AkaidMakaleler

Müteşabih Haberler Bağlamında İbn Teymiye’nin Tefviz ve Te’vil Hakkındaki Görüşleri

Müteşabih Haberler Bağlamında İbn Teymiye’nin Tefviz ve Te’vil Hakkındaki Görüşleri

İbn Teymiye’ye göre, müteşâbih haberleri müteahhir alimlerin cumhurunun yaptığı gibi te’vil etmek ya da Selef’in cumhurunun yaptığı gibi tefviz etmek, Selef’in yoluna aykırıdır! Zira ona göre tefviz, nassın manasının iptal edilmesi, te’vil etmek ise, manaya keyfiyet ispat edilmesi demektir. Zira o, ekserî âlimlerin kullanımının dışında bir yaklaşım sergileyerek, kelimenin mana ve keyfiyetinin birbirinden farklı olduğunu ve Selef’in tavrı olan tefviz etmenin manayı bilmemek olduğunu iddia eder:

 İbn Teymiye şöyle der: Ben gerek Ahmed ibn Hanbel olsun gerekse başka imâmlar olsun seleften hiç kimsenin, bu nassların manasını bilmediğini söylediğini, hatta Allah’ın isim ve sıfatlarının “manası anlaşılmayan yabancı kelimeler” gibi kabul ettiğini bilmiyorum.

Yine onların: “Allah Teâlâ, manasını kimsenin anlamadığı kelam indirdi” diye bir şey dediklerini de bilmiyorum. Onlar ancak, bu isim ve sıfatların sahih manaları olan birtakım kelimeler olduklarını söylemişlerdir. Sıfat hadisleri hakkında: “geldiği şekilde bırakırız” demişlerdir. Cehmiyyenin te’villerinden nehyetmiş ve nassları boşa çıkaracak diğer şeyleri iptal edip reddetmişlerdir. [1]

İbn Mâcişûn, Ahmed ibn Hanbel ve seleften diğer zatlar, Allah Teâlâ’nın kendi Zatından haber verdiği şeylerin keyfiyetini kulların bilemeyeceğini beyan ederler. Keyfiyet, sadece Allah Teâlâ’nın bildiği te’vildir. Allah Teâlâ’nın beyan ettiği mananın kendisini ise herkes kendi anlayışı miktarınca bilebilir. Çünkü her ne kadar Mevlâ’nın sem’/işitme ve basar/görmesinin keyfiyetini bilemeseler de sem’ ve basar kelimesinin lügat manalarını anlarlar. Sem’den anlaşılan mananın, basar’dan anlaşılan mana olmadığını anlar ve aralarındaki fark ile ‘alîm’ ve ‘kadîr’ arasındaki farkı bilirler. Hatta bedenlerindeki ‘ruh’ hakkında bile çok az bir bilgiye sahip olup keyfiyyetini bilmezler. Aynı şekilde, Arş’a istivânın da lügat manasını bilirler. Bu [istiva’nın], seleften tefsir edildiği üzere Rabb’in Arş’tan yüceliğini ve ondan yüksekte olduğunu ifade ettiğini de bilirler. Bu mana, lafızdan anlaşılan, lügatte başkasına ihtimalli olmayan bir manadır. İmam Malik, bundan dolayı ‘İstivâ malumdur’ demiştir.[2]

 Selefin “müteşabih haberleri geldiği gibi bırakınız” sözü, bu lafızların delalet ettikleri [lügat] manalarını da geldiği gibi bırakmayı gerektirir. Çünkü bu âyetler, birtakım manalara delalet ederek gelmiştir. Şayet onların delaleti nefyedilmiş olsaydı “bu lafızdan anlaşılan zahir mananın murad olmadığına itikad ederek, lafızları olduğu gibi bırakınız” ya da “bu âyetlerin delalet ettiği şeylerle hakikatte, Allah Teâlâ vasıflanamayacağı için lafızları geldiği gibi bırakınız” denilmesi vacip olurdu. O zaman da “geldiği gibi bırakılmış olmazdı.”  Bu durumda “keyfiyetsiz şekilde (geldiği gibi bırakınız)” denemez [yani keyfiyet nefyedilmezdi]. Çünkü sabit olmayan bir şeyden keyfiyeti nefyetmek, boş bir iştir.[3]

(Bütün bunlardan) anlaşıldığına göre tefviz ehlinin -ki onlar kendilerini Ehl-i sünnetin ve Selefin tâbilerinden zannederler- görüşü, bidat ve ilhad ehlinin en şerli görüşlerindendir.[4]

İbn Teymiye, maksadını açıkça şöyle izhar eder:

 “Allah’ın (Celle celâlühü) “bunlar Müteşabihtir ve te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez” buyurduğu ayetlerde, Allah Teâlâ, bunların te’vilinin bilinmesini nefyetmiştir, yoksa tefsirinin ve manasının bilinmesini değil.”[5]

İbn Teymiye Selef’ten Nakledilen Müteşabih Haberleri Zahiri Üzere Bırakmayı Nasıl Anlamış/Çarpıtmıştır?

Seleften İmâm Evzâî, Malik ibn Enes, Süfyan es-Sevrî (rahimehumullah) gibi birçok âlimlerin: “müteşabihatı vasıflamaksızın geldikleri gibi okuyup geçin” dedikleri nakledilir.[6]

İbn Teymiye ve tâbileri, bu gibi rivâyetlerin aslında onların nassların manasını bilmiyor oldukları manasında olmadığını iddia etmişlerdir. Yani onlara göre Selef’in “zâhiri üzere bırakın” ifadeleri, nasların -avamın anladığı şekliyle olan- manasını bildiklerini vurgulamak için söylenmiştir.

Selefin nassların manasını bildiği kabulünden yola çıkarak onların tefviz yaptıklarını kabul etmezler. Zira onlara göre tefviz, mana bilinemez demektir. Aynı zamanda te’vil yapılabileceğini de reddederler, zira bu durumda da keyfiyet bilinir demekmiş. O yüzden selef, tefviz de te’vil de yapmamış halefin yaptığı te’vil ise sapıklıktır demiş olurlar.

İbn Teymiye’nin ifadesiyle: “Allah’ın (Celle Celâlühü) bunlar Müteşabihtir ve te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez buyurduğu ayetlerde, Allah Teâlâ, bunların te’vilinin bilinmesini nefyetmiştir, yoksa tefsirinin ve manasının bilinmesini değil.”[7]

“Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ümmetin dinde ihtiyacı olan her şeyi bildirmesiyle birlikte Rabbleri ve mabudları hakkında dil ile söyleyecekleri, kalb ile inananacak şeyleri terk etmiş olması muhaldir.”[8]

“Sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinden olan Selefin nassların manasını bilmiyor ve bu hususta hakkı söylemiyor olması da muhaldir. Çünkü bunun aksi; ya selef bu nassların manasını bilmiyor ve hakkı söylemiyor olur, ya da hakkın zıttı [batıl] bir itikada sahip olmaları ve doğrunun hilafını söylemeleri manasına gelir ki her ikisi de mümkün değildir.[9]

İbn Teymiye, [müteahhir alimlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen ve nakledilen; “Selef’in yolu eslem [daha selametli], halef’in yolu a’lem ve ahkemdir [daha muhkem/hikmete muvafıktır]”[10] sözünden halefin seleften daha iyi bildiğini anlayarak şöyle demiştir: “Halefin nassları seleften daha iyi bilmesi caiz değildir. Nitekim bazı gabîler, “Selef’in yolu eslem, halef’in yolu a’lem ve ahkem” diyerek Selefin kadrini bilememiştir.

…. Halefin yolunun seleften üstün olduğu yönündeki bu fasit zan onlara bu içeriği İslam’ı arkaya atmak manası taşıyan sözü söyletmiştir. Onlar [halef] Selefin yolunu yalanladılar, halefin yolunu doğru gösterme hususunda sapıttılar

… Bunun sebebi ise onların kâfir olan kardeşleriyle ortak olduğu fasit şüpheleriyle hakikatte bu [müteşabih] nassların delalet ettiği bir sıfatın mevcut olmadığına itikat etmeleridir. Onlar gerçekte bu sıfatların mevcut olmadığına inanınca -bununla birlikte bu nasların bir manası olması da gereklidir- şu iki yol arasında tereddüt halinde kalırlar.

[Birincisi] lafza iman edip manayı tefviz etmek ki –bunu selefin yolu diye isimlendirirler- [ikincisi] bir nevi tekellüfle lafzı [zahiri manasının dışında başka] manalara sarf etmek ki- bunu da halefin yolu diye isimlendirirler.  [Halefin yaptığı] bu batıl görüş, aklın fesadı ve nassın inkâr edilmesinden mürekkeptir.”[11]

Ona göre kelamcılar bu iddialarıyla şöyle demiş olmaktadırlar:

Ey kullar ne Kitap ve sünnet ne de Selefin yolundan Allah’ı ve ona layık sıfatları öğrenmeyi talep etmeyiniz! (öğrenemezsiniz) Fakat bakın eğer [aklen] Allah’ın zatına layık bir sıfat bulursanız – ister kitap ve sünnette bulunsun ister bulunmasın Allah’ı onunla vasıflayın. Eğer akıllarınızda Allah’a layık bir sıfat bulamazsanız Allah’ı onunla vasıflamayın.

….. Akıllarınızın ispat etmediği/kabul etmediği vasıfları nefyedin. ..Aklın kıyasının kabul etmediği, -hakkında yeryüzündeki canlıların tamamının sayısından daha çok ihtilaf ettiğiniz- sıfatları nefyedin. Ancak tartışma, münakaşa anında da O’na [yani Allah’a] rücu edin. Zira sizin ibadet ettiğiniz Hakk odur.

[Kelamcılara göre Allah Teâlâ şöyle buyuruyor] Kitap ve sünnette sizin şu kıyasınıza muhalif olarak zikredilen veya akıllarınızın idrak etmediği şekilde ispat edilen sıfatlar biliniz ki onların indirilmesiyle ben sizi imtihan ediyorum. Yoksa o kitaptan hidayet alasınız diye değil! Fakat onu şazz lügat, bilinmeyen/yabancı lafızlar ve garip ifadelerle açıklama yapmaya çalışmanız için indirdim. Veya bu lafızların herhangi sıfatlardan bilgisini Allah Teâlâ’ya tefviz/havale ettiğiniz halde sükût etmeniz için indirdim.[12]

Burada inanılmaz bir tahrif ve karartma söz konusudur. Özellikle sözün ikinci kısmı, yani; ‘keyfiyetin bilinmemesi’ hükmü, cumhur ulemânın da kabul ettiği bir hüküm olduğu için kafaları karıştırır. İbn Teymiye’nin söylemek istediği asıl şey, hemen anlaşılmaz ve cumhur ile aynı şeyi söylediği sanılır. Kabul edilmiş bir düsturun arkasına saklanarak, çirkin bir algı oluşturmak istemektedir.

Mücessimenin Mana Bilinir Keyfiyet Bilinmez Sözlerindeki Maksatları Nedir?

Keyfiyet, mutlak hakîkat manasına gelebilir ki, o zaman Hakk’ın keyfiyeti yoktur denemez, hakîkati/keyfiyeti var ama biz bilmiyoruz denebilir.

Ancak keyfiyetten murad, daha önce gözlemlenen eşyadan bilinen cismiyet özellikleriyle olan bir hakîkat kastedilerek söylenirse, bu manada Allah’ın keyfiyeti yok demelidir.

Ekser ulemâ, bu naslara keyfiyetsiz olarak inanırız diyerek, ikinci manada bir keyfiyyeti kastederler.

Mücessime ise, kendisine, garip üçüncü bir yol ihdas etmiştir. Mana dediği, zahiren bilinen cismiyet özellikleri. Keyfiyet dediği ise, bu mananın kalan kısmı, yani; hakîkatin tamamı, hacim sınır gibi bazı özellikleridir. Yani manasını biliriz ancak keyfiyetini, ‘cevherinin hakîkatinin tamamını’ bilmeyiz manasını kastederler. O yüzden ‘manayı bilir, keyfiyeti bilmeyiz’ derler. Allah’ın hakîkatinin had, şekil, hacim ile olduğunu biliyoruz, ancak cevherini ve maddesini bilmiyoruz demiş, olurlar.

Keyfiyetini bilmemek tam manasıyla onun cevherini bilmemek, manasını bilmek ise gördüğümüz ve tecrübe ettiğimiz kadarıyla biliyoruz demektir. Ancak herhangi bir cismin de bu manada cevheri bilinmez, sadece göründüğü ve tecrübe edildiği kadarıyla bilinir.

Mesela normal bir cisim ile ışık arasındaki fark gibi. Normal cisimlerin de Cenab-ı Hakk’ın da had şekil hacim belirleyici hususlarda aynı özelliklere sahip olduğunu yani hem bildiğimiz hem bilmediğimiz yanları olduğunu söylemiş oluruz.

Mesela azaları olan belli büyüklükte nurani bir varlığın manası bilinir ama keyfiyeti yani maddesi ve cevheri bilinmez. Onların anlatmak istediği böyle bir ilah tasavvurudur. Bu manada bir keyfiyeti bilmiyoruz demek Cenab-ı Hakk için bir tenzih değildir. Bilakis sıradan bir cisimle eşitlemek olup, tam anlamıyla bir tenkıstır. Keyfiyeti bilmiyoruz sözü bu iğrenç indirgemeyi perdelemektedir.

Vahhabiler, ‘te’vil nassın manasını iptal eder’ derken kastettikleri bu indirgenmiş manadır. O yüzden rahatsız olurlar. Zira tefviz de te’vil de onların mana dedikleri şeyi geçersiz kılmaktadır.

Oysaki selef ve halef ulemâsının söylediği çok açıktır: eğer bu lafızlar O’na isnad edilmişse ve mana/keyfiyet bilinmiyorsa isnad edilecek mana şer‘î ve aklî ölçülerin ve tâbi dilin müsaade ettiği bir mana olmalıdır. Vahhabiyenin iddiası gibi kimse mutlak manayı reddediyor değildir. Reddedilen vahhabiyenin tecsim içerikli manalarıdır.

 Ulemâya göre eğer Allah’a bir mana isnad ediliyorsa bu mana biz bilmesek de O’na layık olan bir manadır. Bununla beraber biz buradan hiçbir şey anlamıyor da değiliz. Tecsim içerikli olmayan uygun manalar anlarız ama onların da kesin olarak bu nassların manası olduğunu söylemeyiz derler. İşte te’vil budur.

Lafızların keyfiyeti dendiğinde günlük dilde anladığımız manaları kastedilir. Yani Selef’in yaptığı gibi keyfiyetini Allah’a bırakmak demek manasını Allah’a bırakmak demektir ki bu da bu lafızlardan anladığımız mananın kastedilmediği anlamına gelmektedir. Bu durumda gerçekten keyfiyet Allah’ın bilgisine bırakılmış ise kelimenin manası da Allah’ın bilgisine bırakılmıştır demektir. Dolayısıyla keyfiyetin Allaha bırakılması demek bu sözün manasına dair bir şey bilmiyoruz demektir.

Netice olarak mücessimenin te’vilin, keyfiyeti bilmek manasına geldiğini iddia etmeleri ise ya meseleyi anlamamış olmak ya da kasıtlı bir propaganda icabıdır. İki şık da birbirinden berbattır.

[1] İbn Teymiye, el-İklîl fî’l-Müteşâbih ve’t-Te’vil, s. 33-34.

[2] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 17, s. 373-374.

[3] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 5, s. 41-42.

[4] İbn Teymiye, Der’u Teâruzi’l-Akli ve’n-Nakl, c. 1, s. 205.

[5] İbn Teymiye, Der’u Teâruzi’l-Akli ve’n-Nakl, c. 1, s. 278.

[6] Beyhakî, Sünenü’l-Kübra, c. 3, s. 3-4, no: 4652-4655.

[7] İbn Teymiye, Der’u Teâruzi’l-Akli ve’n-Nakl, c. 1, s. 278.

[8] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 5, s. 8.

[9] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 5, s. 8, 9.

[10] Burada Halefin yolu a’lemdir sözü, bu yol daha fazla ilme [yani malumata] ihtiyaç duyar demektir, yoksa halefin seleften daha âlim oldukları manasında kullanılmamıştır.

[11] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 5, s. 9-10.

[12] İbn Teymiye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, c. 5, s. 15.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu