MakalelerTasavvuf

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -4-

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -4-

Serinin bir önceki yazısı için tıklayınız.

Alimlerden Nakiller

Meşhur el-Muhtasar müellifi Şeyh Halil el-Mâlikî, şeyhi Şeyh Abdullah el-Menûfî’nin menâkıbını anlattığı kitabın Altıncı Babı olan, Velinin bulunduğu yerden hareket etmeden yerin dürülmesi hakkında konu ile ilgili şöyle demiştir:

“Adamın biri Hicaz’dan geldi. Şeyh Menûfî’yi Arafat’ta vakfede gördüğünü söyleyerek burada olup olmadığını sordu. Oradaki insanlar adama, şeyhin yerinden hiç ayrılmadığını söylediler. Adam, şeyhi gördüğüne yemin etti. O esnada şeyh geldi ve adamın kendisi ile konuşmak istediğini anlayınca şeyh susmasını işaret etti. Daha sonra bu konuda vuku bulmuş başka hadiseleri anlattı ve dedi ki:

Eğer bir şahsın aynı anda iki farklı mekânda bulunması nasıl mümkün olur diye soracak olursan şöyle cevap veririm: Bir kimse velâyet makamına ulaştığında, ruhaniyeti itibariyle farklı sûretlere girmesi mümkün olur. Kendisine aynı anda birden çok sûrete girebilme kudreti verilir. Bu, imkânsız bir şey değildir. Zira çoğalan, ruhanî sûretlerdir. Bu, ariflerce bilinen meşhur bir durumdur.[1]

Ali el-Kârî (Rahimehullâh), Beyhakî (Rahimehullâh)’ın: “Peygamberlerin farklı zamanlarda farklı yerlerde bulunmaları aklen mümkündür” dediğini nakleder.[2] Dolayısıyla Peygamber için mucize olarak gerçekleşen bu durumun Allah’ın bir velî kulu için keramet olarak gerçekleşmesi aklen mümkündür.

Bedrüddin Aynî, mi’rac hadisinin şerhinde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Burak isimli bineğe binerek yerin dürülüp bir anda uzak mesafeleri katetme olayını anlatırken, Efendimizin bu mesafeleri neden kendi başına değil de bir binekle katettiğini sorar ve bunun hikmeti olarak da cevaplar verir. O cevaplardan biri de şudur:

İlahi bir feyz olarak hatırıma geldi ki; yeryüzünün dürülüp mesafenin kısalması hususunda velîler de peygamberlerle müşterektir. Fakat binekle göz açıp kapayıncaya kadar uzak mesafeleri bir anda kat etmek, sadece peygamberlere mahsustur.[3]

Âlûsî (Rahimehullâh) da Allah’ın velî kullarının aynı anda biri doğu diğeri batı gibi farklı yerlerde bulunmasının mümkün olacağını söyler.[4]

Ali el-Kârî, dünya aleminin (mekânsal olarak ve pek çok yönden) kısıtlı olmasına rağmen velîlerin birden çok bedenleri olması mümkündür. Ruhlarının hakikati her bir bedende tasarrufta bulunabilir. Dolayısıyla bir velî her bir beden sûretinde ayrı zaman ve farklı mekanlarda görünebilir.[5]

İmam Şa’râni’nin Görüşü

İmam Şa’rânî (Kuddise Sırruhû) şöyle der:

Soru: Velîlerin aynı anda farklı yerde olmaları onlar için kemâl midir, noksan mıdır?

Cevap: Bu hal, velîlerin beşeriyetlerinin fenâsına ve cennetlikler gibi diledikleri sûrete bürünecek kadar ruhlarının kuvvetine delâlet eder. Beşeriyeti ruhaniyetine galip gelen kimsenin elinde meydana gelen keşiftir. Böyle bir kimse için aynı anda farklı yerde olmak (tatavvur) sahih değildir. Zira tatavvur ruhların özelliğidir. Şeyh Muhyiddin (Kuddise Sırruhû) 463. bâbda, Hallâc’ın Beytü’l-azame ismini verdiği, kendisine ait bir eve girdiğini zikretmiştir. Eve girdiğinde bakanların gözünde, evin tamamını zatıyla doldurmuştur. Hatta bazı insanlar, meşâyıhın hallerini bilmedikleri için bu hali simya ilmine[6] nispet etmişlerdi. Kendisi evdeyken onu asmak için oraya girdiklerinde hiç kimsenin gücü, onu bu evden çıkarmaya yetmemiştir. Zira kapı ona dar gelmiştir. Cüneyd gelerek “Allah Teâlâ’ya teslim ol ve O’nun kazâ ve kaderi için çık.” demiştir.[7]

Buhaneddin el-Halebî’nin Bir Suale Cevabı

Burhâneddin el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye de şöyle der:

Soru: Cibril (Aleyhisselâm) Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e insan sûretinde geldiğinde, o gelen insan şekline bürünmüş olan ruh mudur? Böyle olması durumunda da asıl bedeni ya ruhsuz diri olarak ya da ölü olarak kalması gerekir. Bu sebeple Hafız ibn Hacer (Rahimehullâh), meleğin insan sûretinde görünmesinin manası, zatının insana dönüşmesi değildir. Bilakis meleğin, insan sûretinde görünmesidir demiştir.

Cevap: Gelenin ruh değil de beden olması mümkündür. Zira Allah Teâlâ meleklere tıpkı cinlerde olduğu gibi istedikleri şekillere girme gücü vermiştir. Dolayısıyla sadece bir tane bedene sahiptirler. [8] (Ruh kendi bedeninde değil farklı bir sûrette görünmüştür)

Meleğin bedeninin birden fazla olması da mümkündür. Bu da, Allah Teâlâ’nın meleğin ruhu için kendi asıl bedeninin dışında başka bir bedende tasarruf etme gücü vermesi ile olur. Nitekim Allah Teâlâ’nın velî kulları (Abdalları)n hali de böyledir. Onlar, bulundukları yerden ayrılıp başka bir yere giderler, bu sırada bulundukları ilk yerde asıl sûretine benzeyen bir sûretini bırakırlar. İbn Sübkî’de Tabakat’ında velîlerin bir keramet olarak birden fazla bedenlerinin olabileceğini zikreder.[9]

Ali el-Kârî, Allah’ın velî kullarına, yerin dürülüp uzak mesafeleri bir anda katetmelerinin ve birden çok bedenlere sahip olup bir anda farklı yerlerde bulunmalarının mümkün olacağını söyler.[10]

İmam Şarânî (tatavvur) velînin aynı anda birden çok yerde olmasını şöyle izah eder: Allah (Celle Celâlühü)’nün “kün” emriyle ruha dilediği bedenlerde tasarruf etme gücü vermesidir. Bu hal, velîler için dünyada (harikulade) keramet olarak gerçekleşir.

İmam Şarânî, Şeyh Muhammed el-Hudarî’nin bir müridinden şeyhin aynı anda elli şehirde Cuma hutbesi okuyup namaz kıldırdığını nakleder.[11]

İmam Suyuti’nin Nakli

Süyûtî (Rahimehullâh) der ki: Şeyh Tâceddin İbn Atâullah (Kuddise Sırruhû) hakkında talebelerinden biri tarafından yazılan menâkıb kitabında şunu gördüm: “Şeyh Tâceddin (Kuddise Sırruhû)’in cemaatinden bir mürid anlatıyor: Ben hacca gittim, şeyhimi tavafta, makamın arkasında, sa’y yaparken ve Arafat’ta gördüm. Geri dönp de şeyhimi sorduğumda onun iyi olduğunu söylediler. Yolculuğa çıkıp çıkmadığını veya şehirden ayrılıp ayrılmadığını sordum. Hayır, ayrılmadı dediler. Bunun üzerine şeyhin yanına gelip selâm verdim. Şeyh bana, Yolculuğunda kimleri gördün? diye sordu. Ben de efendim, yolculuk esnasında sizi gördüm, dedim. Şeyh tebessüm ederek, “Büyük insan kâinatı doldurur. Şayet kâinatın bir köşesinden kutubdan[12] yardım istenecek olsa ona mutlaka icabet eder” dedi.

el-Vahid müellifi şöyle demiştir: İlâhî hususiyetler (herhangi bir zaman ve mekan ile) sınırlandırılamaz. Sözgelimi Azrâil (Aleyhisselâm) her an, Allah’tan başka kimsenin bilmediği âlemin her tarafında mahlûkatın ruhunu kabzeder. Azrâil (Aleyhisselâm), ruhunu alacağı kimselere amellerine göre farklı sûretlerde görünür ve onlardan her biri Azrail (Aleyhisselâm)’ı farklı bir sûrette görür.[13]

İbn Kayyim Kitâbü’r-Rûh’ta şöyle demiştir:

Ruhun bedende olmayan başka bir özelliği daha vardır. O, ölünün bedenine bitişik olduğu halde refik-i a’lâ’da bulunur. Öyle ki bulunduğu mekânda olduğu halde arkadaşına selâm verse arkadaşı selâmını alır.

İşte buna örnek olarak mesela Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Cebrâil (Aleyhisselâm)’ı altı yüz kanatlı olarak görmüştür. Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın kanatlarından ikisi doğu ile batıyı kaplayacak kadar büyüktür. Bu büyüklüğe rağmen Cebrâil (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e o kadar yaklaşmıştır ki, dizlerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in dizlerinin üstüne ellerini de baldırları üzerine koymuştur. Muhlisler, Cebrâil (Aleyhisselâm)’ın, semada olduğu halde bu şekilde yaklaşmasının mümkün olduğuna iman ettiklerinden dolayı kalpleri ferah içindedir.[14]

Süyûtî (Rahimehullâh) der ki: el-Vahid müellifi de bu konu hakkında şunları söylemiştir: Sufiler içerisinde öyle kimseler vardır ki bedenlerini terk eder, bedenleri adeta ruhsuz bir kalıp haline gelir. Nitekim İsa ibn Muzaffer (Rahimehullâh), -Kûs’ta âlim, müderris ve hâkim olan- Şeyh Şemseddin el-İsfahânî (Rahimehullâh)’dan, bir adamın (ruhunun) üç gün boyunca bedeninden ayrıldığını ve sonra tekrar olduğu hal üzerine bedenine geri döndüğünü nakletmiştir.

Burada zikredilen İsfahânî, Şerhu’l-Mahsûl gibi birçok eserin de müellifi olan meşhur allâme Şemseddindir. İbnü’s-Sübki, Tabakât’ında Şeyh Tâceddin el-Firkâh’tan, zamanında usul ilminde onun benzeri başka birinin olmadığını nakletmiştir.[15]


[1] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 212. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

[2] Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, c. 3, s. 415; Cemü’l-Vesâil fî Şerhi’ş-Şemâil, c. 1, s. 53.

[3] Bedrüddin el-Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhari, c. 17, s. 24.

[4] Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, c. 5, s. 209.

[5] Ali el-Kari, Cemü’l-Vesâil fî Şerhi’ş-Şemâil, c. 2, s. 238.

[6] Gizli ilimlerin bir dalı olan simya daha çok sihir teknikleriyle ilişkili görülmüştür. Bu anlamıyla Grekçe “semeion” (semeia) kelimesinden türemiş Arapça bir kelime olan simiya bazan sihir ve rukye gibi terimlerle birlikte kullanılmıştır. Kelimenin zamanla kazandığı terminolojik anlamlar, simyanın esas itibariyle bir tür sihir olduğu fikrini daima muhafaza etmiştir. Ancak simya ile doğal varlık alanında hangi etkilerin hangi tekniklerle oluşturulduğuyla ilgili olarak farklı yaklaşımlar söz konusu olabilmektedir. Meselâ bazı durumlarda simya tekniğine harflerin gizli özellikleri de katılmakta ve doğal etkilerin bu yolla meydana getirilmesine simya denmektedir. Simya için kullanılan Batı terimlerinden onun anlamına en yakın olanı Arapça’da şa‘beze, Türkçe’de gözbağcılık kelimeleriyle ifade edilen “fantazmagori” (phantasmagorie) olup bu terim “gerçekle ilgisiz ve hızla değişen hayaller dizisi” ya da “illüzyona dayalı hayal oyunu” anlamına gelmektedir. Bkz: TDV İslâm Ansiklopedisi, c.37, s. 219 (Simya md.).

[7] İmam Şa’rânî, el-Cevâhir ve’l-Yevâkît, c. 2, s. 494. (Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî-Müessesetü’t-Târihi’l-Arabi)

[8] Burhâneddin el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, c. 1, s. 362.

[9] Burhâneddin el-Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, c. 1, s. 364.

[10] Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, c. 4, s. 101.

[11] İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu’l-Beyan, c. 9, s. 215.

[12] Kutub: velîler zümresinin başkanı, dünyanın ve âlemin mânevî yöneticisi olduğu düşünülen büyük velî manasında kullanılmıştır. Onun bulunduğu makama da kutbiyyet denilmiştir.

[13] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 211. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

[14] İbn Kayyım, Kitabu’r-Rûh, s. 102; Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 212. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

[15] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 212. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu