AkaidMakaleler

İstigâse ile Alakalı Meseleler: Gayb Ehli ve Ölülerin Hayatı

Kutub, Evtâd, Nücebâ ve Abdâl

İstagâsenin ne olduğu ile alakalı yazımızı okumak için buraya, yine istigâse ile alakalı olarak evliyanın tasarrufu ile ilgili yazımızı okumak için de buraya tıklayabilirsiniz.

Gayb Ehli: Kutub, Evtâd, Nücebâ ve Abdâl

Muhalifler “gayb ehli”nin kutub, evtâd, nücebâ, abdâl gibi kısımlara ayrılmasını kabul etmemekte, ehl-i tasavvufun varlığını kabul ettiği bu sınıfları reddetmekte ve bu isimleri kullanmayı caiz görmemektedirler. Bu iddialarına delil olarak da, bu kavramların hiçbir nasda varid olmamasını, Resulullah’dan (sallallahu aleyhi ve sellem), sahabeden ve tabiînden bunlara dair hiçbir rivayetin gelmemesini delil göstermektedirler.

İbn Teymiye’nin İtirazı ve İbn Âbidin’in Risalesi

İbn Teymiyye “gayb ehli”nin bu şekilde sınıflandırılmasına delalet edecek veya işaret edecek bütün rivayetleri bâtıl olarak değerlendirmektedir. O, bu tarz rivayetleri Resulullah’a atılmış iftiralar olarak görmektedir.[1] Hakikatte işin aslı böyle değildir. Nitekim allâme fakih İbn Abidin’in (rahimehullah) bu konuyla ilgili müstakil bir risalesi vardır. İbn Abidin (rahimehullah) konuyla ilgili risalesinde gayb ehlinin varlığına delalet eden bir çok nakil getirmekte ve “gayb ehli”nin sınıflandırılmasına dair kullanılan bu hususi kavramların selef tarafından kullanıldığını da ispatlamaktadır.

İmam Suyûti’nin Risalesi

Bazıları bu risaleye İbn Abidin’in (rahimehullah) ehl-i hadisten olmayıp sadece fakih olmasıyla itiraz etmişlerdir. Halbuki bu itirazın onlara hiçbir faydası olmamaktadır.  Çünkü hadis ilmindeki konumu herkesçe bilinen İmam Suyûtî de (rahimehullah) meseleyle ilgili rivayetleri toplayarak bu konuda müstakil risale yazmıştır.

İmam Suyûtî (rahimehullah) risalesinin başında şöyle demektedir: “Bana bazı cahillerin, evliyanın meşhur büyüklerinin abdâl, nükebâ, nücebâ, evtâd ve aktâb vasıflarını inkar ettikleri haberi ulaştı. Halbuki bu makamların varlığını ispat eden birçok haber bize ulaşmıştır. Ben istifade edilsin diye bu rivayetleri risalemde bir araya getirdim. İnatçı kişilerin inkarına itibar edilmez. Ben risalemi, ‘Kutub, evtâd, nücebâ ve abdâl’ın varlığına delalet eden haber’ diye isimlendirdim.”[2]

İmam Suyûtî (rahimehullah) aynı şekilde en-Nüket isimli eserinde de şu ifadeleri kullanmaktadır: “abdâl hakkında vârid olan haberler sahihtir. Dilersen mütevatir bile diyebilirsin. Nitekim ben bununla ilgili hadisleri bir araya getirdiğim müstakil bir eser yazmıştım. Özetle abdâl hakkındaki hadisler bir çok tarikten gelmiştir. Eser olarak ise Hasan-ı Basrî, Katâde, Halid b. Ma’dân, Ebü’z-Zâhiriyye, İbn Şevzeb ve tabiîn ve tebe-i tabiînden bir çok kimseden rivayet edilmiş ve manevi tevatür derecesine ulaşmıştır. Bu da abdâlın varlığını kesin olarak ortaya koymaktadır.”[3]

İmam Sehavî ve “Nazmü’l-Leâl fi’l-Kelâmi Ale’l-Abdâl” Eseri

Buna muhaliflerin İmam Suyûtî’nin (rahimehullah) hadisleri seçme noktasında mütesahil olması ile itiraz etmeleri muhtemeldir fakat bu itiraz savunduğumuz hakikatten bir şey eksiltmez. Çünkü İmam Suyûtî (rahimehullah) bu rivayetleri tashih etme noktasında tek kalmış değildir. bilakis İmam Sehavî (rahimehullah) bu rivayetlerden bazılarını zikrettikten sonra şu ifadeleriyle bunların sahih olduğuna hükmetmiştir: “…bunun dışında başka merfu ve mevkuf hadisler de vardır. Ben bununla ilgili Nazmü’l-Leâl fi’l-Kelâm-i ale’l-Abdâl isimli müstakil ve açıklayıcı bir eser yazdım.”[4]

Aclûnî (rahimehullah) abdâl hadislerinin zayıf olduğu görüşünü aktardıktan sonra bu hadislerin tariklerinin çok olduğu için kuvvetlendiğini söyler.[5]

Hafız Sâlihî de (rahimehullah) aynı şekilde yeryüzünde böyle zatların varlığına hükmeden zatlardandır.[6]

İbn Hacer el-Heytemî (rahimehullah) el-Fetâva’l-Hadîsiyye isimli eserinde abdâl ve aktâbın varlığıyla hükmetmektedir.[7]

Hafız Necmüddîn el-Gaytî’nin de (rahimehullah) bu konuyla ilgili müstakil bir risalesi vardır.

Özetle bu isimler muhaliflerin iddia ettiği gibi şeriatte sonradan icat edilmiş şeyler değillerdir. Bilakis bu isimler bu işin ehli tarafından kabul edilen rivayetlerle sabit olmuş şeylerdir. Ayrıca tıpkı fukaha, muhaddis, mütekellim ve diğer ilim erbabına ait hususi isimler olduğu gibi tasavvuf ehline ait hususi isimler de mevcuttur.

Ölülerin Hayatı Meselesi

Bu mesele de aynı şekilde istigase meselesiyle ilişkili bir meseledir. Çünkü istigaseyi inkar eden kişiler ölülerin herhangi bir şekilde bir hayata sahip olduğuna inanmamakta ve bundan dolayı onlardan bir fayda veya zararın gelebileceğini kabul etmemektedirler. Halbuki bir çok nas ölülerin bir çeşit hayata sahip olduğuna delalet eder. bu nasları sırayla zikredelim:

Bu Husustaki Ayet-i Kerimeler

– Allah (celle celalühü) Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara Sûresi: 154)

– Başka bir ayette de şöyle gelmektedir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar. O şehitler, Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetlerle sonsuz bir mutluluk duyarlar. Arkalarından gelecek olup, henüz kendilerine katılmamış olan mücâhid kardeşleri adına da: ‘Onlara hiçbir korku yok, onlar asla üzülmeyecekler’ müjdesiyle sevinirler.” (Âl-i İmrân Sûresi: 169-170)

Ölümden Sonraki Hayat Hakkında Bazı Hadis-i Şerifler

– Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Peygamberler diri olup kabirlerinde namaz kılarlar.”[8]

– Yine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Peygamberler kabirlerinde kırk geceden sonra terk edilmezler bilakis sûra üfleninceye kadar Allah’ın huzurunda namaz kılarlar.”[9]

– Başka bir hadiste Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “İsra gecesi Musa’ya (aleyhisselam) uğradığımda ayaktaydı ve Kesîb-i Ahmer’in yanındaki kabrinde namaz kılıyordu.”[10]

– “Sizin hakkınızda en faziletli olan günlerden biri de Cuma günüdür. Adem (aleyhisselam) bu günde yaratılmış ve kabzedilmiştir. Sûr’a üflenme ve azap bu günde vaki olacaktır. Öyleyse Cuma günleri bana çok salat edin, zira sizin salatlarınız bana arz edilmektedir.” Dediler ki: “Ya Resulallah! Bedenin çürüdüğü halde salatımız sana nasıl arz edilecek?” Buyurdu ki: “Allah yeryüzüne peygamberlerin cesetlerini yemesini haram kıldı.”[11]

– “Ebu’l-Kasım’ın canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki Meryemoğlu İsa adaletli bir imam ve hakem olarak inecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, arayı ıslah edecek, şahnayı giderecek, kendisine mal arzedildiğinde de kabul etmeyecektir. Benim kabrime gelip, ‘Ey Muhammed!’ dese elbette ben ona icabet ederim.[12]

Aynı şekilde ümmet, ölümden sonra Münker ve Nekir meleklerinin suali olduğuna ve kabir azabı ve nimetlerin hak olduğuna icma etmişlerdir. Bütün bunlar kabirde bir nevi hayat olduğuna delalet etmektedir. Dolayısıyla ölülerden bir fayda gelmesinin mümkün ve meşru olmadığını söylemek şer‘î naslarda dayanağı olmayan bir sözdür. Hatta naslar bu sözün tam tersine delalet etmektedir.


[1] İbn Teymiyye, el-Furkân, (17).

[2] Suyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, (2/229-230).

[3] el-Hindî, Zeylü’l-Kavli’l-Müsedded, (111-112).

[4] es-Sehavî, el-Mekâsidü’l-Hasene, (1/129).

[5] el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, (1/25).

[6] es-Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, (10/370).

[7] İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-Hadîsiyye, (230).

[8] Bezzâr, el-Müsned (13/299/6888).

[9] Beyhakî, Hayâtü’l-Enbiyâ (4).

[10] Müslim, es-Sahih, (4/1845); Nesâî, (1632).

[11] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (26/84/16162).

[12] Ebû Ya’lâ, el-Müsned, (11/462/6584).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu