MakalelerTasavvuf

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -2-

İlk yazı için tıklayınız.

İmam Süyûtî (Rahimehullâh) el-Müncelî fi Tatavvuril-Velî adlı risalesinde: Bir kimsenin Allah’ın veli kulu Şeyh Abdülkadir et-Taştûşî’nin bir gece kendisinin yanında kaldığını, ‘eğer yalan söylüyorsam hanımınım boş olsun’ şeklinde yemin ettiğini; aynı şekilde diğer bir kimse de hanımını boşamak üzerine yemin ederek aynı gece Şeyh Taştûşî’nin bizzat kendisinin gece kendi yanında kaldığını söylediğini ve bu iki kişiden hangisinin boşamasının geçerli olacağı soruldu. Bunun üzerine ismi geçen Şeyh Abdülkadir’e bir elçi göndererek bu durumu kendisine sordum.

Cevaben şeyh şöyle dedi: “Eğer dört kişi dahi aynı gece yanlarında gecelediğimi söylerse doğru söylemiş olurlar.”

Ben de o iki adamın yalan yere yemin etmediklerine (dolayısıyla hanımlarının boş olmadığına) dair fetva verdim.

Bunun fikhî açıdan izahı ise şöyledir:

Bazıları bir şahsın aynı anda iki farklı yerde bulunmasının mümkün olmadığını hatta imkânsız olduğunu iddia etmiştir. Durum onun zannettiği gibi imkânsız değildir. Şüphesiz, meşhur ve otorite imamlar, bunun câiz ve mümkün olduğunu söylemişlerdir. Bu durum mümkün olunca da ortada yalan yere yemin diye bir şey kalmaz. Zira mümkün bir şeyin var olduğuna dair yemin eden bir kimsenin doğru söylemesi mümkün olduğu için hakkında yalan yere yemin ettiğine dair bir hükme varılmaz. Zira şüphe ile talak gerçekleşmez. Bu mesele daha önceki dönemlerde de gündeme gelmiş ve ulema benim gibi, bu olayda yalan yere yemin etmenin söz konusu olmadığına dair fetva vermişler ve bu hususta yemin edilen şeyin imkânsız olmayışına istinad etmişlerdir.

Ben diyorum ki meşhur âlimler de velinin aynı anda farklı iki yerde bulunmasının mümkün olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:

  1. el-Hâvî’nin şârihi Allame Alâeddin Konevî,
  2. Şeyh Tâceddin es-Sübkî,
  3. Kerimüddin el-Âmilî, Saidüssuadâ Salâhiyye Hankahı Şeyhi,
  4. Safiyyüddin ibn Ebû Mansûr,
  5. el-Vahîd’in sahibi Abdülgaffar el-Kûsî,
  6. Afif el-Yâfiî,
  7. Şeyh Tâceddin İbn Atâullah,
  8. İbnü’l-Mülakkın,
  9. Burhan el-Ebnâsî,
  10. Şeyh Abdullah el-Menûfi,
  11. Şeyh Abdullah el-Menûfi’nin talebesi ve aynı zamanda el-Muhtasar’ın müellifi Şeyh Halil el-Mâliki,
  12. Ebü’l-Fazl Muhammed ibn İbrahim et-Tilimsânî el-Mâlikî ve diğer alimler.

Meselenin Üç Şekilde İzahı

Bu konuda âlimlerin söylediklerinin özeti şu üç şeydir:

  1. Cinlerde (ve meleklerde) olduğu gibi sûretlerin temessül[1] ve şekillere girmek suretiyle birden fazla yerde olma yoluyla izah edilir.
  2. Birden fazla yerde olmadan aradaki mesafenin dürülmesi ve yerin aradan kaldırılması yoluyla izah edilir. Bu durumda görenlerden her biri, veli tek bir yerde olduğu halde kendi evinde görür. Ancak Allah (Celle Celâlühü) yeri dürer, geçişe engel olan engelleri kaldırır, bu sebeple o velinin iki farklı mekânda olduğu zannedilir. Bu izah, İsrâ hadisesinin vuku bulduğu sabah, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Mekke’de iken Beytülmakdis’in özelliklerini Kureyşlilere tarif ettiğinde gözünün önüne Beytülmakdis’in getirildiğini anlatan hadisin en güzel yorumudur.
  3. Velinin bedeninin büyüklüğü ile izah edilir. Şöyle ki bedeni kâinatı dolduracak kadar büyür ve her yerden görülür. Nitekim Azrâil ile Münker ve Nekir’in durumları bu şekilde açıklanmıştır. Ölüm meleği; biri doğuda diğeri batıda aynı anda ölenlerin ruhunu bir anda kabzeder. Yine Münker ile Nekir, doğuda ve batıda kabre konulmuş olanları aynı anda sorguya çeker.

Bu üç görüş içinde en güzel cevap bu son görüştür. Bu durum (velinin bedeninin büyümesi), onun normal suretinde görülmesine mâni değildir. Zira Allah, (velide olan) ziyade büyüklüğü gözlerden saklar veya bazısını bazısının içine girdirir. Nitekim Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın Dihye (Radıyallâhu Anh)’ın sûretinde görülmesi bu iki şekilde izah edilmiştir. Halbuki Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın aslî sûreti çok daha büyüktü, o kadar ki kanatlarından sadece ikisi ufku kaplıyordu.

Âlimlerin Konu Hakkındaki Görüşleri

Alâeddin Konevî (Rahimehullâh), el-İ’lâm bi İlmâmi’l-Ervâh Ba’de’l-Mevt Ale’l-Ecsâm isimli eserinde şöyle der: Allah (Celle Celâlühü)’nün bazı kullarına daha hayatta iken, kendi bedenindeki tasarrufu devam ettiği halde, başka bir beden üzerinde de tasarrufta bulunma kuvveti bahşetmesi mümkündür. Abdallara abdal ismi verilmesinin sebebi olarak; bir mekânda oldukları halde başka mekânlara da asıl şekillerinin yerine ona benzer bir şekilde göründükleri (temessül ettikleri) için verildiği söylenmiştir.

Cinlerin çeşitli suretlere girmesi mümkün olunca; peygamberler, melekler ve velilerin çeşitli suretlere girmesi evla olarak mümkündür. Sûfîler, bedenler âlemi ile ruhlar âlemi arasında bulunan ve misal âlemi diye isimlendirdikleri bir âlem bulunduğunu ve bu âlemin beden âleminden daha latif ve ruhlar âleminden daha kesif olduğunu söylemişlerdir. Onlar, ruhların cesede bürünüp muhtelif suretlerde zuhur etmesini buna bina ederler. Bunun için de Allah (Celle Celâlühü)’nün “Biz (getirdiği vahiylerle dini canlandırdığı için, diriltme sıfatımız olan) ruhumuzu (temsil eden Cibrîl’i) ona gönderdik, böylece o (kıvırcık saçlı, parlak yüzlü, yakışıklı ve tüysüz bir delikanlı şekline girip) ona tam bir beşer olarak görünüverdi.” (Meryem, 17) ayet-i kerimesi ile ünsiyet kurmuşlar (ayet-i kerimenin işârî manasından yola çıkmışlar)dır.

Dolayısıyla tek bir ruh, mesela Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın ruhu, aynı anda hem aslî hem de misalî şeklinin müdebbiri olur. (Her iki şekle girip ikisini aynı anda idare edip tasarruf eder).

Yapılan bu izahla, Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e Dihye sûretinde geldiğinde kanatlarıyla ufku kaplayan o büyük cismi nerede idi? şeklindeki o meşhur soru da hallolmuş olur.

Bu konuda Sûfîler, şöyle demişlerdir: Cebrâil (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e Dıhye suretinde geldiğinde aslî cismi değişmeden olduğu hal üzere idi. Allah Teâlâ başka bir sûret yarattı ve Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın ruhu aynı anda her iki sûrette de tasarrufta bulundu. Peygamberler de böyledir. Bunun olması da mümkündür. Zira onların ölüleri diriltmesi, asayı yılana dönüştürmesi, yer ve gök arası kadar uzak mesafeleri bir anda katetmesi gibi Allah Teâlâ’nın kendilerine adet dışı bir şeyi yapma kudreti vermesi gibi harikulâde haller Peygamberler hakkında mümkün olunca; Allah (Celle Celâlühü)’nün iki beden ve daha fazlasında tasarrufta bulunma kudretini de vermesi imkânsız değildir. İşte bu asıl üzere birçok zor meselenin izahı yapılır ve müşkiller çözülmüş olur. [2]


[1] Bir şeyin varlığının aslî hüviyetini korumakla birlikte başka bir görünmesine temessül denir. Bkz: Mu’cemü’l-Vasit, (m-s-l madddesi) c. 2, s. 853; Mu’cemü’l-Lügati’l-Arabiyyeti’l-Muasıra, (m-s-l madddesi) c. 3, s. 2066.

Kur’ân-ı Kerim’de bu temessül şöyle ifade edilmektedir:

.. Biz (getirdiği vahiylerle dini canlandırdığı için, diriltme sıfatımız olan) ruhumuzu (temsil eden Cibrîl’i) ona gönderdik, böylece o (kıvırcık saçlı, parlak yüzlü, yakışıklı ve tüysüz bir delikanlı şekline girip) ona tam bir beşer olarak görünüverdi.” (Meryem: 17).

[2] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 208-209. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu