bana aynı anda farklı yerlerde olma tasarrufu verildi.”

es-Sübkî diyor ki: Şeyhin “ben namaz kıldım sözü”, aynı anda farklı yerlerde olma özelliğinden kaynaklanmıştır. Çünkü onlar bir yerde, sûretleri başka bir yerde olurlar. Bu sıfata keşf-i sûrî denilir. Bu sıfatla aradaki duvarlar ortadan kalkar, bir yerden başka bir yere geçebilir ve istediği yerde namazı kılar.[1]

Kadîb el-Bân el-Mûsûlî (rahimehullah)

Kadîb el-Bân el-Mûsûlî (Rahimehullâh) hakkında da böyle anlatılmaktadır. Bu zat abdallardan idi. Birgün namaz kıldığını görmeyenlerden biri kendisini namazı terk etmekle itham etti ve bu inkârında da çok ısrar etti. Bunun üzerine Kadîb (Rahimehullâh) hemen anında temessül ederek çeşitli sûretlerde göründü ve adama bu sûretlerin hangisinde benim namaz kılmadığımı gördün, diye çıkıştı.[2]

Şeyh Müferrec ed-Demâminî (rahimehullah)

Safiyyüddin ibn Ebî Mansûr da Risâle’sinde şöyle nakleder: “Şeyh Müferrec ed-Demâminî ile ilgili memleketinde arkadaşları arasında şöyle bir olay yaşandı: Hacca gitmiş olan bir arkadaşı diğerine, “Ben Şeyh Müferrec’i Arafat’ta gördüm” dedi. Diğeri de buna karşı çıkarak şeyhin Demâmin’den hiç ayrılmadığını ve başka bir yere gitmediğini söyledi. Her ikisi de talâkları üzerine yemin etti. Hacca gitmiş olan; şeyhi Arafat’ta gördüğüne, diğeri de şeyhin arefe günü Demâmin’den kesinlikle ayrılmadığına dair talâkı üzerine yemin etti.

Bunun üzerine aralarında geçen bu tartışmayı Şeyh Müferrec (Rahimehullâh)’a arz ettiler. Şeyh, ikisinin de doğru söylediğini onayladı ve her birinin hanımlarının boş olmadığını söyledi. Şeyhe bu ikisi hakkındaki verdiği hükmün sebebini sordum. Zira eğer biri doğru söylüyorsa, diğeri muhakkak yalan yere yemin ediyor olmaktadır. Bu sırada yanımızda muteber insanlar da vardı. Şeyh, bizlere hitaben, “siz cevap verin” dedi. Buradaki sırrın ne olduğunu müzakere edelim diye bize izin verdi. Oradakilerden her biri, hükmün sebebi hakkında görüş beyan ettiler fakat yeterli olmadı. Derken meselenin iç yüzü benim için vuzuha kavuştu. Bunu anlayan şeyh, izah etmem için bana işaret verdi. Ben de şöyle dedim:

“Velînin velayeti gerçekleştiği zaman, birçok sûrete bürünme imkânı elde eder. Aynı anda birden fazla yerde ruhaniyeti ile zuhur eder. Zira iradesine göre kendisine hal içinde hale bürünme ve çeşitli sûretlere girme imkânı verilir. Dolayısıyla kendisini Arafat’ta gören kimseye görülen sûret gerçek olduğu gibi, şeyhin Demâmin’den ayrılmadığını söyleyen diğer kişiye görülen sûret de haktır. Her ikisi de yemininde doğrudur, dedim. Bunun üzerine şeyh, ‘Doğru görüş işte budur’ dedi.”

İmam Yâfiî’nin İzahı

İmam Yâfiî (Rahimehullâh), bu meseleyi Kifâyetü’l-Mu’tekid isimli kitapta naklederek şöyle demiştir: “Eğer böyle bir durumun gerçekleşmesi imkansızdır, fakihin bunu kabul etmesi mümkün değildir, akıl bunu kesinlikle câiz görmez, fakihe göre yemin eden iki kişinin de yeminlerinde doğru olduğuna hükmetmek sahih değildir. Zira bir kimsenin aynı anda iki farklı mekânda bulunması aklen mümkün değildir” dersen, buna, yukarıda zikredilen Şeyh Safiyyüddin (Rahimehullâh)’ın verdiği cevabı veririm. Ayrıca bir kimsenin aynı anda iki farklı mekânda bulunması muhal değildir. Zira bu, ruhanî sûretlerin birden çok yerde bulmasıdır, bu ise tek bir suretin farklı yerlerde olması değildir ki imkânsız olsun.

Eğer bir şahsın sûretlerinin de birden çok yerde görülmesi imkansızdır, denilecek olursa, buna şöyle cevap veririm: Bu durum hiç şüphesiz meydana gelmiş ve görülmüş bir olaydır. Akıl bu hususta hayrete düşse de bunu inkâr etmek mümkün değildir.

Pek çok fakih ve alimlerden meşhur olarak nakledilen Kâbe-i Muazzama’nın hep yerinde olduğu ve oradan hiç ayrılmadığı bilinmesine rağmen başka yerlerde evliyadan bir cemaatin etrafında dönüp onları tavaf ettiğinin görülmesi de bu mesele hakkındaki örneklerden biridir.

Bize büyüklerden birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Uçmakta şaşılacak bir şey yoktur. Asıl şaşılacak şey şudur: Biri doğu diğeri batıda olan iki veli birbirlerini ziyaret etmek ister ve bir araya gelerek sohbet ederler. Sonra da her biri geldiği yere dönüp gider. İnsanlar her ikisinin de kendi yerlerinde olduklarını ve oradan hiç ayrılmadıklarını görürler.”

Yine Yâfiî, er-Ravzü’r-Reyâhîn adlı kitabında şöyle demiştir: “Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh)’ın ashabından biri şöyle anlatır: Bir adam senelerin birinde hacca gitmişti. Döndüğü zaman kardeşine, ‘Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh)’ı Arafat’ta vakfede gördüm’ dedi. Kardeşi ona, ‘Biz terviye günü (Arefe gününden bir önceki gün) Tüster’de bulunan zâviyesinde onunla beraber idik’ dedi. Kardeşi, Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh)’ı vakfede gördüğüne dair talâkı üzerine yemin etti. Bunun üzerine kardeşi kendisine, ‘Hadi kalk benimle gel, gidip ona soralım’ dedi. İkisi kalkıp Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh)’ın yanına gidip aralarında geçen meseleyi ona anlattılar ve yeminin hükmünü sordular. Bunun üzerine Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh) onlara, ‘Neden böyle şeylerle meşgul oluyorsunuz, siz Allah’la meşgul olun’ dedi. Yemin edene de, ‘Hanımını nikâhında tut (boşaman geçerli değildir) ve bu olaydan kimseye bahsetme’ dedi.”[3]

İsmail Hakkı el-Bursevî’nin (rahimehullah) Beyanı

İsmail Hakkı el-Bursevî, Ruhu’l-Beyan tefsirinde şöyle der: Allah Teâlâ’nın bir ruha kendi bedeninde tasarruf etmesiyle birlikte kendi dışında başka bedenlerde de tasarruf etme gücü vermesi mümkündür. Nitekim Abdâl/veli kulların ruhları böyledir. Onlar bulundukları yerden ayrılıp başka bir yere giderler, bu sırada bulundukları ilk yerde asıl suretine benzeyen bir suretini bırakırlar.[4]

Netice

Tek bir ruh, güç yetirebildiğinde pek çok bedeni yönetebilir. Dünya hayatında bu durum, veli için harikulade olarak gerçekleşirken ahirette ise insanın yapısına uygun olarak gerçekleşir. Kadibûlban ve Zünnûn el-Mısrî, bu kuvvete sahip velilerdendir. Bir ruh; bedenin el, ayak, kulak, göz gibi diğer organlarını yönettiği gibi pek çok bedeni de yönetebilir.[5]

Mahmûd b. Saîd Makdîş es-Sefâkusî el-Mâlikî, Nüzhetü’l-Enzâr fî Acâibit-Tevârîh ve’l-Ahbâr, adlı eserinde keramet çeşitlerini sayarken beşinci nevi olarak yeryüzünün veliye dürülmesini zikreder ve bu tür tayy-i mekân hakkında varid olan haberlerin tevatür derecesine ulaştığını, yalancıdan başka hiç kimsenin inkâr etmeyeceğini söyler.[6]


[1] Taceddin es-Sübkî, Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 8, s. 36; Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 210.

[2] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 210; Taceddin es-Sübkî, Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 2, s. 342.

[3] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 210-211.

[4] İsmail Hakkı el-Bursevî, Ruhu’l-Beyan, c. 9, s. 215.

[5] Muhyiddin İbn Arabî (Kuddise Sırruhû), el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, c. 9, s. 221.

[6] Mahmûd b. Saîd Makdîş es-Sefâkusî el-Mâlikî, Nüzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîh ve’l-Ahbâr, c. 2, s. 237.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu