Makaleler

Żâd (Dâd, ض) Harfinin Doğru Okunuşu -2-

Żâd (Dâd, ض) Harfinin Doğru Okunuşu -1- yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Dâd Harfi Meselesinin Fıkhî Yönü

Kemalüddin b. Hünam, Fethü’l-Kadir’de der ki:

(ظ) ve (ض) gibi (ص) ve (س) gibi arasını ayırmak zor ise namaz bozulmaz.[1]

Haskefi, Tinurtaşi’nin Tenviru’l-Ebsar adlı kitabına yazdığı Durru’l-Muhtar şerhinde ‘’Eğer Zı (ظ) ile Dâd (ض) gibi arası ancak meşakkatle ayırabilen harfler ise namazı bozmaz’’ demiştir.[2]

İbn Abidin, Haskefi’nin Durru’l-Muhtar‘daki bu sözü üzerine ihtilafları uzun uzun zikretmiş ve Tatarhaniyye’den : (ض) ile (ظ) veya (ذ) harfleri veya (ذ) ile (ز) harfleri karıştırıldığında namaz açısından bir beis olmayacağını nakletmiştir.[3]

Abdulhay el’Leknevi, Mecmuu’l-Fetava’da der ki:

(ض)’ın ses itibarı ile (ظ)’ya benzediği, bütün fıkıh, tefsir, sarf ve tecvid kitaplarında sabit olan bir meseledir. (د)’a benzemesi de aynı şekilde sabittir, ancak ‘’hata’’ kaydıyla beraber.[4]

Eşref Ali et-Tahanevi, İmdadu’l-Fetava’sında der ki:

(ض)’ı (ظ)’ya benzer bir ses ile çıkartmak haktır. (د) mahrecinden veya (د) sesi ile veya ona benzer bir ses ile çıkartmak ise kesinlikle batıldır.[5]

Eğer denilirse ki: Bu okuyuşa batıldır demek çok sert bir hükümdür. Zira bu hükümde yüz binlerce Müslüman’ın namazını iptal vardır. Aslen her ikisinin de sahih olduğunu söylemek gerekir.

Cevap: Öncelikle belirtmem gerekir ki, şu ana kadar yazılması mümkün, hatta elzem olan böyle bir meselede (ظ)’ya benzediğinin yanı sıra (د) veya (ط) ya da benzetilmesinin caiz olacağını söyleyen birisine, ana kaynaklarda rastlamış değilim. Eğer bunlar da sahihse ve ispat edilirse, buna ilk inanacak olan da benim. Ancak bu, şu ana kadar ispat edilmiş değildir. Bununla beraber harf tam sahih olmasa da, umum-u belvadan sebep, namazı bozmayacağına dair fetva verilmesi gerekebilir. Zaten Tatarhaniyye’deki ilgili fetva geride (yani asıl kitaplarda) geçmişti. Ancak kesin bir dille belirtebiliriz ki bu okuyuş fasih bir okuyuş değildir, galat-ı meşhurdur ve lügat-ı fusahadan efdal değildir.

Nevevi, Minhac’ında der ki:

Bir kimse Dâd harfini (ض), (ظ)’ya tebdil etse en esas görüşe namazı göre sahih olmaz.[6]

Hatip Şirbini ise Nevevi’nin bu kavlinin şerhinde  Dâd’ı (ض) beceremeyenden, onu (ظ) hariç başka bir harfe çevirmesi kabul edilmez. Dili sürçen de aynıdı. Yani dilinin  (ظ)’dan başkasına kayması kabul edilmez, namazı bozulur.[7]

İşte bu ifadeler, (ض)’ın (ظ)’ya ne kadar çok benzediği ile alakalı en sarih delillerdendir. Zira eğer (ط)’ya benziyor olsa idi, beceremeyen veya dili sürçen hakkında ancak (ط)’ya çevirmenin mazur görülmesi gerekirdi.

Şafiilerle alakalı içimde hep bir şüphe vardı. Ta ki bu ifadeyi görünceye kadar. Bu ifade beni hayrete düşürdü.

Hanefiler ve Şafiiler Arasındaki İhtilafın Hakikati

Çoğu kimseler, (ض) harfi hususunda Hanefiler ve Şafiiler arasında ihtilaf olduğunu, Şafiilere göre (ط)’ya benzemesi gerekirken, Hanefilere göre (ظ)’ya benzemesi gerektiğini zannetmektedir ve bu yanlış düşünce o kadar şüyu bulmuştur ki kimi üstatların dahi ağzından duymak mümkün hale gelmiştir. Hâlbuki harflerin mahreçleri ve sıfatları, içtihat ile alakalı bir mevzu değildir ki, mezhepler arası farklılık arzetsin.

Bu yanlış anlamanın sebebi ise, geride geçtiği gibi, Şafiilerin Fatiha’yı rükün kabul etmesi, dolayısıyla her harfine de aynı hükmü cari kılması ve Dâd (ض) harfinin zaten zor olup, (ظ)’ya da benziyor olmasından dolayı insanların onu genelde (ظ) olarak okumaları sebebiyle, ulemanın (و لا الضالين)’deki Dâd (ض) üzerinde çok durup, ‘’(ض)’ı (ظ) kılanın namazı olmaz’’ fetvasında biraz şedit davranmalarıdır. Zira insanlar sürekli ‘’(ض)’ı (ظ)’dan ayırın’’ telkini ile karşı karşıya kalınca ve bir galat-ı meşhur olarak onu (ط) gibi okuyanları da görünce ‘’demek ki onu (ط) gibi okumamız lazımmış’’ vehmine kapılıyorlar. Aslen ulema arasında, harflerin telaffuzu ile alakalı, bu denli fahiş bir ihtilaf asla yoktur. Mahreçler ile sıfatlarla alakalı ihtilaflar ise tamamen itibaridir ve telaffuza yansımaz. Bununla beraber, ne İmam-ı Azam’dan ne de İmam-ı Şafii’den, böyle bir nakil bize gelmemiştir.

Tevatür İddiası

Eğer, denirse ki: Bu senetler (ط) (gibi okuyanların senetleri) mütevatirdir ve bu doğru olduklarına delildir.

Öncelikle tevatür ile alakalı meselemize ışık tutacak bazı nakiller yapmakta faide görüyorum…

İbn Hacib, Muhtasar’ında der ki:

Medd, imale, tahfif-i hemze vesaire gibi eda kabilinden olan ihtilafların dışında, yedi kıraatın tamamı mütevatirdir.[8]

Molla Fenari de ‘’kıraat-ı seb’adaki ihtılaflar, eğer resmi mushafı değiştirmiyorsa -ki bunlara eda veya heyet denir- tevatürleri vacib değildir.’’ Diyerek imale ve medd örneklerini vermiştir.[9]

İbnü’l-Hümam da et-Tahrîr adlı eserinde bu konuyu tartışmaya açmıştır.[10]

Mir’at sahibi Molla Hüsrev hazretleri bu hususta şöyle der:

Bilesin ki kıraat farklılıkları içerisinde hatt-ı mushafı değiştirenler vardır; مالك ve ملك gibi. Bunlara cevher denir. Hatt-ı mushafı değiştirmeyenler de vardır; imale, tahfifi hemze, tefhim gibi. Bunlara heyet denir. Bazı âlimler bunların hepsine mütevatirdir demişlerdir. Zira eğer böyle denilmez ise Kur’an’ın bir kısmının mütevatir olmaması gerekir ki bu mümkün değildir. Bedai sahibi gibi bazı âlimler de hepsinin meşhur olduğunu söylemiştir ki bu görüş zahiri itibarıyla pek müşkildir. Bazıları da bir ayrıma gitmiş ve ‘’Cevher mütevatirdir. Heyet, yani eda mütevatir değildir. Çünkü tevatür ancak kelime ve harf gibi Kur’an’dan olanlarda şart koşulur. Lakin mahza heyetin durumu böyle değildir. Öyleyse tevatür şart koşulmaz.’’ Demişlerdir. İbn Hacib ve ekser muhakkikîn bunu tercih etmiştir.[11]

Suyuti der ki:

‘’İbn Hacib, medd ve imale gibi edaya taalluk eden meseleler mütevatir kabilinden sayılmaz demiştir. İbn Cezeri ise ‘’Eda olmadan lafız nasıl var olabilir?’’ der. Kadı Ebubekir el-Bâkîllâni de ‘’Bunu İbn Hacib’den önce kimse demedi.’’ diyerek onu inkâr eder. İmamı Bulkini de bu konuyu ele alıp delillendirmişdir ve ‘’Edaları mütevatirdir, ancak keyfiyetleri mütevatir değildir.’’ demiştir. Aslen bu söz (‘’imale dedi keyfiyetini kast etti’’ şeklinde bir tevil ile) İbn Hacib ve cumhurun arasını bulmaktadır.’’[12]

Tefsiru’l-Kasimi’de Letaif’ten naklen denilmiştir ki:

‘’İmam-ı Azam’ın ve birçok rasih âlimin edanın tevatüre dâhil olmadığını iddia ettikleri mervidir’’[13]

‘’Tüm bu ibarelerden de anlaşılacağı üzere, bir ibare yani cevher vardır, bir eda yani heyet vardır, bir de keyfiyet vardır ki bu meseleyi keyfiyetten kabul edersek veya edadan kabul eder ve edayı da tevatür mahalli saymaz isek, yapılan itirazın bir ilmi kıymeti kalmaz. Öyleyse bu itirazı değerlendirip cevap verebilmemiz için meselenin edadan kabul edilip, edanın da tevatüre mahal kabul edilmesi yahutta meselenin ibare yani cevherden kabul edilmesi gerekir.’’ Şeklinde bir tespitte bulunmak hatalıdır. Zira tevatür mahalli değildir demek veya tevatür şart değildir demek tevatürü kabul etmez demek değildir.

Cevap olarak şunu söyleyebiliriz. Meseleyi dikkatlice tahkik ettiğimizde, aslen bu okuyuş durumunun, halk arasında mütevatir seviyesine ulaşmış mevzu hadislerinki gibi olduğunu görürüz. Zira kendisinde ihtilafın vaki olması, her iki tarafın da hasmını hataya nispet etmesi ve iki görüşün de doğru olduğuna dair bir bilginin, yazılması mümkün, hatta elzem olmasına rağmen hiçbir ana kaynakta mevcut olmayışı, aksine sadece bir görüşün doğruluğuna hükmedilmesi ve diğerinden yani (ط)’ya benzer okuyuştan ‘’batıldır’’ diye bahsedilmesi, bizi, iş bu ahzin bozulduğunu düşünmeye iten sebeplerdir. Öyle ise bu okuyuş filhakika Rasulullah’a müsned değildir. Bilakis avam halka müsneddir. Ve bu zikrettiğimiz ve zikredeceğimiz nakillerden de anlaşıldığı üzere ulemadan birçoklarının açık beyanı ile sabittir.

Eğer denilirse ki: Kurraların okuyuşunu avam arasında dolaşan hadislere kıyas etmek, kıyas mea’l-farıktır. Koskaca kurra-i izamın ahzinin bozulduğunu nasıl iddia edersin?

Deriz ki: Dâd (ض) harfinin (ط)’ya mı yoksa (ظ)’ya mı benzetilerek okunacağı, ağız ile icra edilen ve kulak ile duyularak muhafaza edilen bir okuma şekli olduğu için zaman geçmesi ile tedrici bir bozulma söz konusu olabilir. Birçok yerde belirttiğimiz ve belirteceğimiz gibi, kitapların da nakli bu şekildedir. Kitabi olarak desteklenmeyen ahze güven olmayacağı aşikârdır. Her ne kadar kitaplar, imale ve beyne gibi sesleri tariften aciz olduklarından dolayı, ‘’Bir fem-i muhsine müracaat oluna’’ deseler de, eğer o fem-i muhsinin edası, kitaplara aşikâr bir şekilde ters düşüyorsa, mesela imale ‘’esreye meyildir’’ şeklinde tarif edildiği halde o fem-i muhsin, ötreye meyilli bir imale eda ediyorsa, o kişinin filhakika fem-i muhsin olmadığı ortaya çıkar ve ona itibar edilmez. Tabi ki bu, imaleyi bütünüyle tahrif etmektir. Ancak Dâd (ض) harfini, sadece rihvet sıfatındaki bir bozukluktan sebep (ط)’ya benzetmek, külliyen bir tahrif sayılmayabilir ve bu durum aslında   (انا نحن نزلنا الذكر و انا له لحافظون)[14] ayet-i celilesine muhalif değildir. Zira herhangi bir harfi fasih okumuyor veya okuyamıyor olmak veya onu fasih zannederek öyle okumak Kur’an’ı tahrif etmek manasına gelmez. Velev ki bunu tahrif saysak bile, bugün sahih hali ile okuyan yüzlerce hatta binlerce üstat mevcuttur. Öyleyse bu ayete ters bir durum ortada yoktur.

Mahallî Lehçe Yanılgısı

Aynı şekilde, kimse ne ‘’Bir tek Türkiye’de (ظ)’ya benzer bir okuyuş vardır’’ diyebilir, ne de ‘’Bütün Araplar (ط)’ya benzeterek okurlar’’ diyebilir. Zira (bugün itibariyle) başta Hicaz’ın bir kısmındaki, Türkiye’nin büyük bir kısmındaki, Cezayir, Fas, kısacası Mağripteki, Irak’ın bir kısmındaki, Fars bölgesinin neredeyse tamamındaki, Maverau’n-nehr/Türk diyarlarındaki ve Müslüman Balkan ülkelerindeki Kurralar, (ظ)’ya benzer okurlar. Buna mukabil, başta Mısır, Hicaz’ın ve Türkiye’nin diğer kısmı Irak’ın bir bölümü Malezya, Endonezya, Tacikistan ve Suriye’deki kurralar da (ط)’ya benzer okurlar.  Nispetlerde hatalar olabilir. Burada mühim olan her iki okuyuşun da İslam âleminde, belirli bir muhite münhasır olmaksızın mevcudiyetidir.

Bu iki fırkadan birinin ahzinin bozulduğu muhakkaktır. Zira ‘’ikisi de caizdir’’ denemez. Çünkü hem iki fırka da birbirini hataya nisbet etmektedir, hem de hiçbir kitapta (muasırlarda dâhil) buna dair en ufuk bir rumuz dahi yoktur. Bunun yanı sıra ‘’Biz Arabız’’ diyerek delil getirmek de tamamen yanlıştır. Zira evvel emirde ahzin ashaptan alındığı elbette müsellemdir. Ancak bugün, belki de yüzlerce yıldır ahzin asıl kaynağını Arap olanlar değil, bilakis Arap olsun, Acem olsun, Arap lahnini iyi bilenler teşkil etmektedir ve hatta on kıraat imamından sadece Ebu Amr ve İbn Âmir Arap’tır. Geri kalan sekiz imamdan hiçbiri Arap değildir.[15] Ancak ümmet, Kur’an’ı onlardan öğrenmiştir ve bugün, Müslümanların yüzde sekseninin okuduğu Hafs rivayeti de Arap olmayan İmam-ı Asım’dan gelmektedir. Görüldüğü gibi, ümmetin yüzde sekseninin imamı Arap değildir. Ancak Arap lahnini en iyi bilenlerdendir. Kaldı ki bugün, sırf sokak Arapçasını öğrenmek, hatta fasih Arapçayı öğrenmek dahi, insanı talim dersinden asla müstağni kılmaz. Bu anlayışa göre ise müstağni kılmış olması gerekirdi.

Tarafsızlığımız

Bu fakire gelince, diğer risalelerde de ifade ettiğim gibi, benim kıraat hocalarımın çoğu Dâd (ض) harfini, (ط) gibi okurlardı, diğer bir kısmı da (ظ) gibi okurdu.[16] Kıraat hocalarımdan ‘Naim Hocam’ beni bu meseleyi araştırmam hususunda teşvik etti ve hatta çıkan neticeye göre gerekirse kendi okuyuşunu da tashih edeceğini söyledi. Bu vakıadan pek müteessir oldum ve meseleyi herhangi bir taassup içerisinde olmadan (zira eğer taassup içerisinde olsa idim (ض)’ın (ط)’ya benzediğini savunurdum, çünkü çoğu hocam böyle okuyordu) kaynaklardan araştırmaya karar verdim ve bulduğum doğrunun içten bir savunucusu oldum. Zira savunulmaya en layık olan yegâne şey doğrunun ta kendisidir ve ondan daha fazla hatır sahibi de yoktur.

Son Söz

Bu meselenin tetkiki ve tahlili, ilmin omuzlarımıza yüklemiş olduğu bir vazifedir ve ilmî meclislerde, adabına uygun bir şekilde tartışılması da elzemdir. Ancak, ümmetin başında bu denli belalar, fitneler ve tuzaklar varken, bu meseleyi de ayrı bir ihtilaf vesilesi kılıp, bölünmek, düşman kesilmek ve birbirinin ardında namaz kılmamak gibi, sadece düşmanları sevindirecek davranışlarda bulunmak kesinlikle yanlıştır.

Rabbim İslam ümmetini kurtuluşa ulaştırsın… Âmin…


[1] İbn Hümam, Fethu’l-Kadir 2/227.

[2] Kaynak için bkz. bir sonraki dipnot.

[3] İbn Abidin, Reddu’l-Muhtar, 3/112.

[4]Abdulhay el’Leknevi, Mecmuu’l-Fetava, (Hulasatu’ l-Fetava’ nın haşiyesinde) 1/85.

[5] Eşref Ali et-Tahanevi, İmdadu’l-Fetava, 1/128-33.

[6] Kaynak için bkz. bir sonraki dipnot.

[7] Hatib eş-Şirbini, Muğni’l-Muhtac ale’l-Minhac, 1/428.

[8] İbn Hacib, Muhtasar (Beyanu’l-muhtasar şerhi ile beraber), 1/272.

[9] Molla Fenari, Fusulu’l-Bedai’, 2/5-6

[10] İbnu’l-Humam, et-Tahrir (Teysiru’t-Tahrir ile beraber), 3/11-12

[11] Molla Hüsrev, Miratu’l-Usul fi Şerhi Mirkati’l-Vusul, 29-30

[12] Suyuti, et-Tahbir, 67.

[13] Cemalüddin el-Kasımi, Mehasinü’t-Tevil, 1/306

[14] Hicr suresi, ayet 9.

[15] Eş-Şatıbi, Hirzü’l-Emâni, beyt: 41.

[16] İsimlendirmekten içtinap etmemizin sebebi ehli indinde malumdur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu