Aziz kardeşim! İman ve ibadet açısından İslam ümmetinin çekilmek istenildiği nokta manidardır. O da gerek dahili ve gerek harici müsteşrikler eliyle başlatılan tahrif hareketi sayesinde çok yönlü ve derin bunalımın ve de kimlik krizinin yaşandığı korkunç bir kaos ortamı meydana getirmektedir.
İslam coğrafyasında bugün yaşanmakta olan akidevî ve kültürel çalkantı bu durumun en bariz göstergesidir.
Batılı müsteşriklerin yürüttüğü çalışmalar ve taarruzlar bugün eski yoğunluğunu yitirmiş gözükse de bunun sebebi, İslam ile ilgili çalışmalarından umdukları sonuçları elde edememiş olmaları değildir. Tam tersine son yıllarda yerli müsteşriklerin İslam dünyasında onları temsil edecek kıvama ulaşmış olmalarıdır.
Artık konuşanlar “bizden” birileridir. Söylediklerinin kabul edilme şansı nispeten daha fazla olacaktır. Böylesi, özellikle sokaktaki Müslüman için daha etkili ve daha kalıcı olabilmektedir.
Ehl-i kitabın geçmişte yaşadığı İncil tecrübelerini yaşama sırası Kur’an ve Sünnet bağlamında artık Müslümanlara gelmiştir. Bu yeni anlayışa göre Kur’an ve Sünnet yeni bir bakış açısı ile yeniden “okunmalı”, yorumlanmalı, Kur’an’ı ve Sünneti’ anlamada ve hayata aktarmada çağdaş yöntemler kullanılmalıdır.
Bir de onlara göre Müslüman alimlerinin geçmişte oluşturduğu tecrübeler, her daldaki ilmi eserler tarihin çöplüğüne terk edilmelidir. Kısaca herkes Kur’an’a Hz. Peygamberle de dahil olmak üzere başka bir kimsenin aracılığı olmadan doğrudan gitmeli ve problemlerini Kur’an’dan yaptığı çıkarımlarla bizzat kendisi çözmelidir.
Bu bakış açısı ile Müslümanların zihinleri kendi inançları ile hiçbir ilişkisi olmayan bir yığın kavramlarla dolduruldu. “Gelenekselcilik”, “tarihsellik”, “klasik İslam/çağdaş İslam” kodlaması gibi kavramlar bu tahrif hareketi için temel tayin ediciler olmuştur.
Artık “ehl-i sünnet”, “fıkıh”, “fukaha”, “hadis alimi” tabirleri hem güven vermiyor hem de bizi kesmiyor.
Tefsir, israiliyyat yumağı; hadis, uydurma rivayetlerin ambarıdır. Tasavvuf, İran, Bizans ve Hint düşüncesiyle yoğrulmuş, içinde İslam’dan başka her şey bulunan bir uyuşturma mektebidir. Mezhepler ise, kendi görüşlerini Kur’an ve sünnetin üzerine çıkarmaya çırpınmakla geçirmiş “hile” ustalarının tahrif tezgâhı…
Kur’an-ı Kerim’e gelince!
Kimilerine göre Kur’an-ı Kerim -özellikle de muamelata ilişkin ayetler- “ölçü” değil, “örnek”tir. Kur’an’ı tarihe gömerek de Müslüman kalabilirsiniz. “Sünnet”in sözü bile edilmez.
Hudud (cezalar) babındaki ayetlerde ön görülen cezalar simgeseldir. Hırsızın eline atacağınız bir küçük çizikle Allah’ın emrini yerine getirmiş olursunuz.!
Bu tipler, indirilen Kur’an-ı Kerim ile uydurulan Kur’an arasında bocalamanın zirve noktasındadırlar.
Batı ve Hıristiyan alemine göre alimin adı din bilimcidir. Onların izini takip eden bizim din bilimciler Kur’an’ı, Sünnet’i ve İslamî ilimleri tıpkı Hıristiyan ve Yahudi ilim adamları gibi tezgâhta satışa arz edilmek üzere masaya yatırırlar.
Bu yerli malı anlayışa göre Kur’an ve Sünnet iman konusu değil de bir inceleme, ihtisas ve akademik kariyer konusudur. Benliğine, özüne, evine, hanımına, çocuğuna asla yansımaz o elindeki Kur’an.
O, ayetler arasında cambazlıklar yapıp takla atar ya da ayet-i celilelere takla attırır. Bilmece ve bulmaca çözer gibi zevkle tahlil eder ayet-i celileleri…
Aynı zamanda bu çağdaş tipler, doğru istikamette hedefe yürüyenleri engellemeye gücü yetmiyorsa çelmelemeye, beceremiyorsa yavaşlatmaya ve de yollarına oturmaya çalışırlar.
Böylece ülkemizde yaşanan ve adı resmen konulmamış olan bir sapma hareketi yaşanmaktadır. Selef-i salihinden sahih kaynaklar aracılığı ile miras aldığımız İslam’ı, akide ve amelin billurlaşmasına, yeni nesillerin düşünce dünyalarını bu istikamette oluşturmasına çok ihtiyaç vardır.
Selam ve dua ile…