Makaleler

Ashâb-ı Kirâm’ı Bu Denli Yücelten Şey Nedir?

Bismillâhirrâhmânirrahîm

Giriş

İslam tarihi boyunca Ehli sünnet ve’l-Cemâatin en büyük özelliklerinden birisi sahabe-i kirâm’ı sevmek, onlara karşı saygıda kusur etmemek ve onlar aleyhinde kelamda bulunan kimselere hadlerini bildirmek olmuştur. Çünkü onları sevmek ve saymak Allah Resûlü (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i sevmekten gelmektedir. Allah Resûlü’ne karşı olan sevgi ise mahlukatın yaratıcısı olan Allahü Teâlâ’ya sevgiden kaynaklanmaktadır.

Bu yazımızda ashabın neden bu kadar önemli olduklarına dair ayet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden ve ulemanın kavillerinden nakillerde bulunacağız.

Sahabe Neden Bu Kadar Önemli?

Sahabenin önemi, arkadaşlık yapmış oldukları zatın ehemmiyetinden kaynaklanmaktadır. Onlar ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’)in her zaman ve her mekânda kendisine en faydalı şekilde destek olan ve yeri geldiğinde gözlerini dahi kırpmadan canlarını hiçe sayan, hatta   “Anam babam sana feda olsun Yâ Resûlallâh” diyerek onun uğrunda her şeylerini feda etmeyi göze alan kimselerdir.

İslâm’ın yayılması, şeriatın anlaşılması ve muhafazası hususunda hepsi birer örnek şahsiyet olmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’)den tıpkı bir talebenin hocadan ders aldığı gibi İslâm’ı almış ve herhangi bir değişikliğe uğratmadan kendilerinden sonraki tabiin nesline, aldıkları gibi aktarmak için canla başla çalışmış olan kimselerdir.

Yüce kitabımız Kurân-ı Azîmüşşân’da Hak Teâlâ hazretlerinin, kendilerinden övgü dolu sözler ile bahsettiği, nitelikli toplumlardan birisi de sahabe topluluğudur. Bu hususu Cenâb-ı Kibriyâ şu şekilde ifade etmiştir:

“Muhâcirlerden ve Ensârdan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar var ya Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular” (Tevbe 100).

Diğer bir ayet-i kerimede ise onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“O Resûl ve onunla birlikte iman etmiş olan kimseler mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler. İşte (bütün) hayırlar onlara aittir ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Allâh onlar için, içerisinde ebediyyen kalacakları pek kıymetli cennetler hazırlamıştır ki (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından ırmaklar akmaktadır. İşte bu, pek büyük bir kurtuluştur! (Tevbe 88-89).

Sahabenin önem ve anlamına binâen, şeriât-ı garrânın önderi, kâinatın efendisi Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem) de onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır(Sahabe). Sonra onları takip edenlerdir(Tâbiîn), sonra da onları takip edenlerdir(Tebe‘u’t-Tâbiîn)”.[1]

Ashabın ulularından İbn Ömer ve İbn Mesûd (radıyallâhü anhüm) sahabenin önemi ile alakalı şöyle buyurmuşlardır:

“Takip edecek olanlar, ölen kimselerin yolunu takip etsinler  (çünkü hayatta olanlar fitneden emin olamazlar) ki bunlar da Hz.  Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in ashabıdırlar. Onlar bu ümmetin en hayırlıları, en doğruları, ilim bakımından en derinleri, tekellüf (zahmete katlanma) bakımından en az olanlarıdırlar. Onlar öyle bir kavimdir ki Allah onları, kendi Peygamberine (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) arkadaş olmaları ve dinini (insanlara) nakletmeleri için seçmiştir. Dolayısıyla ahlâk ve gidişatınızı onların ahlâk ve gidişatlarına benzetin. Onlar Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in arkadaşları olup dosdoğru hidayet üzereydiler”[2]

Bir başka rivâyette ise İbn Mesûd (Radıyallâhü Anh) sahabe-i kirâm’n Allah tarafından seçilmiş kimseler olduğunu söylemiş ve şöyle buyurmuştur:

“Allah kullarının kalplerine baktı ve onların kalplerinin en hayırlısı olarak Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in kalbini buldu. Onu kendisi için seçip kendisini Peygamber olarak gönderdi. Akabinde yine kullarının kalbine baktı ve içlerinde onun ashabının kalplerini, kulları arasında en hayırlısı olarak buldu ve onları, dini hususunda savaşmaları için Nebisinin vezirleri yaptı”.[3]

Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere ashabın İslam’da kadir ve kıymetlerinin büyük olduğu aşikardır. Yaptıkları fedakârlık ve üstlenmiş oldukları şeriatı muhafaza ve yayma görevi de aslında onları, İslam’ın olmazsa olmaz bir parçası haline getirmiş ve onlar olmadan İslam’ın daha sonraki nesillere ve günümüze ulaşmasının mümkün olmadığını göstermiştir. Sahabe-i kiram, hem asr-ı saadet döneminde Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’)in ilk ümmeti olma şerefine ermiş hem de Peygamber Efendimizin kıyamete kadar gelecek olan ümmetine İslam’ı aktarmakta birer vasıta olma şerefine nail olmuşlardır. Bununla birlikte hem maddi hem de manevi anlamda İslam’ı yaşayıp yaşatarak kendilerinden sonra gelen insanlara birer yıldız mesabesinde önder olmuşlardır.

Sahabe Sevgisindeki Ölçü

Ashab-ı kiramın sevgisinin nasıl olması gerektiği hakkında Tahâvî (rahmetullâhi aleyh)in şu sözleri tam bir ölçü vermektedir:

“Biz (ehli sünnet ve’l cemâat) Allah’ın Resûlü (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in ashabını seviyoruz. Ve onlardan herhangi birisini sevmek hususunda da aşırıya kaçmıyor ve onlardan herhangi birisinden teberri de etmiyor (sevgimizi de esirgemiyor)uz. Onlardan herhangi birisine buğz edene ve hakkın dışında (yalandan) bir şeyle onları zikreden kimseye biz de buğz ederiz. Biz onları ancak hayır ile yâd ederiz. (Çünkü) onları sevmek dinin, imanın ve ihsanın ta kendisi, onlara buğz etmek ise küfrün, nifakın ve azgınlığın ta kendisidir”.[4]

Sahabe Mertebesine Ulaşmak Mümkün mü?

Sahabenin peygamberlerden sonra diğer insanlardan daha hayırlı olduğu ve onların mertebelerine ulaşmanın mümkün olmadığı aşikardır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ashabıma sebbetmeyiniz (kötü söz söylemeyiniz!). Şayet sizden biriniz uhud dağı kadar altın sadaka verse onlardan birinin (verdiği) bir müd, (hatta) yarım müd sadakasına (sevap bakımından) ulaşamaz”.[5]

Bir başka rivayette de İbn Ömer (radıyallâhü anhümâ)’dan şöyle nakledilmiştir:

“Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in ashabına sebbetmeyiniz! (kötü söz söylemeyiniz) Onlardan birisinin bir saat kıyamda bulunması, sizden birisinin ömür boyu yaptığı amelden daha hayırlıdır.[6]

Diğer bir rivâyette ise “Sizden birisinin 40 yıllık ibadetinden daha hayırlıdır”[7] lafzı ile gelmektedir.

Sahabeyi Kim Sever? Kim Sevmez?

Sahabenin anlam ve önemine, hadis-i şeriflerinde vurgu yapan Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), onları sevmenin yahut sevmemenin insanları tanımak hususunda belirleyici bir ölçü olduğunu da şöyle ifade eder:

“Ashabım hakkında Allah’tan korkunuz. Ashabım hakkında Allah’tan korkunuz. Benden sonra onları, (aleyhlerinde konuşarak) hedef almayınız. Onları kim severse, bana karşı beslemiş olduğu sevgi sebebiyle sevmiştir. Kim de onlara buğz ederse, bana olan buğzundan dolayı etmiştir. Ve kim onlara eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur. Ve bana kim eza ederse, Allah’a karşı çıkmış olur. Kim de Allah’a karşı çıkıp isyan ederse, Allah’ın onu yakalayıp (cehenneme atması) yakındır.[8]

Bir başka hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuşlardır:

“Onları ancak mümin olan sever ve onlara ancak münafık olan buğz eder. Her kim onları severse Allah da onu sever ve her kim onlara buğz ederse Allah da ona buğz eder”[9]

Mütekaddim ulemadan Ebû Zür‘a er-Râzî (rahmetullâhi aleyh)in söylemiş olduğu şu sözler, zikretmiş olduğumuz hadis-i şerifi şerh eder mahiyettedir:

“Sen bir adamı Allah’ın Resûlü (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in ashabından birisi hakkında noksanlıkta (kötü sözde) bulunurken gördüğünde bilmelisin ki o adam zındıktır. Allah’ın Resûlü (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ve Kur’ân haktır. Bize Kur’ân’ı ve sünnetleri ulaştıran da Allah’ın Resûlü (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in ashabıdır. Onlar (zındıklar) kitap ve sünneti iptal etmek istedikleri için bizim şahitlerimiz olan ashabı cerh etmek istiyorlar, halbuki onları cerh etmek daha evladır. Ve onlar zındıkların ta kendileridir.”[10]

Yahya b. Ma’în (rahmetullâhi aleyh)in, sahabe-i kirâmdan Hz. Osman (radıyallâhü teâlâ anh) hakkında ileri geri konuşan Telîd b. Süleyman el-Muhâribî el-Kûfî hakkında söylediği şu manidar kelam ile sözü bitirmek münasip olacaktır:

“Telîd b. Süleyman el-Muhâribî el-Kûfî yalancıdır. Kendisi Hz. Osman (radıyallâhü anh)a şetmederdi (hakarette bulunurdu). Her kim Osman’a, veya Talha’ya veya Allah’ın Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem)in ashabından herhangi birisine şetmederse (hakarette bulunursa) deccaldir, kendisinden hadis alınmaz. Allah’ın, meleklerin, hatta bütün insanların laneti o (hakarette bulunan) kimse üzerine olsun”.[11]

Sahabenin Fazileti ile Alakalı Yazılan Bazı Eserler

  • İmâm-ı Ahmed b. Hanbel (rahmetullâhi aleyh)(v. 241), Fazâ’ilü’s-Sahâbe.
  • İmâm-ı Nesâî (rahmetullâhi aleyh) (v. 303), Faza’ilü’s-Sahâbe.
  • İmâm-ı Dârekutnî (rahmetullâhi aleyh) (v. 385), Faza’ilü’s-Sahâbe.

[1] Buhârî, Sahîh, no: (2652); Müslim, Sahîh, 4/1963 no: (2533/212).

[2] Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ, nşr. es-Se‘âdet, 1/305-306; Hatîb el-Bağdâdî, Telhîsu’l-Müteşâbih, Tallâs li’d-Dirâsâti ve’t-Tercüme ve’n-Neşr, 1/460; İbn Abdilber, Câmi‘u Beyâni’l-İlm ve Fazlihî, Dâru İbni’l-Cevzî, 2/947 (1810); Beğavî, Şerhu’s-Sünne, el-Mektebü’l-İslâmî, 1/214; İbnü’l-Esîr, Câmi‘u’l-Usûl, Mektebetü’l-Hulvânî, 1/292 (80).

[3] Ahmed b. Hanbel, Fazâ’ilü’s-Sahâbe, Mü’essesetü’r-Risâle, 1/367 (541); Müsned, Mü’essesetü’r-Risâle, 6/84 (3600); Bezzâr, Müsned, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hıkem, 5/212 (1816); Âcurrî, eş-Şerî‘a, Dâru’l-Vatan, 4/1675-1676 (1144-1146); Kelâbâzî, Bahru’l-Fevâid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 150.

[4] Ebû Cafer et-Tahâvî, Metnü’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Dâru İbn Hazm, s. 29; Sirâcüddîn el-Gaznevî, Şerhu’l-Akideti’l-İmâm et-Tahâvî, Dârtetü’l-Kürz, s. 150.

[5] Buhârî, Sahîh, no: (3673); Müslim, Sahîh, 4/1967 no: (2540/221).

[6] İbn Mâce, Sünen, no: (162); Ahmed b. Hanbel, Fazâ’ilü’s-Sahâbe, Mü’essesetü’r-Risâle, 1/57 (15); İbn Ebî Şeybe, Musannef, Dâru’l-Kıble, 17/307 (33082); İbn Ebî Âsım, es-Sünne, Dâru’s-Sumey‘î, 2/687 (1040).

[7] Ahmed b. Hanbel, Fazâ’ilü’s-Sahâbe, Mü’essesetü’r-Risâle, 1/60 (20), 2/907 (1729).

[8] Tirmizî, Sünen, no: (3862).

[9] Buhârî, Sahîh, (3783); Müslim, Sahîh, 1/85 no: (75/129).

[10] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, Dâru İbni’l-Cevzî, 1/175 (104); İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, Dâru’l-Fikir, 38/32; Cemâlüddîn el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, Mü‘essesetü’r-Risâle, 19/96.

[11] İbn Ma‘în, Târîh (rivâyetü Abbâs ed-Dûrî), Merkezü’l-Bahsi’l-İlmî ve İhyâ’i’t-Türâsi’l-İslâmî, 3/546;  Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 8/7.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu