AkaidMakaleler

İslam ve Yılbaşı

Allah Teâlâ, bizlerden din olarak sadece İslam’ı kabul etmiş, aslı tahrif edilmiş diğer semavi dinlerin hükmünü kaldırmıştır.  Artık din olarak Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e gönderilen İslam dinini, Müslümanların hayat ölçüsü olarak kabul etmiş ve yalnız bu dinden razı  ve hoşnut olacağını belirterek şöyle buyurmuştur:

 “O kâfir olmuş kimseler işte bu (arefe) gün(ü) sizin dininiz(i iptal etme heveslerin)den ümidi kesmiştir. O halde onlar(ın size gâlip olmaların)dan korkmayın, Ben(im emrime karşı gelmeniz durumunda başınıza gelecekler)den korkun! İşte bu gün sizin için dininizi kemâle erdirdim,  üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim! Artık her kim bir açlık (durumun)da (çaresiz kalıp, bu yasak olan şeylerden herhangi birini yemeye) mecbur bırakılırsa, kendisi (ölmeyecek kadar yeme haddini aşma ve lezzetlenmek için yeme gibi)bir günaha meyledici de değilse,  şüphesiz ki Allâh (kulunun zaruret yüzünden işlediği yasakları çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur;  Rahîm’dir.” (Maide, 3)

İslam inanç esaslarına bütün hâlinde inanmak zaruri bir hükümdür. Bir kısmına iman edip diğer kısmını terk etmek asla caiz değildir.  Bunun yanı sıra, Müslümanların hayatlarının her safhasında dinleri tahrif edilmiş olan Yahudi ve Hristiyanların, örf ve âdetlerine benzemekten şiddetle sakınıp uzak durması gerekir.

Miladi Takvim ve Batılılaşma

Cumhuriyet devrimlerinden sadece birisi olan milâdi takvimin kabulüyle Türkiye Müslümanlarının bin yıllık İslami geçmişleriyle aralarına engeller konulmuş ve bundan böyle Hristiyan Noel kültürü halk arasında yaygınlık kazanarak batılılaşma resmî devlet politikası halini almıştır. Hafta tatilleri pazar gününe alınmış, 1935 yılında ise Yahudilerin hafta tatilleri olan cumartesi günleri yarım gün tatil edilmiş, 1974 yılında cumartesi tatili tam güne çıkarılmıştır. Ancak Müslümanların tatili olan cuma günleri için aynı durum söz konusu olmamıştır.

Yılbaşını Kutlamak

Bunun vahim bir sonucu olarak günümüzde Millî-mânevî değerlerimiz maalesef korkunç bir tahribat altındadır. Bunlardan biri, de şüphesiz yılbaşı kutlamalarıdır. Bu yılbaşı kutlamalarının aslı ne dinimizde ne de asırlardan beri gelen milli kültürümüzde bulunmamaktadır. Bizim yapmamız gereken onlara özenmemek, onları taklit etmemek, İslam çizgisi doğrultusunda hayatımıza yön vermektir. Gayrimüslimlerin bayramlarını kutlamak; şayet tazim ederek olursa, kişiyi dinden çıkarır. Tazim olmadan, sırf eğlenmek maksadıyla katılmak veya kutlamak ise haramdır. ([1])

Dolayısıyla bir Müslümanın, kâfirlerin bu tür bayramları münasebetiyle onlara benzemeyi ifade edecek, hediye alıp vermek; tatlı, yemek dağıtmak; iş yerlerini tatil etmek gibi her türlü davranıştan son derece sakınması gerekir. Nitekim Bu hususta, Pe­ygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Bizden başkasına kendini benzeten, bizden değildir; kendinizi  Yahudilere ve Hıristiyanlara  benzetmeyiniz.”([2])

“Kim kendini bir kavme benzetirse o, onlardandır.”([3])

“Kim bir toplumun kalabalığını artırırsa o, onlardandır.” ([4])

İbn-i Kesir rahimehullâh bu hadisi açıklarken şöyle demiştir: “Bu hadis; konuşmalarında, fiillerinde, giyim kuşamlarında, bayramlarında, ibadetlerinde ve bunların dışında bize meşrû kılınmamış ve bizim de kabul etmeyeceğimiz işlerinde kâfirlere benzemeye çalışma konusunda çok sert bir yasak ve ağır bir tehdit içermektedir.” ([5])

Başka bir hadîs-i şerifte de, “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler / kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz.”

(Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk:

“Ya Rasûlellah! (İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar) Yahûdi ve Hristiyanlar mı olacak?”

 “Ya başka kimler olacaktı?”([6]) buyurarak Müslümanların, başta Yahudiler ve Hıristiyanlar olmak üzere gayrimüslimleri taklit etmek, onlara benzemek felâke­tine düşeceklerini bildirmiştir.

Kafirlere Muhalefet

İslam, geldiği günden itibaren kâfirlere muhalefet etmeyi, özellikle dinin şiarlarında onlara uymamayı emretmiştir. Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde Medinelilerin bayram yaptıkları iki günleri vardı. Rasûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem “Şüphesiz Allah sizi ondan daha hayırlı iki günle değiştirmiştir; bunlar Kurban ve Ramazan bayramıdır.” ([7]) buyurmuş ve Müslüman olmayan milletlerin bayramlarının ve kutsal kabul ettikleri günler­in onlar gibi kutlanmasını yasaklamıştır.

Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur: “Her kim (benim ulaştırdığım bu hükümleri kabullenmeyerek) Allâh’a ve Rasûlüne isyan ederse, artık (kâfirlerin) içerisinde sonsuza kadar ebediyyen kalacakları cehennem ateşi şüphesiz sadece ona aittir.” (Cin, 23)

İmam Rabbani’nin (kuddise sirruhu) Tembihi

İmam-ı Rabbani kuddise sırruhu hazretleri, bu meselede şöyle buyurmuştur:

“Ebedi cehennem azabı kâfirliğin cezasıdır. Şayet bir kimse mümin olmasına rağmen küfür adetlerini yapıyor ve kâfirlerin geleneklerini yüceltiyorsa, âlimler onun kafir olduğuna hüküm verip, bu davranışı ile onu irtidat ehli sayıyorlar. Nitekim Hindistan Müslümanlarının çoğu bu belaya uğramışlardır. Buna göre, âlimlerin fetvaları uyarınca bu şahsın ahirette ebedi azap ile azaba çarptırılması gerekmektedir. Oysa sahih haberlerde; “kalbinde zerre miktarı imanı olan kimse cehennemden çıkarılacak, azapta ebedi kalmayacaktır” ([8]) denilmiştir. Size göre bu meselenin hakikati nedir?

Buna cevaben derim ki: Şayet katıksız kâfir ise onun nasibi –Allah Sübhânehû bizleri korusun- ebedi cehennem azabıdır. Ancak küfür adetlerini yerine getirmesine rağmen zerre miktarı bir imanı varsa cehennem azabına uğrar. Ne var ki, o zerre miktarı imanının bereketi ile ebedi azapta kalmaktan kurtulması ve cehennem azabında devamlı kalmaktan azat olması umulur.

Bir defasında ölüm döşeğinde bir hastayı ziyaret etmiştim, onun durumuna teveccüh ettiğimde kalbinin çok şiddetli zulmetlerde olduğunu gördüm. O zulmetlerin kalkması için her ne zaman teveccüh ettimse o zulmetler kalkmadı. Sonra birçok teveccühten sonra anlaşıldı ki, o zulmetler onda gizli olan bir küfür sıfatından kaynaklanmıştı ve o kötülüklerin kaynağı da kâfirlerle olan dostluğu idi. Nihayet anladım ki, o zulmetleri kaldırmak için teveccüh etmek doğru değildir. Zira onun arınması küfrün cezası olan cehennem azabına bağlıdır. Bununla beraber görüldü ki, zerre miktarı bir imanı vardı. Onun bu halini görünce aklıma şu soru geldi; acaba bu kimsenin cenazesini kılmak caiz midir değil midir? Bir müddet teveccühten sonra anlaşıldı ki, bu kimsenin cenaze namazının kılınması gerekir. İmanları olmasına rağmen kâfirlerin adetlerini uygulayan ve onların dini günlerine saygı gösteren Müslümanların cenazelerinin kılınması gerekir. Bugünkü uygulamaya bakılarak onların kâfirlerle bir tutulmamaları gerekir. Nihayetinde ebedi azaptan da kurtulmaları ümit edilmelidir. ([9])

Hintlilere göre kutsal ve büyük olan günlere itibar edip saygı göstermek ve Yahudilerin özel günlerinin kutlamalarına katılmak insanı şirke ve küfre götürür. Nitekim bazı cahil Müslümanlar özellikle de kadınlar kâfirlerin özel günlerini kutlamakta ve onları kendi bayramları yapmaktadır… Müşriklerin yaptığı gibi, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine çeşitli hediyeler göndermektedirler. O mevsim geldiğinde kaplarını kâfirler gibi boyayıp kırmızı pirinçle doldurduktan sonra hediyeler gönderirler… Bu mevsime tam biri itina gösterirler. Hâlbuki bütün bunlar şirktir, küfürdür ve İslam dînini reddetmektir. Allah Sübhânehû, “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf,106) buyurmaktadır.([10])

Fetâvâ Eserlerinden Bazı Nakiller

Aliyyü’l-Kari, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “el-Hulasa adlı eserde zikredildiğine göre: “Kim, Nevruz günü bir Mecusiye yumurta hediye ederse kâfir olur. Çünkü o, bu yaptığıyla küfür ve sapıklığında o Mecusi’ye yardım etmiş veya hediye verme hususunda onlara benzemiş olur.” Buradan anlaşılan o ki eğer Nevruz günü Mecusi’ye değil de bir Müslümana hediye verilse bu, küfür sayılmaz, fakat bu görüş, tartışmaya açıktır. Çünkü söz konusu benzeme durumu, burada da vardır. Ancak hediyeyi Nevruz sebebiyle değil de rastlantı olarak vermiş olsa bundan dolayı küfre düşmez.

Mecmau’n-Nevâzil adlı kitapta ise şöyle denmektedir: “Mecusîler, Nevruz gününde toplansa ve bir Müslüman da onlar için: “Ne güzel âdetleri var!” dese kâfir olur. Çünkü onun bu sözü, küfür âdetlerinden hoşlandığı, bununla birlikte İslâmî âdet ve gelenekleri beğenmediği anlamına gelir.”

Fetâvâ’s-Suğrâ adlı eserde de şöyle denilmiştir: “Bir kimse, daha önce sa­tın almadığı halde özellikle Nevruz gününe saygı amacıyla birtakım şeyler satın alırsa kâfir olur. Çünkü bu hareketiyle o, kâfirlerin bayramına saygı göstermiş olur.” ([11])

Halkı Müslüman olan bu vatan evlatları olan bizler, Müslüman olarak yaşamaya ve Müslüman olarak ruhumuzu teslim et­meye gayret göstermeliyiz.

Rabbimizin bizlere lütuf ve ihsanı olan bu İslâm kıymetini bilip, her türlü fiillerimizde Müslüman olmayanlara benzemekten sakınmaya muvaffak eylesin! Bizleri, Habibin ve diğer sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine affetsin ve dostlarından ayırmasın. (Âmin)


[1] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, c. 4, s. 754.

[2] Tirmizi Sünen, no: 2695.

[3] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 9, s. 123, no: 5113 Ebû Dâvûd Sünen, no: 4031.

[4] İbn Hacer,  el-Metâlibu’l-Âliyye, c. 2, s. 42, no: 1605 (Ebû Ya’lâ’dan rivayet etmiştir)

[5] İbnu Kesîr, Tefsiru İbn Kesir, c. 1, s. 373 (Bakara:104. âyetin tefsiri)

[6] Buhari, Sahih, no: 3456; Müslim, Sahih, no: 6 (2669).

[7] Buhari, Sahih, no: 3931; Ebû Dâvûd, ٍ Sünen, no: 1898; Nesâî, Sünen, no: 1593.

[8] Buhari, Sahih, no: 44.

[9] İmam Rabbani, Mektubat, c. 2, mektup no: 266.

[10] İmam Rabbani, Mektubat, c. 3, mektup no: 41.

[11] Aliyyü’l-Kari, Minehu’r-Ravzi’l-Ezher fi Şerhi Fıkhi’l-Ekber, s. 496-497.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu