Evrim Teorisi ve İslam -6- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
İslam ve Evrim
Geriden bu yana “evrim teorisi”nin ne olduğunu, felsefî ve bilimsel açıdan problemlerini muhtasar bir şekilde ele aldık. Bu başlıkta da İslamî açıdan evrim teorisine bakacağız.
Günümüzde birtakım kimseler evrim teorisi ile İslam inancının birbirlerine zıt olmadığı söyleyerek Hz. Adem’in (Aleyhisselam) evrim ile yaratılmış olmasında bir mahzur görmezler. Meseleye sadece Cenab-ı Allah’ın kudreti ve iradesi açısından bakılacaksa evet, Allah Teala fail-i muhtar olup dilediğini yapandır. Kimse O’nu bir şeye zorlayamaz. İnsanı ister topraktan isterse de başka bir canlıdan yaratabilir. Fakat konuyu bu kadarla bırakmak elbette nakıs bir izah olacaktır. Zira biz bilmekteyiz ki bir delil olmaksızın ihtimallerin mücerred varlığı herhangi bir şey ifade etmez. Bu yüzden “Allah, evrimle de yaratmış olabilir” ifadesini söyleyebilmek için bir delile dayanmak gerekir. Halbuki Hz. Adem’in (Aleyhisselam) yaratılışından bahseden ayet ve hadislerin zahirine baktığımızda onun, başka bir canlıdan evrimleşerek değil, topraktan yaratıldığını görmekteyiz. Birkaç misal verelim:
“Andolsun ki, insanı süzülmüş çamurdan yarattık.” (Mü’minûn, 12)
“O (Allah) ki; yarattığı her şeyi en güzel ve en sağlam yapan, insanı yaratmaya çamurdan başlayandır.” (Secde, 7)
“Hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Muhakkak ki ben, çamurdan bir insan yaratacağım.” (Sâd, 71)
Görüldüğü üzere ilgili ayetlerin zahiri, Hz. Adem’in (Aleyhisselam) evrimleşmeden yaratıldığını ifade etmektedir. Bu noktada ilgili ayetlerde mecaz olabilme ihtimali akla gelebilir. Fakat “zaruret bulunmadıkça nassların zahiri üzere bırakılıp tevil edilmemesi” ehl-i sünnetin temel prensiplerindendir.[1] Zaruretten maksat ise modern insanın hevası değil, nassların aklî kaidelere muhalif düşüp düşmemesidir. Aklî kaidelerden kastımız, aklen vacip, mümkün ve muhal olan hususlardır. Aklın, varlığı hakkında kesin hüküm verdiği şeylere vacip (bütünün, parçadan büyük olması gibi); aklın, varlığı hakkında kesinlikle reddettiği şeylere muhal (parçanın, bütünden büyük olması gibi); bu ikisi arasında kalan yani aklın ne varlığı ne de yokluğu hakkında kesin hüküm veremediği hususlar da mümkün sınıfındandır. Sözgelimi ayın ikiye bölünmesi, Hz. İbrahim’in (Aleyhisselam) ateşe atıldığında yanmaması, denizin açılıp insanların arasından yürümesi gibi olaylar “aklen muhal” kapsamına girmeyip “adeten muhal” yani “mümkün” olan şeylerdir. Eğer kat‘î nasslar aklen muhal kapsamına girmediyse tevil edilmesine hacet yoktur. Zira adeten muhal olanlar filhakika mümkün şeyler demektir ve Cenab-ı Allah dilediği vakit onu halk eder.
Bir insanın veya herhangi bir canlının veya cansızın, topraktan yaratılması aklen muhal olan bir husus değildir. Dolayısıyla ayetleri de tevil etmeye gerek yoktur.
Akıl-Nakil Çatışmasında İzlenecek Yol
Sadece evrim teorisi değil, ayetler ile herhangi bir teori, hipotez, kanun, akıl vs. çatıştığı zaman izlememiz gereken basit bir yol vardır ve birçok yerde kullanmak mümkündür. Şöyle anlatalım;
Deliller, aklî ve naklî[2] olmak üzere iki kısımdır. Bunların da her biri kat‘i (kesin) ve zannî (ihtimalli) olmak üzere ikiye ayrılır. Dolayısıyla ortaya dört ihtimal çıkmaktadır; aklî ve kat‘i delil, aklî ve zannî delil, naklî ve kat‘î delil, naklî ve zannî delil.
- Naklî delil kat‘î, aklî delil zannî ise[3] naklî delil öne geçirilir.
- Şayet her iki delil de zannî ise naklî delil, aklî delilin önüne geçirilir ve naklî delil tevil edilmez.[4] Çünkü lügatte asıl olan kelimenin zahiridir ve ciddi bir müşkül olmadan lafızlar tevil edilmez.
- Aklî delil kat‘î, naklî delil zannî ise (ister sübutu isterse de delaleti zannî olsun) bu durumda aklî delil öne alınır ve naklî delil tevil edilir.[5]
- Çelişen her iki delilin de (akıl ve nakil) kat‘î olmasının örneği yoktur. Çünkü iki tane doğru bilgi kaynağının çelişmesi imkansızdır.”[6]
Bu dört kaide muvacehesinde evrim teorisi ile Hz. Adem’in (Aleyhisselam) topraktan yaratıldığı ayetleri mukayese edildiğinde birinci kaideye girdiğini görmekteyiz. Yani naklî delil kat‘î, aklî delil ise zannî kapsamındadır. Dolayısıyla ilgili ayetleri tevil etmeyi gerektirecek bir durum yoktur. Topraktan yaratılma ayetlerinin delaletini zannî kabul etsek ve ikinci kaideye tatbik etse bile yine nassları tevil etmeyi gerektirecek bir husus ortaya çıkmamaktadır. Zira evrim teorisi, aklî delilin zannî kısmındandır. Çünkü temel iddiaları olan “tür değişimi” gözlemlenebilmiş değildir.
Tür Değişimi Gözlemlenirse?
Peki ilerde tür değişimi gözlemlenirse o zaman yapmamız gereken ne olacaktır? Bu sorunun cevabını aslında öyle bir şey olursa konuşmak daha doğru olur. Lakin kısaca şöyle ifade edelim ki tür değişimi laboratuvar ortamında gözlemlense dahi bu, illa yeryüzündeki tüm canlıların evrimleşerek ortaya çıktığı manasına gelmez. Zira mantıkta, “At, dört ayaklı ve canlıdır. Kedi de dört ayaklı ve canlıdır. Dolayısıyla tüm canlılar dört ayaklıdır.” gibi tümevarımsal (istikrâ-ı nakıs) önermeler kesinlik ifade etmez. Zira canlı olduğu halde dört ayaklı olmayan insanlar, kuşlar, balıklar vs. canlılar vardır. Kesin delil için, “Ahmet insandır. Her insan da konuşan bir canlıdır. O zaman Ahmet de konuşan bir canlıdır” şeklinde tümdengelim (kıyas) önermeleri gerekmektedir. Yani tek bir canlı türünün değişimini gözlemlemek, tüm canlı türlerinin bu şekilde olduğu manasını kesin bir surette vermeyecektir.
Bir mertebe daha ileri giderek şunu dahi söyleyebiliriz, bütün canlı türlerinin birbirlerinden evrimleşerek ortaya çıktığı kesin olarak bilinse -ki bunun için zaman makinası gerekir- yine de Hz. Adem’in (Aleyhisselam) maymunumsu bir canlıdan evrimleşmek suretiyle yaratıldığını söylememize gerek yoktur. Zira nasıl ki Hz. İsa’nın (Aleyhisselam) babasız bir şekilde yaratılması bilime zıt olduğu halde hakikate zıt değilse, Hz. Adem’in de (Aleyhisselam) müstakil bir tür şeklinde topraktan yaratılması son derece mümkündür.[7]
Cenab-ı Allah kadir-i mutlaktır. Şayet bizler Müslüman olarak her şeye gücü yeten, sonsuz kudret, ilim ve hikmet sahibi Allah’a inanıyorsak ve Allah tarafından birçok mucizenin yaratıldığına iman ediyorsak, bununla beraber Allah’ın Güneş’i, Ay’ı, yıldız ve gezegenleri; havayı, toprağı, suyu, ateşi ve 118 farklı elementi farklı keyfiyetlerle birbirlerinden bağımsız yaratmasında problem görmüyorsak, Cenab-ı Allah’ın canlıları en başta birbirlerinden bağımsız yaratmasında neden bir sakınca görelim?
Netice
Kimse çekim yasasını eleştirmez, kimse belli şartlar arasında suyun 100 derecede kaynayacağına itiraz etmez, herkes entropi kanunu kabul eder, kimsenin suyun kaldırma kuvvetiyle, metallerin genleşmesiyle, hava basıncının hesaplanmasıyla bir sorunu yoktur. Fakat evrim teorisi ortaya atıldığı ilk günden bu yana hep tartışılan ve tenkit edilen hususları hala aydınlatılamamış bir konu olmuştur
Peki evrim teorisi yukardakilerden farklı olarak neden sürekli tartışılmaktadır? Zira evrim teorisinin esası olan makro evrim (tür değişimi) bilimsel deneylerle test edilemiyor, gözlemlenemiyor, tekrarlanamıyor, sınanamıyor hatta bize bu imkânı bile tanımıyor. Bununla beraber hiçbir kanun ve genel ilkeye dayanmıyor, matematiksel olarak hesaplanamıyor ne geçmişe ne de geleceğe yönelik bir öngörüde bulunabiliyor.
Zemin bu vaziyette olduğu için bizler de evrim teorisi ile ayet-i kerimeler arasını uzlaştırmaya çalışmıyor, nassları tevil yoluna gitmiyoruz. Çünkü böyle bir zaruretin söz konusu olmadığını düşünüyoruz.
Her şeyin doğrusunu Allah Teala bilir. Hamd, O’nadır.
[1] İbn Nuceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s. 114.
[2] Naklî delilden kastımız, Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) getirmiş olduğu haberlerdir. Bu da sübût ve delalet olarak iki kısımda incelenmelidir. Söz konusu haber, ayet veya tevatür-meşhur seviyesindeki hadis ise sübûtu kat‘i yani “kesin” fakat delaleti, yani ifade ettiği manası zannî olabilir. Ayet veya tevatür-meşhur hadis dışındaki hadisler sübutu kat‘î olmamakta, bununla birlikte delaleti kat‘î olabilmektedir. Sübût veya delaletinden birinin zannî olması naklî delili zannî yapacaktır.
[3] Aklî delilin zannî olması aklın, harici bir bilgi olmaksızın kesin konuşamadığı durumlardır. Mesela öldükten sonra kabir azabının varlığı, aklın hakkında kesin bir hüküm veremediği, bilgisiz kaldığı bir durumdur. Bunu ne tasdik edebilir ne de tekzib. Fakat naklî delillere baktığımızda bunun kesin olduğu neticesine ulaşırız. Dolayısıyla naklî delil kat‘i, aklî delil zannî olmakta ve kabir azabının varlığına inanmamız gerekli bir hal almaktadır.
[4] Burada yukardan farklı olarak naklî delil de zannî olmaktadır. Naklî delilin zannî olması ya sübut (sözün sahibine nisbetinin kesinliği), ya da delaletin (lafzın ifade ettiği mana) zannî olması suretiyle gerçekleşir. Mesela Peygamberimiz ahirette koyunun ölüm suretinde gelip kesileceğini haber vermiştir. (Buhari, Sahih, No: 4730) Fakat buradaki kesilme hakikat midir yoksa ölümün olmayacağını anlatan bir mecaz mıdır? İşte bunu kesin olarak bilemediğimizden bu naklî delilin sübutu kat‘i olsa da delaleti kat‘i değildir.
[5] Buna örnek olarak Kehf Sûresi 86. Ayette yer alan güneşin balçığa batmasını gösterebiliriz. Güneşin, balçığa batmayacak olması aklen kat‘î bir delildir. Fakat ayette yer alan ifadenin delaleti zannîdir. Zira orada Hz. Zülkarneyn’in (Aleyhisselam) “güneşin balçığa battığını görmesi” şeklinde anlaşılması muhtemeldir.
[6] Eşref Ali et-Tehânevî, el-İntibâhâtü’l-Müfîde fî Halli’l-İştibahâti’l-Cedide, s. 73.
[7] “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da oluverdi.” (Âl-i İmrân, 59)
Mesela Peygamberimiz ahirette koyunun ölüm suretinde gelip kesileceğini haber vermiştir.
(Koyun ile ölüm yer değiştirmiş gibi)
Yazılarınız gayet güzel maşallah