FıkıhMakaleler

Selefi ve Modernistlerin Anlamakta Güçlük Çektiği Bir Kavram: Taklit – 1 –

Taklidin Tarifi ve İslam Tarihinde Taklidin Süreci

Arapça  ق ل د  kökünden türeyip sözlükte, kolye takmak manasına gelen taklit, ıstılahta, bir müçtehidin içtihatları doğrultusunda İslam’ı yaşamak manasına gelmektedir.[1]

Bu taklit, akide de olabileceği gibi amelde de olabilir. Biz bu makalede, ameldeki taklidi inceleyeceğiz. Makalede alimlerin taklidi nasıl tarif ettiklerini, ardından taklidin İslam tarihindeki seyrini görmeye çalışacağız.

Amelde taklit bir başka ismiyle mezhepleri taklit, asırlar boyu Müslümanların İslam’ı yaşamalarında bir köprü vazifesi görmüştür. İslam tarihine bir göz attığımızda neredeyse bütün alimlerin bir mezhebe bağlı olduğunu görebiliriz. Ebu Bekîr el-Cessâsf’tan Gazzâli (rahimehullah)’a, Cüveynî (rahimehullah)’dan İbn Hümâm (rahimehullah)’a kadar bir halka misali, mezhepleri taklit eden alimler, mezhepler aracılığı ile İslam’ı bir sonraki nesle aktarmışlardır.

Taklidin Tarifi

Taklidin etrafında oluşturulan şüpheleri defedebilmek adına, ilk olarak taklidin ne olduğunu bilmemiz gerekir.

İmam Gazzâli (rahimehullah) taklidi şöyle tarif eder:

“Taklit, bir kimsenin sözünü delil görmeden kabul etmektir.”[2]

İbn Emîr (rahimehullah) ise “Sözü Edille-i Erbea kuvvetinde olmayan bir kimsenin görüşünü, delil görmeden kabul etmektir” şeklinde tarif eder.[3]

Bu iki tarif bizlere mukallidin, taklit ettiği müçtehidi bir hüküm koyucu olarak görmediğini, bilakis o zatın Kur’an ve sünnet anlayışını İslam’ı anlamak için kendisine referans olarak kabul ettiğini göstermektedir.

Burası mühim bir noktadır. Zira birileri çıkıp taklit ehli kimseleri Kur’an ve sünneti bırakıp bir şahsın görüşlerinin peşinden gitmekle suçlamaktadırlar. Fakat taklidin sınırlarını çizen alimlerimizin ifadeleri, bu yaftanın ne kadar da isabetsiz olduğunu göstermektedir.

İslam Tarihinde Taklidin Süreci

Taklidin İslam tarihindeki süreci, içtihadın süreci ile paralellik arz eder. Fıkıh tarihi üzerinde kalem oynatan birçok alim bu süreci altı başlıkta inceler:

  • Vahiy Dönemi
  • Sahabe Dönemi
  • Tâbiîn Dönemi
  • Müçtehit İmamlar Dönemi
  • Müçtehit İmamların Talebelerinin Dönemi
  • Son Dönem[4]

1) Vahiy Dönemi

Yukardaki satırlarda içtihat ile taklidin aynı paralelde seyrettiğini ifade etmiştik. Fakat ilk dönemde içtihattan daha çok teşri ön plandadır. Dolayısıyla bu dönemde taklit, bazı sahabîlerin peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in izni doğrultusunda yaptıkları içtihatla birlikte gerçekleşmiştir.

Nitekim Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) Muaz b. Cebel’i (radıyallâhu anh) Yemen’e gönderirken içtihat etmesine ve oradaki Müslümanların da kendisini taklit etmesine müsaade etmiştir. İlgili hadise şöyledir:

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Muâz bin Cebel (radıyallâhu anh)’ı Yemen’e göndermek istediği vakit aralarında şöyle bir diyalog geçtiğini naklederler:

–        Ey Muaz! Sana bir mesele sorulduğunda nasıl hüküm vereceksin?

–        Allah’ın kitabı ile.

–        Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan?

–        Allah Resûlü’nün sünneti ile hükmedeceğim.

–        Eğer Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetinde de bulamazsan?

–        O zaman hiç tereddüt etmeden kendi görüşümle içtihat ederim.

Bunun üzerine Rasûlüllâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) göğsüne vurarak şöyle dedi: “Resûlünün elçisini Resûlünün hoşnut ve memnun olduğu şeye muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.”[5]

İşte bu hadis ve buna benzer birçok rivayet, bizlere o dönemdeki taklidin peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in müsaadesiyle gerçekleştiğini göstermektedir.

2) Sahâbe Dönemi

Bu dönemde taklit, belirli müçtehit sahâbîlerin içtihatlarına tâbî olan kimseler ile gerçekleşmiştir. İbn Kayyım sahabe içerisinde yüz otuz küsur kimsenin içtihat kabiliyetinin olduğunu söyler.[6] Dolayısıyla sahabe arasında bu kabiliyeti olmayanlar, müçtehit sahâbîlere fetva sorar o şekilde amel ederlerdi. Sahâbeden içtihat kabiliyeti ile öne çıkan isimlerden bazıları şunlardır:

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbâs, Hz. Âişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Ömer, Muaz b. Cebel, Enes b. Mâlik (radıyallâhu anhüm ecmain).

3) Tâbiîn Dönemi

Bu dönemin başında taklit, sahabe neslinde olduğu gibi, mezhepleşme sürecine geçilmeden şahıslara tâbi olmakla gerçekleşmiştir. Nitekim Ebu Tâlib el-Mekkî: “Fetvaların kitap ve defterlere yazılması, bir şahsın mezhebinde tefakkuh edip oradan fetva vermek, birinci ve ikinci asırda yoktu” ifadesiyle bu döneme işaret eder.[7]

Bu dönemin sonunda tâbiînden olan büyük fakihler, beldelere dağılıp talebe yetiştirmeye başlamasıyla mezhepleşme sürecinin adımları atılmıştır. Dağıldıkları beldelerde fıkıh ve hadis ilmini neşreden tâbiîn nesli mezhep imamlarının hocalarını yetiştirerek bir fıkıh mektebinin kurulmasında öncülük etmişlerdir.

O dönemde beldelere dağılmış olan fakihlere göz atalım.

Medine’de Fukahâ-ı Seb‘a diye bilinen şu isimler vardı:

Saîd b. Müseyyib, Kâsım b. Muhammed, Urve b. Zübeyr, Hârice b. Zeyd, Ebû Seleme Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. İbn Mes’ûd, Süleyman b. Yesâr (rahimehumullâh).

Mekke’de Ata b. Ebi Rebâh, Tâvûs b. Keysân ve Mücâhid (rahimehumullâh).

Basra’da Hasan-ı Basrî ve Muhammed b. Sîrîn (rahimehumellâh).

Mısır’da Leys b. Sa‘d (rahimehullâh).

Kûfe’de Alkame, Esved, Mesrûk, Şüreyh ve Süleyman b. Rebî‘ (rahimehumullâh) vardı.

4) Müçtehitler Dönemi

Bu dönem, artık fıkıh ekollerinin oluşmaya başladığı, fıkıh ve usûl-u fıkıh kitaplarının telif edilmeye başlandığı dönemdir. Dolayısıyla burada tam manasıyla bir mezhebe bağlılık gerçekleşmemiştir. Farklı bölgelerde yaşayan tabiîn neslinin talebeleri, yaşadıkları bölgenin örf ve adetlerine riayet ederek kurmuş oldukları mezhep anlayışlarıyla ümmet için bir rahmet kapısı olmuşlardır. Bu dönemde yaşamış müçtehitleri şöyle sıralayabiliriz:

İmam Ebû Hanife, Kûfe.

İmam Mâlik, Medîne.

İmam Şâfiî, Mısır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Bağdat.

İmam Evzâi, Şam.

Süfyân b. Uyeyne, Mekke (rahmetullahi aleyhim ecmain).

İşte bu isimler üzerinden beldelerde mezhep taklitleri başlamış ve insanlar amellerini bu mezheplerin çizdiği sınırlar çerçevesinde yapmışlardır.

5) Müçtehit İmamların Talebelerinin Dönemi

Bu dönemde mezheplerin kaidelerinin oluşturulması, tahriç diye ifade edilen mezhep imamın kavilleri üzerine, onlar adına görüşlerin çıkarılması, mezhep kitaplarının düzenlenmesi, kitapların metinler ve şerhler olarak ders halkalarında okunabilir hale getirilmesi gibi çalışmalar yapılmıştır.

Taklit bu dönemde beldelerde yerleşmiş kadılar ve müftüler aracılığı ile insanların bir mezhebe bağlılıkları perçinleştirilmiştir. Bu dönem sadece dört mezhep imamlarının değil bilakis diğer müçtehitlerin talebelerinin de kendi imamlarının içtihatlarını naklettikleri bir zaman dilimidir. Bu dönemde yazılmış kitaplara bakılacak olursa İmam Evzaî’nin yahut İmam Taberî’nin veya İbn Hazm’ın görüşlerini görmek mümkündür.

6) Son Dönem

Bu dönemde İslam âleminde tam bir mezhepleşme istikrar göstermiştir. Mezhep imamlarının kavilleri aklî ve naklî delillerden ispat edilmeye başlanmış mezheplerin umde kitapları telif edilmiştir.

Hanefi mezhebinde Mergînânî’nin el-Hidâye’si, Şâfîi mezhebinde Nevevî’nin el-Minhâc’ı Mâlikî mezhebinde Halîl’in el-Muhtasar’ı, Hanbeli Mezhebinde İbn Kudâme’nin el-Muğnî’si bu alanda yazılmış en temel eserlerdir.

Daha sonra mezhepler, bir devlet gölgesi altında yayılmaya başlamıştır. Nitekim Endülüs İslam devletinde Mâlikîliğin ön planda olması veya Osmanlı devletinde Hanefîliğin ön planda olması bu duruma misal verilebilir.

Bu dönemde önemli gelişmelerden biri de dört mezhep dışındaki müçtehitlerin kavillerinin, tâbiilerinin azalmasıyla nakledilmemeye başlanmış olmasıdır. Beşinci-altıncı asırda yazılmış kitaplarda İmam Evzaî’nin veya İmam Taberî’nin görüşlerine yer verildiği nerdeyse görülmemektedir.

Netice

Buraya kadar incelemeye çalıştığımız bölümlerde herhangi bir delil zikretmeden taklidin İslam tarihindeki seyrine göz atmayı hedefledik. Netice olarak her ne kadar birileri taklidin İslam’ın ruhuna uygun olmadığını düşünse de bu kavramın asırlar boyu İslam aleminde kabul edildiği gerçeği inkâr edilemez bir husustur.

Allah (celle celâlühû) en doğrusunu bilir.

[1] ) Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, Dâru’l-Hidâye, IX, 69.

[2] ) Gazzâlî, el-Mustasfa, DKİ, Tah: Muhammed Abdüsselâm, s.337.

[3] ) İbn Emîr, et-Tahrîr ve’t-Takrîr, DKİ, I, 43.

[4] ) Taksimi daha detaylı incelemek için bk. Hudarî, Târîhu’t-Teşrîi’l-İslâmî.

[5] ) Ebû Davûd, es-Sünen, (3592); Tirmizî, es-Sünen, (1327).

[6] ) İbn Kayyım, İ‘lâmü’l-Muvakkıîn, Dâru İbn’l-Cevzî, II, 18.

[7] ) Dihlevi, el-İnsâf fi Beyâni Esbâbi’l-İhtilâf, Dâru’n-Nefâis, s. 68.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu