MakalelerTasavvuf

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -5-

Bir Kerâmet Çeşidi Olarak Velinin Aynı Anda İki Ayrı Yerde Görülmesi -4- yazısı için tıklayınız.

Mevlana Hâlid’in (Kuddise Sirruhu) Nakli

Mevlâna Halid el-Bağdâdî, meşayıhtan (Kuddise Sırruhû) “Ruh, küllî olduğu zaman, yetmiş bin sûrette görünebilir” sözünü nakleder. Bu, dünyada böyledir, berzah âleminde ise bu suretlere girmesi daha da kolaydır. Zira berzah âleminde ruh, cesetten ayrıldığı için, daha kuvvetli ve müstakil olur[1]

İmam Rabbânî’nin (Kuddise Sirruhu) Nakli

İmam Rabbânî (Kuddise Sırruhû): “İlim ve keşif sahibi olan velîlerin, kendi kerametlerinden haberdar olmamaları pekâlâ mümkündür. Hatta onların fiziki sûretleri farklı görülür ve uzak mesafelerde bu sûretlerin acayip birtakım işleri, garip halleri görülür. Fakat bu sûretin sahibi kesinlikle bundan haberdar olmaz. Hizmetkârı olduğum, manevî kıblem mürşidim (Allah Teâlâ sırlarını mukaddes kılsın) şöyle derdi: “Azizlerden biri şöyle der: Hayret doğrusu! İnsanlar farklı farklı yerlerden uzak mesafelerden geliyorlar, bazısı, ‘Seni Mekke-i Muazzama’da gördük, Hac mevsiminde oradaydın, bizim ile beraber haccettin!’ diyor, diğerleri de ‘Seni Bağdat’ta gördük!’ diyerek sevgi ve samimiyetlerini izhar ediyorlar. Oysa ben, kesinlikle evimden dışarı çıkmadım, bu insanları asla görmedim. Beni ne ile itham ediyorlar, anlayamadım gitti.”[2]

İbn Arabî’nin (Rahimehullah) Nakli

Muhyiddin İbn Arabî (Rahimehullâh) bu konu ile ilgili şu kıssayı nakleder: Cevherî (Rahimehullâh) bir gün elinde hamur, fırına gitmek için yola çıkar. Cünüp olduğu için gusül alma niyetiyle Nil nehrine girer. Suyun içinde iken sanki bir rüya görür. Rüyasında Bağdat’ta olduğunu, orada bir hanımla evlendiğini, o hanımla altı sene kadar beraber kaldığını ve birden fazla çocuğunun olduğunu -İbn Arabî (Rahimehullâh) sayılarını unutmuştur- görür. Kendine geldiğinde hala suyun içindedir. Guslünü alır ve çıkar. Elbiselerini giyerek fırına gider. Ekmeğini aldıktan sonra evine dönen Cevherî, rüya olarak gördüğü şeyleri ailesine anlatır. Birkaç ay sonra rüyada kendisiyle evlendiğini gördüğü kadın çıkagelir. Kendisi Cevherî’nin evini aramaktadır. Cevherî, kadını görünce hem onu hem de çocuklarını tanır. Kadına seninle ne zaman evlendi diye sorduklarında kadın:

‘Altı sene önce benimle evlendi bu çocuklar da ondandır, diye cevap verir. Böylece rüyası görülmüş olan şeyin gerçek bir vakıa olduğu ortaya çıkmıştır.

İbn Arabî (Rahimehullâh), devamla der ki: Bu iş, Zünnûn-ı Mısrî (Rahimehullâh)’ın zikrettiği ve aklın kabul etmeyeceği altı meseleden biridir. Allah’ın âlemde farklı hükümlere sahip olarak yarattığı birtakım güçler vardır. Bu farklılık sıradan insanlarda, aklın hükmünün göze özel hükümden, onun kulağa, onun da tatma duyusuna özel olan hükümden farklı oluşuna benzer. Allah, velîlerine bu hükümlere sahip güçler tahsis etmiştir. Bunları, ilâhî mertebeye yakışan iktidarı bilmeyenler inkâr edebilir. Hz. Peygamberin mirâcında ise bu konuda yeterli delil vardır. O, az bir zamanda kat ettiği uzun mesafelerden sonra miraca çıkmıştır.[3]

İbnü’l-Fârız (Rahimehullâh), evliyâullahın kerametlerinden bahsederken, çok uzun sürecek işleri kısa zamanda yapma; diğer bir tabirle tayy-ı zaman/bast-ı zaman olayına değinmiş ve şöyle demiştir:

“Öyleleri var ki bir anda veya daha kısa bir sürede, baştan sona bin hatim yapar.”[4]

Fergânî’nin (Rahimehullah) Nakli ve Kendi Hatırası

Ferğânî (Rahimehullâh), der ki:

Bir anda veya daha kısa bir sürede bin defa hatim; yani Fâtiha’dan başlayarak sonuna kadar bütün Kur’ân’ı okuyan kişi evliyâdan olup; kendini, bütün melekelerini ve uzuvlarını mütabaata (Allah Rasûlüne ve şeriata uymaya) vakfeden kişidir. Allah Teâlâ da ondan, onun melekelerinden ve azalarından cüziyyet hükümlerini kaldırır ve onu, nefsin ya da nefse ait kabiliyetlerin gerektirdiği vasıf ve eserlerden hiçbirinin hükmüne tabi kılmaz. Şayet bu denli güzel bir ittiba ele geçerse o vakit kişi, zaman kaydından kurtulur. Dolayısıyla bir başkasının uzun zaman içerisinde yapacağı şeyi o, kısa bir vakit içerisinde yapabilir.

Bu tarz nadir olaylardan biri de, bu satırların yazarı olan bendenizin, büyük şeyh Talha Leşterî Irâkî’den işittiğim olaydır. O der ki: Ben Şeyh Şihâbüddîn’in oğlu Şeyh İmâdüddîn’in şöyle dediğini işittim:

Babamın hizmetinde bulunduğum sırada hacca gitmiştim. Tavaf ederken, insanların tavaf esnasında yaklaşıp teberrüklendiği ve ziyaretinde bulundukları bir şeyh gördüm. Arkadaşlarımız o zata, şeyhlerin şeyhi (Şihâbedîn Sühreverdî)’nin oğlundan (kendisini kastediyor) bahsettiler. O şeyh efendi bana “merhaba” dedi ve başımdan öptü. Bu öpücüğün tesirini hala hissetmekteyim ve ahirette de faydasını görmeyi umuyorum. Tavafı bitirip iki rekâtlık namazı kıldıktan sonra şeyh efendinin (babası Şihâbüddîn es-Sühreverdî’yi kastediyor) yanına döndüm. Arkadaşlarımız benim hakkımda:

Şeyhzâdeyi, Şeyh Îsâ Mağribî’ye götürdük, onu çok hoş karşıladı ve başından öptü dediler.

Şeyhlerin şeyhi bu duruma çok sevindi ve müjdesini almışçasına bir ifade yüzünde belirdi. O esnada arkadaşlar, Şeyh Îsâ Mağribî’nin hususiyetlerinden bahsetmeye başladılar. Dediler ki:

Duyduğumuza göre bu şeyh efendi bir gün ve gece zarfında yedi bin hatim okumayı vird edinmiş.

Şeyhler şeyhinin önde gelen bir müridi sözü alarak:

Evet, vallahi ben bu sözü duymuştum ama bu mesele hakkında içimde bir git gel yaşadım. Ta ki bir gece bu Şeyh Îsâ ile tavafta karşılaştım. O, Hacerülesved’i öptükten sonra Kâbe’nin kapısına ulaşıncaya kadar -ki bu bölgeye mültezem denilir- normal bir şekilde yürürken tam bir hatim bitirdi. Ben bu hatmin tamamını harfi harfine işitmiştim. Malumdur ki mültezem üç dört adımlık bir bölgeden ibarettir. İşte o vakit anladım ki onun günde yedi bin hatim okumayı vird edindiği, doğru ve gerçekmiş.

Şeyhler şeyhi ve orada bulunan herkes bu, sözü son derece güvenilir kişiyi, verdiği haberinde tasdik ettiler. Hepsi bunun gerçekleştiğine yakinen inandılar. Sonra Allah ondan razı olsun şeyhler şeyhine bunun sebebini sordular. O:

“Bu bast-ı zaman (zamanı yaymak/genişletmek) kabilindendir. Zira Allah Teâlâ nasıl ki ashâb-ı hatve (yürüyen taife) olan bazı velîlerine mekânı daraltır, bir senelik yolu onlar bir günde giderler. Aynı şekilde ashâb-ı lahza olan diğer bazı velîlerine zamanı genişletir. Öyle ki diğer insanlar için bir an olarak geçen zaman, onlara nispetle beş-on sene gibi olur.”

Sonra Allah ondan razı olsun şeyhler şeyhi bu hükmün doğruluğunu ispat sadedinde İbn Sükeyne’nin müridi olan kuyumcu sûfînin kıssasını anlattı. Sonra buyurdu ki:

“İşte kuyumcu sûfînin yaşadığı bu hal ki ona ve ailesine nispetle bir an, yedi senelik zaman gibi olmuştur, sonra ailesini araştırıp yedi sene içerisinde doğan çocuklarını bulmuş ve onları Bağdat’a nakletmiştir. İşte bunların hepsi, “Bir gün ki süresi elli bin senedir” (Meâric: 4) âyet-i kerîmesi hakkında kalbine düşen şüphe neticesinde Hak Teâlâ’nın onun bu şüphesini gidermek adına yaşattığı bir olaydır. Ta ki bu âyetin hakikatine olan imanı kuvvetlensin.[5]

Devam edecek…


[1] Halid el-Bağdâdî, Risâletü’r-Râbıta, s. 124; el-Hamevî, Nefahatül-Kurb ve’l-İttisal bi İsbâti’t-Tasarruf li Evliyâillâh Teâlâ Ve’l-Kerâmeti Bade’l-İntikâl, Süleymaniye Kütüphanesi, Ahmed Paşa bölümü, no: 145, vr. 8/a.

[2] İmam Rabbânî, Mektûbât, c. 1, s. 216.

[3] Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhâtü’l-Mekkiyye, c. 5, s. 130.

[4] Ferğânî, Meşâriku’d-Derârî, s. 229.

[5] Bkz. Meşâriku’d-Derâri, s. 229.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu