MakalelerTasavvuf

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -6- (Son)

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -5- yazısı için tıklayın.

Nefehât’te Yer Alan Bir Kıssa

Şeyh İbn Sükeyne (Rahimehullâh)’ın kuyumcu olan bir müridi vardı. Bu müridin vazifesi sûfîlerin namaz kıldığı hasırları cuma günü camiye götürür ve serer; namaz bittikten sonra da bunları toplayıp tekkeye getirirdi. Yine bir cuma günü camiye götüreceği hasırları birbirine bağladı ve Cuma guslünü almak için Dicle nehrinin kenarına vardı.

Elbiselerini çıkartıp nehrin kenarına koydu ve suya girdi. Başını sudan çıkarınca birden oranın Dicle değil de başka bir yer olduğunu fark etti. Etrafta bulunanlara oranın neresi olduğunu sorunca ona Mısır’ın Nil nehrinde olduğunu söylediler. Şaşkınlık içinde sudan çıktı ve şehre vardı. Bir kuyumcu dükkânı buldu ve önünde durdu. Bu sırada üstünde avret mahallini örten izardan başka bir şey yoktu. Dükkân sahibi kuyumcu ferasetiyle bu şahsın bir kuyumcu olduğunu anladı. Onu imtihana tabi tuttuktan sonra işinin ehli birisi olduğunu gördü ve ona hemen sahip çıkarak evine götürdü ve kızıyla nikâhladı. Bu müridin bu hanımdan üç çocuğu oldu ve yedi sene bu şekilde yaşadı.

Bir gün Nil nehrine indi, suya daldı. Başını sudan çıkardığında kendisini Bağdat’taki Dicle nehrinde hatta yedi sene önce suya daldığı yerde buluverdi. Çıkardığı elbiseleri de aynı şekilde nehrin kenarında durmaktaydı. Elbiselerini giyip tekkeye gitti. Tekkeye vardığında Cuma’ya götürmek için bağladığı hasırların aynı şekilde bağlı olduğunu, hiç bozulmadığını gördü. Oradaki bazı müridler ona acele etmesini, bazı sûfîlerin sabahın erken saatinde camiye gittiğini söylediler.

Mürid, seccadeleri alıp camiye götürdü ve namazdan sonra tekkeye geri getirdi. Sonra şaşkın vaziyette hızlıca evine gitti. Hane halkı ona: “Misafirler için balık kızartmamızı istemiştin hani neredeler?” dedi. O sırada misafirler geldi ve balıktan yediler. Bunun üzerine bu zat, şeyhi İbn Sükeyne’nin yanına giderek başından geçen her şeyi anlattı. Şeyh İbn Sükeyne: “Mısır’daki çocuklarını Bağdat’a getir” dedi. Bu mürid de gidip çocuklarını getirdi. Böylece yaşadığı her şeyin gerçek olduğu anlaşıldı.

Şeyh İbn Sükeyne ona; o gün herhangi bir şey hakkında şüphen var mıydı ya da aklından ne geçiyordu? diye sordu. Mürid: “O sabah «Süresi bin sene olan bir gün…» âyet-i kerîmesi hakkında kalbime şüphe gelmekteydi” diye cevap verdi. Şeyh efendi: “İşte bu vakıa Allah’tan sana bir rahmettir, senin kalbindeki müşkül giderilmiş ve imanın tashih edilmiştir ki Allah Teâlâ zamanı kimi kullarına genişletirken aynı zamanı diğer bazı kullarına nispetle daraltabilir. Allah Teâlâ dilediği her şeyi yapmaya kâdirdir” dedi.[1]

İmam Rabbânî’nin (Kuddise Sirruhu) Kıssaya Bakışı

İmam Rabbânî (Kuddise Sırruhû) Nefehâtü’l-Üns’de geçen bu hikâyenin gerçek anlamı nedir diye sorulan sorunun cevabında şöyle demiştir:

Mürşid İbn Sükeyne’nin -Allah Teâlâ sırlarını mukaddes kılsın- müridi, bir gün yıkanmak maksadıyla Dicle nehrine girer. Suya daldıktan sonra başını kaldırınca kendisini Nil nehrinde bulur.

Bunun ardından sudan çıkıp Mısır’a gider. Orada evlenir, çoluk çocuğa karışır. Yedi yıl Mısır’da kalır. Sonra bir gün tesadüfen yine yıkanmak maksadıyla Nil nehrine gider ve suya dalar, başını kaldırdığında kendini Dicle nehrinde bulur. Önceden Dicle’nin kıyısına koymuş olduğu bütün elbiselerinin olduğu gibi durduğunu görür, elbiselerini giyer ve evine döner. Hanımı ona, “misafirler için hazırlamamı istediğin yemek hazır” der. Hikâye böyle devam eder.

Ey oğul! Bu hikâyede işkal doğuran nokta, senelerce yapılacak işlerin bir anda oluvermesi değildir. Zira bu tür olaylar çok olmuştur. Son Nebi Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in mi‘râc mûcizesi de bunlardan biridir. Yükselmek için onca basamağı kat edip, binlerce senede aşılabilecek vuslat mertebelerini geçtikten sonra geri döndüğünde yatağındaki sıcaklığının henüz soğumamış olduğunu, abdest almak için ibriğe doldurduğu suyun hâlâ hareket ettiğini fark etti.

Bunun izahı, Nefehât kitabında zikredildiği gibi bast-ı zaman yönüyle olmasıdır.[2]

İmam Suyûtî’nin İstidlâli

Süyûtî (Rahimehullâh) der ki: Bu mevzunun delillerinden biri de Ahmed ibn Hanbel (Rahimehullâh) ve Nesâî’nin sahih bir senedle İbn Abbas (Radıyallâhu Anhuma)’dan rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “(İsra) gecesi yürütülüp Mekke’ye geldiğimde korktum ve insanların beni yalanlayacağını anladım….” Hadisin devamında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Müşrikler ‘Sen bize mescidin şeklini anlatabilir misin?’ diye sordular. İçlerinden de Küdüs’e gidip oradaki mescidi görmüş olan birisi de vardı. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Mescidi anlatmaya başladım, mescidin bazı özelliklerini bilemeyecek gibi oldum o sırada mescid önüme getirildi, ben ona bakıyordum, hatta Âkil’in veya İkâl’in evinin önüne konuldu da ben ona bakarak mescidin özelliklerini anlattım.”[3]

İşte bu hadiste anlatılanlar ya temessül yoluyla ya da mesafenin dürülmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bana göre ikincisi daha uygundur. Zira Mescid-i Aksâ, bu olay gerçekleştiğinde orada meskûn olanların gözünden kaybolmadığı bilinen bir gerçektir. [4]

İmam Halil’den Bir Nakil

İmam Halil (Rahimehullâh)’ın naklettiğine göre Mekke’de bulunan bir cemaat, Kâbe’nin evliyadan bazı kimselerin etrafında tavaf ettiğini gördüklerini söylemişlerdir. İmam Süyûtî bu sözü naklettikten sonra peşinden, ‘bu şeyh Halil’in sözüdür, onun imamlığı ve kadrinin büyüklüğü hakkında konuşmaktan sakındırırım’ diyerek tembihte bulunur.[5]

Bu hâdise de temessül yoluyla ya da mesafenin dürülmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Zira Kâbe, bu olay gerçekleştiğinde orada meskûn olanların gözünden kaybolmadığı bilinen bir gerçektir.

Yakub ve Yusuf (Aleyhimesselâm)

İbn Cerir, İbn Ebî Hâtim ve İbnü’l-Münzir’in tefsirlerinde, Hâkim’in de el-Müstedrek’inde İbn Abbas (Radıyallâhu Anhumâ)’dan sahih olarak gelen rivayetinde Allah Teâlâ’nın: “Andolsun ki; elbette o kadın ona (sahip olmayı kesinlikle aklına koymuş ve buna) kastetmişti. O da (zinanın çirkinliğine dâir) Rabbinin açık bir delilini görmeseydi ona meyledecekti.” (Yusuf. 24)[6] âyetini şöyle tefsir etmişlerdir: “Yusuf (Aleyhisselâm)’ın gözlerinin önünde babası Yakub (Aleyhisselâm) temessül ettirildi (gözünün önüne onun sûreti, şekli göründü).”[7]

İbn Cerîr de bu tefsirin aynısını Said ibn Cübeyr, Hamîd ibn Abdurrahman, Mücâhid, Kasım ibn Ebî Bezze, İkrime, Muhammed ibn Sîrîn, Katâde, Ebû Salih, Şemr ibn Atıyye ve Dahhâk (Rahimehumullâh)’dan nakletmiştir.[8]

İşte selefi salihinden nakledilen bu sözler, temessül veya tayy-i mekânın ispatı için birer delildir. Ayrıca Yusuf (Aleyhisselâm)’ın Mısır’da olduğu halde Şam’da bulunan babasını görmesi bizim meselemiz için büyük bir delildir. Burada ayrıca zikrettiğimiz iki kaide (temessül ve tayy-i mesafe)ye binaen Yakub (Aleyhisselâm)’ın aynı anda birbirine uzak iki mekânda görülmesinin ispatı vardır. Allah (Celle Celâlühü) en iyisini bilir.[9]


[1] Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-Üns (Farsça), s. 273.

[2] İmam Rabbânî, Mektûbât, c. 1, 210. mektup.

[3] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, c. 5, s. 28, no: 2819; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 10, s. 147, no: 11221.

[4] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 212-213. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

[5] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 211. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

[6] Yûsuf (Aleyhisselâm)’ın gördüğü “Burhân”dan ne kastedildiği hakkında birkaç görüş vardır. İbn Abbâs, Katâde ve Mücâhid (Radıyallâhu anhüm) gibi birçok sahâbe ve tâbi’înden nakledildiğine göre; Yûsuf (Aleyhisselâm) babası Yakûb (Aleyhisselâm)’ı duvarda şaşkınlığından parmağını ısırır bir halde görmüş, hatta eliyle göğsüne vurduğunda şehveti parmak uçlarından çıkıp gitmiştir. Bkz: Taberî, Câmi’ul-Beyân, c. 7, s. 183; no: 19042- s. 189, no: 19099.

İbn Abbas (Radıyallâhu Anh)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Yûsuf (Aleyhisselâm)’a, babası Ya’kûb (Aleyhisselâm), parmaklarını ısırır olduğu halde temessül etti, göründü ve Yusuf (Aleyhisselâm)’a “Peygamberler zümresinden yazılmış olduğun halde, facirlerin işledikleri günahımı yapacaksın? Dedi. Bunun üzerine Yusuf (Aleyhisselâm) haya edip utandı.”

Bu aynı zamanda İkrime, Mücahid, Hasan el-Basri, Said ibn Cübeyr, Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve İbn Sîrîn’in görüşüdür. Saîd ibn Cübeyr şöyle demiştir: Hz. Yakup (Aleyhisselâm) Yusuf (Aleyhisselâm)‘a göründü ve onun göğsüne vurdu. Böylece onun bütün şehveti, parmak uçlarından (adetâ) çıkıp gitti.” Bkz: Fahreddin er-Râzî, Tefsiru’l-Kebîr, c. 18, s. 96.

[7] Hâkim, el-Müstedrek, c. 2, s. 377, no: 3322. Bkz: Tefsiru Said ibn Mensur, c. 5, s. 390, no: 1121; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 4, s. 521-522.

[8] Beğavî, Meâlimü’t-Tenzîl, c. 2, s. 486; Süyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 4, s. 521-522.

[9] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, c. 1, s. 212-213. (“el-Müncelî fi Tatavvuri’l-Velî” Risalesi).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu