Makaleler

Haber-i Vahid -1-

Haberin Tarif ve Taksimi, Haber-i Vahidin İlim İfade Etmesi

GİRİŞ

İslam alimleri, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra dinin ikinci kaynağı olan ve Kur’ân’ı şerh eden sünnet-i nebeviyyeyi aktarma hususunda, dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan bir usul geliştirdiler. Bu usulün asıl ve yegâne amacı, ümmetin gelecek kuşaklarına sünnet-i nebeviyyeyi ne eksik ne fazla olmadan olduğu gibi aktarmaktı.

Sünnet, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sözü, fiili, sükûtu ve ashab-ı kirâmın sözü ve fiili için kullanılan bir terimdir.[1] Bu terim genelde sahabeye kullanılsa da özelde sadece Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) hastır. İşte bu sünnet-i nebeviyyenin lafız[2] ile aktarılmasına hadis denir. Yukarıda getirdiğimiz sünnet teriminin anlamına binaen deriz ki, alimlerin geliştirmiş olduğu bu usulün nesneleri, peygamberin fiil, sükût ve sözlerini aktardığını iddia eden her nakildir. İşte bu usul, nesnesi olan nakillerin hangisinin gerçekten peygambere dayandığının ve hangisinin de dayanmadığının bilgisini bize verir.

Bir haberin subût derecesini belirleyen ravi sayısı, senetteki ravilerin adil olması gibi farklı etkenler vardır. Yazımızda bu etkenlerden bizi ilgilendiren ise ravi sayısıdır. Dolayısıyla getireceğimiz taksim de ravi sayısı haysiyetiyle olacaktır.

Haberin Taksimi ve Tarifi

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, haberi “doğruya ve yalana ihtimali olan kelam” diye tarif eder.[3] İlk bakışta bu tarifi haberin tüm kısımlarına şamil kılmak zor gözükmektedir. Çünkü, Allah’tan ve Peygamber’den gelen ve mütevatir seviyesine ulaşan haberlerin yalana ihtimali yoktur. Fakat yine de bu tarif sıkıntı oluşturmaz. Çünkü bu tarif, haricî kayıtlardan kat-ı nazar ederek sadece haber olmak haysiyetiyle yapılmış bir tariftir ki bu cihetle müsellemdir.[4]

Haber, ravi sayısı itibariyle mütevatir, meşhur ve âhad olarak üçe ayrılmaktadır. Mütevatir haber, “yalan üzerine ittifak etmeleri adeten muhal olacak şekilde sayıları çok olan bir topluluğun mahsûsâttan haber vermesi” şeklinde tarif edilir.[5] Mütevatir haberin oluşmasındaki en önemli unsur “ravi sayısının çokluğu”dur. Bu sayıyla ilgili bazı rakamlar zikredilmişse de kabul gören görüş ravi sayısında herhangi bir sınırlandırılmaya gidilmemesi yönündedir. Tanımda geçen “sayıları çok olan kavm”in her asırda olması gerekir. İlk asırda az sayıda ravi bulunup sonraki asırlarda ravi sayısı tevatür derecesine ulaşsa veya ilk asırlarda çok sayıda ravi bulunup sonraki asırlarda ravi sayısı az olsa bu haber mütevatir olmaz. Ekser ulemaya göre mütevatir haberi inkâr eden kafir olur. Zira mütevatir demek, sözün sahibine nisbeti kesin demektir. Dolayısıyla mütevatiri inkâr, söyleyeni yalanlamaktır.

Meşhur haber, “yalan üzerine ittifak etmeleri adeten muhal olmayan bir topluluğun ulaştırdığı haber” şeklinde tarif edilir.[6] Meşhur haber, aslında (ilk asırda) âhad haber seviyesindedir. Fakat ikinci ve üçüncü asırlarda tevatür seviyesine çıktığı için, alimler bu kısmı mütevatir ve âhad haber arasında bir mertebe olarak görmüşlerdir. Meşhur haber, peygambere nispeti hususunda doğruluk tarafı ağır basan bir haberdir. Fakat yine de en sahih görüşe göre inkâr eden kafir olmaz, bidatçi olur.[7]

“Haber-i vâhid” ifadesi, Arap dil kaideleri açısından izafet halindeki iki kelimeden oluşmaktadır. Lafız itibariyle haber-i vâhid “bir tek kişinin haberi” anlamına gelse de bir terim olarak kullanım alanı bir tek kişinin haberinden daha kapsamlıdır. Istılahta ise “bir, iki veya tevatür ve şöhret derecesine ulaşmayacak şekilde daha fazla kişinin rivayet ettiği haber”[8] şeklinde tarif edilmektedir.

Haberi vahidin İlim İfade Etmesi

  1. Haber-i Vâhidin Zan İfade Ettiğini Söyleyenlerin Delilleri

Usul alimlerinin çoğu âdil bir râvinin rivayet etmiş olduğu haber-i vâhidin, sadece zan ifade ettiği, ilim ifade etmediği görüşüne gitmişlerdir. Tabi şunu ifade etmekte fayda vardır ki onların “ilim” den maksatları münkirinin tekfirinin gerekli olduğu ilim, yani kesinliktir. Haber-i vahid bu minvalde ilim ifade etmemektedir. Yoksa bize hiçbir bilgi vermemek manasında asla değildir. Haber-i vahidlerin ilim ifade etmediğini savunan alimlerin delilleri ise şöyledir;

  • Eğer haber-i vâhidler ilim ifade edecek olsa bu tenakuzu gerektirir. Çünkü sika (güvenilir) bir ravi, başka bir sika ravinin rivayet ettiği haberin zıttını rivayet etmiş olabilir.
  • Eğer haber-i vâhid ilim ifade edecek olsa peygamberlik iddiasında bulunan bir kimsenin, mucize gibi bir delil getirmesine gerek kalmadan onun peygamber olduğuna dair bir bilginin bizde hasıl olması gerekir.
  • Eğer haber-i vâhidler zan değil de ilim ifade etseydi bu durumda haber-i vâhidlerle Kur’ân’ı ve mütevatir haberleri nesh edebilmemiz gerekirdi.
  • Eğer haber-i vâhidler ilim ifade etseydi bu durumda haber-i vâhidin aksine içtihatta bulunanların hatalı, fasık ve bidatçi olmaları gerekirdi.
  • Eğer haber-i vâhidler ilim ifade etseydi şeriatte bir şahit yeterli olur, ikinci şahite ihtiyaç duyulmazdı.[9]
  • Haber-i vâhidlerde, habere yalanın karışmadığından emin olmak mümkün değildir.[10]
  1. Haber-i Vâhidin İlim İfade Ettiğini Söyleyenlerin Delilleri
  • Eğer haber-i vâhid ilim ifade etmeseydi (yani zan ifade etseydi) haber-i vâhide tabi olmak caiz olmazdı. Çünkü Allah (azze ve celle) Kur’ân-ı Kerîmde “وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ[11] buyurmaktadır. Yine başka bir ayet-i kerîmede “إنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا[12] buyrulmaktadır. Ayet-i kerîmede açıkça zanna tabi olmak zem ve nehyolunmuştur. Halbuki haber-i vâhidlerle amel edilmektedir.
  • Yine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ، فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الحَدِيثِ[13] buyurmaktadır. Zanna tabi olmaya dair bu kadar tahzir varken, haber-i vahidin zan ifade ettiğini söylemek akla ziyan bir durumdur. Çünkü İslam’ın birçok hükmü haber-i vahidlere dayanmaktadır.
  • İmam Serahsî meseleyi şöyle temellendirmektedir: haber-i vâhid ile amel etmek vaciptir ve bir şey de ancak ilim ile vacip olur. Çünkü Allah (celle celalühü) “وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ[14] buyurmaktadır. İlmin zıddı cehalettir, Allah’da bizi bir ayet-i kerîmesinde cehalet sebebi ile yanlış işler yapmaktan sakındırmakta ve bu cehaleti de fasık kişinin haberine bağlamaktadır. Ayet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ[15]. Bu ayet-i kerîmeden anlaşılan şudur ki, cehaletin sebebi fasığın haberidir. Demek ki ilim fasığın haberi ile gerçekleşmez, Salih kişinin haberi ile gerçekleşir. Dolayısıyla salih olan bir tek kişinin haberi de ilim ifade eder. İlmin gerçekleşmesi için illa ravi sayısının çokluğu gerekli değildir.
  • Allah Teala Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَافَّةً فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدِّينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُوا إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ [16]

Ayette geçen “taife” kelimesi Arap lügatında “bir ve daha fazla kişi” anlamına gelmektedir.[17] Allah Teala, ayet-i kerîmede dinde derinleşmesi ve geri dönenleri uyarması için bir taifenin savaştan geri kalmasını emretmektedir. Bu ayetin manasına göre savaşa gidenler, dini öğrenmesi için geride bir kişiyi bıraksalar (çünkü taife lafzı bir kişiye de şamildir), savaştan geri döndüklerinde o bir kişinin yaptığı uyarılara uymak onlar için vacip olur. Halbuki o bir kişinin bildireceği şeyler haber-i vâhiddir. Dolayısıyla Allah (azze ve celle) haber-i vâhidle amel etmeyi emretmiştir.

  • Allah Teala Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ [18]

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ [19]

Ayet-i kerîmelerde kendisine kitab(ın bilgisi) verilenlerin, onu gizlememesi ve diğerlerine açıklaması  emrolunmaktadır. Fakat burada emir topluca veya bir cemaat olarak kayıtlanmayıp bilakis tüm kitabın bilgisine sahip olanlara tek tek yönelmektedir. Yani kitabın bilgisine sahip olan her bir fert bildiklerini haber vermelidir ve bu haber de haber-i vâhid olmaktadır.

  • Allah Teala Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:

فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ [20]

Ayet-i kerîmede bilmeyen kişinin bilmediği şeyi bilen kişiye sormasını emretmektedir. Eğer bilmeyen kişinin, bilen kişiden aldığı cevap ile amel etmesi gereksiz ve boş bir iş olsaydı, Allah (azze ve celle) bilmeyenin bilene sormasını emretmezdi.

  • Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı krallara elçiler göndererek onları İslam’a davet etmiştir. Bu elçilerin o krallara götürdüğü tebliğ, haber-i vahid mevkiindedir. Fakat Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), verdiğimiz örnekte de görüldüğü gibi haber-i vahidlerle amel etmekte ve bunda bir sakınca görmemektedir.[21]

[1] Ahmed b. Ebî Saîd el-Leknevî Molla Civen, Nûru’l-Envâr, Mektebetü’l-Büşrâ, Karaçi, 2011, 4. Baskı, c. 1, s. 498.

[2] Burada lafız, “hem yazıya geçirilen hem de lisan ile söylenen aktarım aracı” anlamında kullanılmıştır.

[3] Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, Dârü’n-Nefâis, Muhammed Abdurrahman Maraşlı, Beyrut, 2012, 3. Baskı, s. 160.

[4]İsmail b. Mustafa el-Gelenbevî, Şerhu İsagoci, Mektebetü’l-Hanefiyye, Abdullah Hiçdönmez, İstanbul, 1. Baskı, s. 84.

[5] Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-Nazar, el-Matbûâtü’l-İslâmiyye, Abdülfettah Ebû Gudde, Beyrut, 1995, 1. Baskı, s. 108.

[6] A.g.e., s. 111.

[7] Leknevî Molla Civen, Nûru’l-envâr, c. 1, s. 502-503.

[8] Seyyid Şerif el-Cürcânî , a.g.e, s. 161.

[9] Bu delil çok güçlü durmamaktadır. Çünkü istılahta iki kişinin haberi de haber-i vâhiddir. Dolayısıyla bu delile tutunmak haber-i vâhidin bütün kısımlarının zan ifade etmesini zorunlu olarak gerektirmez. Oysa ki burada getirilen deliller mutlak olarak haber-i vâhidin zan ifade ettiği iddiasındadırlar.

[10] Ahmed b. Mahmud Abdülvehhab eş-Şenkîtî, Haberü’l-Vâhid ve Hucciyyetühû, el-Câmiatü’l-İslâmiyye, Medine, 2002, 1. Baskı, s. 119-120.

[11] “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme” (İsrâ, 36)

[12] “Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.” (Necm, 28)

[13] “Zandan sakının. Muhakkak ki zan, sözlerin en yalan olanıdır.” (Buhârî, kitâbü’l-edeb, 6066)

[14] “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme” (İsrâ, 36)

[15] “Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğin de (mesele hakkındaki) cehaletiniz/bilgisizliğiniz sebebiyle bir topluluğa zarar vermemeniz için, o haberi araştırın. (Hucurât, 6)

[16] “Mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir taife de din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 122)

[17] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Dâr-u Sâdır, Beyrut, c. 9, s. 226

[18] “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder.” (Bakara, 159)

[19] “Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam bir söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür.” (Âl-i İmrân, 187)

[20] “Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl, 43)

[21] Şenkîtî, Haberü’l-Vâhid ve Hucciyyetühû, s. 152-158.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu