MakalelerTasavvuf

Çorumlu Ebubekir Efendi (ö. 1203) ve Ferâidü’l-Akâid İsimli Nesefî Akâidi Manzûmesi (İnceleme-Metin) -1-

بسم الله الرحمن الرحيم

 

Malum olduğu üzere Mâtürîdî akâidine dair yazılmış temel metinlerden biri de Ebû Hafs Necmeddin Ömer en-Nesefî’nin (rahimehullah) Akâid diye meşhur olan muhtasar eseridir. Bu eser üzerine ulema başta Şerhu’l-Akâid olmak üzere birçok şerh ve haşiye çalışması yapmıştır.

Yapılan bu çalışmalardan biri de 12. Asrın alimlerinden Ebubekir Efendi’nin, Nesefî Akâidi’ni nazmettiği Ferâidü’l-Akâid isimli eseridir.

Müellifin Tanıtımı

Ailesi

Ailesi hakkında fazla bilgi yoktur. Kendi verdiği künyesinde babasının adını Ömer olarak zikretmiştir. Dolayısıyla babasının adının Ahmed olarak verilmesi[1] hatalıdır.

Yine kendi verdiği künyeden seyyid bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim “seyyid” olduğunu ifade etmesinin yanı sıra “Hâşimiyyü’l-mahtid” diyerek aslının Kureyş kabilesinin Hâşim koluna dayandığını vurgulamaktadır. [2]

Dâmâdzâde diye bilindiği konusunda birçok kaynak ittifak ettiğine göre[3] babasının veya dedelerinden birinin ulema yahut meşhur zatlardan birinin damadı olduğu anlaşılmaktaysa da bunların kim olduğu tespit edilmiş değildir. Dolayısıyla Ebubekir Efendi’ye niçin Dâmâdzâde dendiği bilinmemektedir. Doğrusunu Allah Teala bilir.

Beyzâde Mustafa Efendi’nin (ö. 1200) Ebubekir Efendi’nin manzumesine yazdığı takrizde onu methettiği beyitlerden ve özellikle ondan “ibnü’l-emâcid” diye bahsetmesinden[4] Ebubekir Efendi’nin soylu bir ulema ailesine mensup olduğu anlaşılabilir.

Sonuç olarak Ebubekir Efendi, Çorumlu, damat oğlu ve seyyid bir ailedendir.

İsmi ve Künyesi

İsmi, esasında bir künye olan Ebubekir’dir. Arapça edebî ilimlerle meşgul olduğundan Edip; Çorumlu olduğundan Çorûmî veya Çorumlu; damat oğlu olduğundan da Dâmâdzâde veya Dâmâdî diye anılmaktadır. Nitekim kendi hattıyla künyesini “es-Seyyid Ebubekir b. Ömer el-Med‘uvv bi Dâmâdî” olarak vermektedir.[5] Yine burada yayınlayacağımız risalesinde de “Ebubekir Edîb b. Ömer” şeklinde yazmaktadır.[6]

Ebubekir Efendi’nin, burada yayınlayacağımız manzumesinin bir nüshasına son dönemde yazıldığı anlaşılan bir kayıtta “Kürekçi/Kürkçü-zâde” diye anılmasının[7] kaynağı tespit edilememiştir.

Doğumu, Tahsili ve Tedrisi

Çorum’da doğmuş ve orada büyümüştür. Doğum tarihine dair net bir bilgi yoksa da hicri 12. Asrın ikinci çeyreğinin sonlarında doğduğu tahmin edilebilir.

İlk tahsilini Amasya’da Âkifzâde’nin dedesi Âkif Efendi’nin talebelerinden Çelebizâde Hüseyin Efendi’den aldı ve ondan Makâmât-ı Harîrî ve Dîvân-ı Mütenebbî gibi Arap edebiyatına dair eserler okudu. Zemahşerî’nin el-Kelimü’n-Nevâbiğ’ine şerhini burada yazdı.

Daha sonra İstanbul’a gidip tedris ile meşgul oldu. Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki 1 Rabiülahir 1171 (13.12.1757) tarihli bir belgeye göre bu tarihte Dâmâdzâde Feyzullah Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde İstanbul Davud Paşa Camii dersiâmlığı Ebubekir Efendi’ye tevcih edildi.[8] Bazı kaynaklardaki dersiâm olduğuna dair kayıtlar da[9] buna işaret olmalıdır.

Kısa zamanda meşhur olduktan sonra apaçık üstünlüğü sayesinde imtihansız bir şekilde Sahn-ı Seman medreselerinde (Mûsıla-i sahn veya Tetimme) müderris ve ders vekili oldu.[10] Ferâidü’l-Akâid isimli eserini bu dönemde yazmış olmalıdır.

Bu sırada birçok dinî ve ilmî hizmetlerde bulundu. Şeyhülislam Dürrîzâde Ârif Efendi’nin (ö. 1215) şeyhülislamlığı döneminde (1199-1200) seçkin bir makama ulaştı. Şeyhülislam Esadefendizâde de onu çok takdir ederdi.[11]

Ali İzzet Efendi ve muhtemelen ondan naklen Bursalı Mehmed Tahir, Ebubekir Efendi’nin Sultan III. Selim’e hocalık yaptığını zikrederler.[12]

İlmî Kişiliği ve Mezhebi

Kaynaklarda ismi geçmeyen birçok alimden iyi bir tahsil gören Ebubekir Efendi’nin özellikle Arap edebiyatına itina ettiği ve bu alanda ciddi kuvvete sahip olduğu; Arapça ve Türkçe şiirler yazdığı bilinmektedir.[13]

Âkifzâde, uzun yıllar müderrislik yapmış olan Ebubekir Efendi’nin ilim, amel, kemal ve fazilet sahibi edîb bir zat olduğunu; en kapalı ve zor meseleleri bile elle tutulur gözle görülür derecede açıklayıcı ve akıcı anlatabildiğini ifade eder.[14]

Yine Âkifzâde, onun Beyzâvî Tefsîri derslerine katıldığında kendisine “sen benim hocamın hocasının torunlarındansın” diyerek tazim ettiğini ve hususen kendisine çok ihtimam ettiğini belirtir.[15]

Âkifzâde onun Arapça yazdığı şiirlerine örnek olarak Basît bahrinden olan şu beyitlerini zikreder:

لَمَّا انْثَنَى قَدُّهُ السَّامِي يُعَانِقُنِي – أَحْنَى عَلَى مُقْلَتِي عطْفَاهُ وَاقْتَسَمَا

وَجَاءَ يَحْمِي فُؤَادِي عَنْهُمَا جلدِي – فَسَلَّ سَيْفَيْهِمَا اللَّحظَانِ وَاقْتَحَمَا

Bazı kaynaklarda geçtiği[16] ve Nesefî Akâidi’ni nazmetmesinden anlaşıldığı üzere Ebubekir Efendi, itikad ve amelde Hanefî mezhebine mensup idi. Yine Ebubekir Efendi ile görüşmüş olması muhtemel olan Beyzâde Efendi’nin, Ebubekir Efendi’nin burada yayınlayacağımız risalesine yazdığı daha önce yayınladığımız takrizindeki beyitlerden onun İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (rahimehullah) mezhebinden olduğu anlaşılmaktadır.[17]

Vefatı ve Kabri

Âkifzâde, ay ve gün belirtmeden 1203 senesinde vefat ettiğini ifade etmiş ve bu daha sonraki kaynaklarda tekrarlanmıştır.[18] Ancak Taylasânîzâde Abdullah Efendi Tarih’inde Ebûbekir Efendi’nin vefat tarihi, 1203 senesi Zilhicce Ayının 16. Günü Pazartesi (07.09.1789) olarak verilmiştir.[19]

Kabri Edirnekapı haricindedir. Bursalı Mehmed Tahir Efendi, kabrinin Kemalpaşazâde’nin yanında yol kenarında bulunduğunu kaydeder.[20] Fakat yaptığımız incelemelerde maalesef herhangi bir kabir taşına rastlayamadık.

Eserleri

  • el-Hikemü’r-Revâbiğ fî Şerhi’l-Kelimi’n-Nevâbiğ

Zemahşerî’nin el-Kelimü’n-Nevâbiğ isimli eserinin şerhidir. Müellif, mukaddimede Amasya’da iken bu esere bir şerh yazıp ismini “en-Ni‘amü’s-Sevâbiğ” koyduğunu; daha sonra İstanbul’a gelip aynı isme sahip Taftazânî’nin şerhini gördüğünde şerhinin ismini, mezkur isimle değiştirdiğini ve kendi şerhiyle Taftazânî şerhinin birçok konuda ittifak ettiğini ifade eder.

İki nüshası tespit edilen[21] eser üzerine bir inceleme çalışması yapılmıştır.

  • Sevgilinin azalarına dair yapılan teşbihleri içeren Arapça kasideleri cemeden bir eser.

Âkifzâde’nin ismini hatırlayamadığını söylediği bu eserin nüshasına rastlanmamıştır.

  • İstanbul ehlini zemmeden bir kaside.

Ferâidü’l-Akâid İsimli Eser

Eserin Mahiyeti ve Telif Tarihi

195 beyitlik bir manzume olan eser, Recez bahrindendir. Eserin nüshalarından birinin sonunda telif tarihi 1187 senesi Cemaziyelahir ayının beşinci günü (24.08.1773) olarak verilmiştir.

Eserin İçeriği

Eser, Akâid-i Nesefî’nin nazmı olduğu için içeriği onun içeriği ile doğal olarak aynıdır. Yine de metin kısmında görüleceği üzere tarafımızdan yapılan başlıklandırmalar şöyledir:

Müellifin mukaddimesi, eşyanın hakikati ve onu bilmek, ilim sebepleri, âlemin hadis olması, Allah Teala ve tenzîhî sıfatları, Allah’ın sıfatları, ru’yetullah meselesi, kulların fiilleri, ecel, rızık, sihir, aslah, sem‘iyyat meseleleri, imanın mahiyeti, nübüvvet meseleleri, melekler, keramet, sahabenin fazilet ve hilafet tertibi, imamet ve son olarak da tevil, ölüler için dua edip sadaka vermek ve haramı helal saymak gibi muhtelif konular, hatime.

Ebubekir Efendi, Akâid’i nazmederken metinde bulunmayan bazı meseleleri de kendisinden eklemiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

  • İlim sebeplerinden biri olan beş duyu meselesinde müellif Nesefî (rahimehullah) her hâsse ile kendisine ait olan şeylerin idrak edileceğini zikretmiş (mesela gözle görüntü, kulakla ses, burunla koku vs. gibi), Ebûbekir Efendi de muhtemelen Taftazânî’nin (rahimehullah) şerhinden istifade ederek bu hükmün değişebileceğini yani mesela görme hâssesi ile kokuların idrak edilebileceğini söyleyenler olduğunu belirtmiştir.
  • İlim sebepleri bahsinin sonunda yine muhtemelen şerhten istifade ile sahih bir nazarın ilim ifade ettiğini ve bunun Mutezilenin dediği gibi tevlîdî; filozofların dediği gibi i‘dâdî değil âdî olduğunu ve Allah Teala’nın kudreti ile meydana geldiğini ifade eder.
  • Yine aynı bahsin sonunda naklî delillerin kesinlik ifade etmeyeceğini söyleyenlerin aksine bazı naklî delillerin aklî deliller gibi yakîn ifade edebileceğini ifade ederek bu konuda Mâtürîdî mezhebini benimsemiştir.
  • Âlemin hâdis olması meselesine girmeden önce kelam konularından biri olan mükellef bir kula vacip olan ilk şeyin ne olduğu konusunu açmış ve bunun Allah’ı bilmek (marifet) olduğunu ifade etmiştir. Burada “asâleten” kaydını koyarak da marifetullaha ancak nazar ile ulaşılabileceği dolayısıyla ilk vacip olan şeyin nazar olduğu itirazına da cevap vermiş olmaktadır.
  • Kelam-ı nefsî ve kelam-ı lafzîden bahsederken kelam-ı nefsînin “hissî” olmadığını ifade etmiştir. Hissîden kastı işitilebilir olmaksa Ebubekir Efendi bu konuda Mâtürîdî mezhebini tercih etmiş demektir.
  • Ezelî hitâbın madumlara taalluk edemeyeceğini zira madumların “şey” olmadığını ifade etmiştir.
  • Yaratılışın kelam-ı lafzî anlamında (كن) “kün” emri ile olmadığını ve bu husustaki nasların tevil edilmesi gerektiğini eklemiştir.
  • Kur’an’daki bazı ayetlerin mana açısından bazılarından daha faziletli olabileceğini beyan etmiştir.
  • Allah Teala hakkında bir isim kullanmanın naslara bağlı olduğunu belirtmiştir.
  • Ulemadan birçoğunun Allah’ın rüyada görülmesini inkâr ettiğini nakletmiştir.
  • Bazı kelam alimlerinin mevcut ve madum arasında vasıta olan hâli isbât ettiğini ve hâli isbât etmenin bazı konularda şüphe ve itirazlardan kurtulmaya yaradığını ifade etmiştir.
  • Kulun kudretinin zıtlara elverişli olduğunu eklemiştir.
  • Sihir ve nazarın hak olduğunu ifade etmiştir.
  • Dört beyitle hikmet sıfatını beyan etmiştir.
  • Cismânî olarak haşrın hak olduğuna ve bunun maddelerin yok olması şeklinde mi yoksa dağılıp parçalanması şeklinde mi olacağında ihtilaf bulunduğuna vurgu yapmıştır.
  • Dinden dönmenin geçmişte yapılan amellerin sevabını yok edeceğini ve bunun tövbe ile geri dönmeyeceğini; kafirlerin küfre artı olarak bir de amelleri sebebiyle azap görmeyeceklerini söylemiştir.
  • İmanın tarifi meselesinde ikrarın, düşmesi mümkün bir rükün olduğunu; imanın artıp eksilmesi meselesinde bu konuda varit olan nasların “eserleri artıp eksilir” manasında tevil edilmesi gerektiğini ve imanın mahluk olmadığını ifade etmiştir.
  • Mukallidin imanının sahih olduğunu fakat istidlali terk ettiği için vebal altında kalacağını; Allah’a iman etmenin akılla vacip olduğunu fakat bazı alimlerin nakille vacip olduğunu söylediklerini beyan etmiştir.
  • Hüsün ve kubhun bazı fillerde aklî olduğunu; kendisine tebliğ ulaşmayan baliğ ve akıllı kimsenin yaratıcıyı bilmemekte mazur olmayacağını ifade etmiştir.
  • Küfrü affetmenin ve vaad ve vaîdden dönmenin Allah için aklen muhal olduğunu zikretmiştir.
  • Nübüvvet bahsinde peygamberlerin vefat ettikten sonra hakiki olarak peygamber oldukları meselesini eklemiştir.
  • Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) dini İslam’ın bütün dinleri neshettiği ve evrensel olduğunu konusuna değinmiştir.
  • Peygamberlerin masum olduğunu 7 beyitte açıklamış ve minhüvatında ince düşünenler için bu beyitlerde konu ile ilgi önemli kayıtlar olduğunu ifade etmiştir.
  • İmamet meselesinde imamın Kureyş’ten olması gerektiğini ifade eden beyitler arasına bazı basiret sahibi alimlerin zaruretten dolayı bu şartı koşmadıklarını ifade eden bir beyit ziyade etmiştir.

Müellif Ebubekir Efendi, metne ziyade ettiği bu meselelerde başta metnin şerhleri ve haşiyeleri olmak üzere birçok kaynaktan istifade etmiş olabilir. Fakat eklediği meselelerden özellike Eş‘arî-Mâtürîdî ihtilafı bulunanlarda döneminin kaynaklarından olan Şeyhzâde Abdürrahim Efendi’nin Nazmü’l-Ferâid’inden istifade etmiş olması muhtemeldir. Doğrusunu Allah Teala bilir.

Nüsha Tavsifi

Eserin 5 nüshası tespit edilmiştir.

  • Hasan Paşa Nüshası (أ)

Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi nr. 966 vr. 4a-8b’de kayıtlı nüshadır. Müstensih ve istinsah tarihine dair kayıt yoktur.

  • Hasan Paşa Nüshası (ب)

Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi nr. 1079 vr. 8b-16a’da kayıtlı nüshadır. Yine müstensih ve istinsah tarihine dair kayıt yoktur.

  • Hasan Paşa Nüshası ج))

Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi nr. 5539 vr. 23b-25a’da kayıtlı nüshadır. Sonundaki kayıttan müellif hattı olduğu veya ondan menkul bir nüsha olduğu anlaşılabilir.

  • Atıf Efendi Nüshası (ع)

Atıf Efendi Kütüphanesi, nr. 845 vr. 295b-300b’de kayıtlı nüshadır. Nüshada müstensih ve tarihe dair kayıt olmamakla birlikte müellife ait minhüvat olduğu anlaşılan bazı haşiyeler içermektedir ki metinde bunlar da tahkik edilmiştir.

  • Musul Nüshası

Musul’da el-Evkâfü’l-Âmme kütüphanesi el-Medresetü’l-Ahmediyye koleksiyonunda Mecmualar bölümünde nr. 24’te kayıtlı nüshadır. Eksik olan bu nüshaya ulaşılamamıştır.[22]

Biz metnin tahkikinde iki ve üçüncü nüshaları kullanıp bir ve dördüncü nüshalardan da istifade ettik. Muvaffakiyet Allah’tandır.


[1]  Bkz. Kehhâle, Mu‘cemü’l-Müellifîn, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, III/56; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, I/241.

[2]  Bkz. Ebubekir Efendi, Şerhu’n-Nevâbiğ, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 818, vr. 1b.

[3]  Mesela bkz. Âkifzâde, el-Mecmû‘, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Arabi Koleksiyonu, nr. 2527, vr. 14b; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1333/1914, s. 241.

[4] Bkz. Mahmut Karadağ, Beyzâde Mustafa Efendi’nin Tüm Şiirleri: Kasideler, Rubailer ve Takrizler (inceleme-metin), https://telif.ismailaga.org.tr/beyzade-mustafa-efendinin-tum-siirleri-kasideler-rubailer-ve-takrizler-inceleme-metin-2, s. 30 (metin kısmı).

[5]  Bkz. Ebubekir Efendi, Şerhu’n-Nevâbiğ, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 818, vr. 1b.

[6]  Bkz. Ebubekir Efendi, Ferâidü’l-Akâid, Atıf Efendi Kütüphanesi, nr. 845, vr. 300b.

[7]  Bkz. Ebubekir Efendi, Ferâidü’l-Akâid, Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi, nr. 1079, vr. 8a.

[8]  Bkz. BOA, AE.SMST.III, 67/4941.

[9]  Mesela bkz. Taylasânîzâde Abdullah Efendi, Târih-i Lebîbâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 2158, vr. 128a; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, 1308, I/182.

[10]  Bkz. Taylasânîzâde Abdullah Efendi, Târih-i Lebîbâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 2158, vr. 23b.; Mehmed Süreyya, a.g.e, I/182.

[11]  Bkz. Akifzâde, a.g.e, vr. 14b.

[12]  Bkz. Ali İzzet Efendi, Tezkire-i Makâmât, İstanbul, s. 19; Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e, s. 241.

[13]  Bkz. Akifzâde, a.g.e, vr. 15a.

[14]  Bkz. Akifzâde, a.g.e, vr. 15a.

[15]  Bkz. Akifzâde, a.g.e, vr. 15a.

[16] Bkz. Kehhâle, a.g.e, III/56; İsmail Paşa, a.g.e, I/241.

[17] Bkz. Mahmut Karadağ, a.g.e, s. 30.

[18] Bkz. Akifzâde, a.g.e, vr. 15a.

[19]  Bkz. Taylasânîzâde Abdullah Efendi, Târih-i Lebîbâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 2158, vr. 128a.

[20]  Bkz. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e, s. 241

[21]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 818, vr. 1b-79a; Afyon Gedik Ahmet Paşa Kütüphanesi, nr. 17738, vr. 1b-73a.

[22]  Bkz. Sâlim Abdurrezzak, Fihrisü Mahtûtâti Mektebeti’l-Evkâfi’l-Âmme, 1983, Baskı: 2, V/253.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu