MakalelerTasavvuf Kütüphanesi

“Tabakâtu’l-Havâs Ehli’s-Sıdki ve’l-İhlâs” Eserinin İncelenmesi

Tasavvuf Kütüphanesinden Kitap Tanıtımları (5)

طبقات الخواص أهل الصدق والإخلاص

“Tabakâtu’l-Havâs Ehli’s-Sıdki ve’l-İhlâs”

Müellifin Tanıtımı

Tam adı Ebu’l-Abbâs Şihâbuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdüllatif eş-Şercî ez-Zebîdî’dir. Birçok alimin yetiştiği Yemen’deki Zebîdî ailesine mensup olup, ihtilaf olmakla birlikte tercih edilen görüşe göre hicrî 812 senesinde doğmuş ve Mûcibâtu’r-Rahme sahibi meşhur alim Muhammed b. Ebî Bekir er-Reddâd (ö. 821, rahimehullah) tarafından, daha kendisi doğmadan vefat etmiş olan babası Ahmed’in ismi ile isimlendirilmiştir.

Babası Ahmed ve Dedesi Abdüllatif, İbn Hacer el-Askalânî’nin (rahimehullah) talebelerindendir. Nefîsüddin el-Alevi, Takıyyüddin el-Fâsî ve İbnü’l-Cezerî (rahimehümullah) gibi alimlerden hadis dinlemiş ve fıkıh okumuştur. Aynı zamanda edip, şair ve Hanefi fakihi olan müellif, 893 senesinde Yemen’de vefat etmiştir.

Müellifin en meşhur eseri, İmam Buhârî’nin es-Sahîh’ini ihtisar ve tertip ederek hazırladığı et-Tecrîdü’s-Sârîh isimli eseridir. Bunun dışında Nüzhetü’l-Ahbâb ve el-Fevâid gibi kitapları da vardır.[1]

Burada tanıtacağımız eseri ise Yemen Sufileri hakkında telif ettiği Tabakâtu’l-Havâs Ehli’s-Sıdki ve’l-İhlas isimli kitaptır.

Eserin İsmi Yazılış Sebebi ve Tarihi

Eser, bizzat müellif tarafından mukaddimede “Tabakâtu’l-Havâs Ehli’s-Sıdki ve’l-İhlâs” diye isimlendirilmiştir.[2] Sehâvî’nin (rahimehullah) zikrettiği “Tabakâtu’l-Havâssi’s-Sulehâ min Ehli’l-Yemen” terkibi ise[3] bir isimlendirmeden ziyade konu açıklamasıdır.

Eserin mukaddimesinden nakledeceğimiz şu pasaj, telif sebebini açıklamakta kafidir:

“Ben, Ebu’l-Kasım el-Kuşeyrî’nin er-Risâle’si, Şihâbuddin es-Sühreverdî’nin Avârifu’l-Meârif’i, Ebû Abdirrahman es-Sülemî’nin Tabakâtu’s-Sûfiyye’si ve İbn Hamîs el-Mevsîlî’nin Menâkıbu’l-Ebrâr’ı gibi Allah dostlarını anlatan, onların faziletlerini, kerametlerini ve menkıbelerini beyan eden birtakım kitaplara vakıf oldum. Fakat bunlara baktığımda hiçbirinin Yemenli alim ve Sufileri zikretmediklerini, sadece Şam, Irak ve Mağrip gibi bölgelerdeki Sufilere değindiklerini gördüm. Bu durum, bu mübarek iklimi (Yemen) bilmeyen kimselerin zihninde buralarda evliya tabakatı kitaplarında zikredilmeye layık ve Allah dostları vasıflarını haiz birinin bulunmadığı tevehhümünü oluşturabilir. Heyhat ki Yemen ehlinin çoğu sadık bir iman ve ince kalbe sahip olup zahirleri salih, batınları safidir. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Yemen ehlinin kalpleri daha ince, gönülleri daha yumuşaktır. İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir.”[4] Bunun dışında Yemen ehlinin fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Kaldı ki bunlar umum hakkında söylenmiş sözlerdir, nerede kaldı alimler ve Sufiler?

Anlatıldığına göre Ahmed b. Musa b. Acîl’e, kitaplarda zikredilip de “Mısırlı, Belhli” gibi bölgelere nispet edilen Sufileri bulunduğu halde neden Yemenlilerin bulunmadığı sorulduğunda şöyle demiştir: “Zira onların sayılar çoktur. Onlar şahıs şahıs değil kabile kabile sayılırlar”.

Ey kardeşim! Bilesin ki Yemen ehlinin fazileti hakkında burada sayamayacağımız kadar hadis ve rivayet vardır. Nitekim bu konuda ulemadan Ebu Abdillah İbn Ebi’s-Sayf el-Yemenî bir cüz yazmış, İmam Muhammed b. Abdülhamid de Yemen ehlinin faziletleri hakkında bir kırk hadis kitabı toplamış -ki bende bu eserin bir nüshası vardır- Keza Abdullah b. Es‘ad el-Yâfi‘î de tarih kitabında ve diğer eserlerinde Yemen ehline dair birçok şey zikretmiştir. Fakih Ömer b. Semerre, Bahaeddin el-Cündî, Fakih Ali Hazrecî ve isimlerini zikrederek konuyu uzatmak istemediğim daha nice Yemenli tarihçiler de bu konuya dair beyanat vermişlerdir.

Bu bölgenin kıymet ve fazileti bilinsin ve orada Allah dostu olmadığı zannedilmesin diye bunları zikretmek istedim. er-Risale sahibi (İmam Kuşeyrî rahimehullah) ve diğer Şam ve Irak gibi bölgeleri anlatan musanniflerin bu bölgeye değinmemeleri, oradan uzak olmaları dolayısıyla ehlinin hallerine vakıf olmamaları sebebiyledir.

Durum böyle olunca sadece Yemenli evliyanın hallerini, sözlerini, menkıbelerini ve kerametlerini anlattığım bu eseri telif etmek istedim. Umulur ki Allah Teala beni o evliyanın bereketinden mahrum bırakmaz”[5]

Müellifin bizzat kendi ifadesine göre eser, 867 senesinde tamamlanmıştır.[6]

Eserin Muhtevası

İçerik olarak eseri altı bölüme ayırmak mümkündür;

  • Mukaddime

Mukaddimede yukarda zikredildiği üzere eserin ismi, yazılış sebebi ve keramet meselesi ele alınmaktadır. Keramet başlığında Kur’an ve sünnet ile kerametin caiz olduğunun ispatı, neden evliyanın kerametlerinin sahabenin kerametlerinden daha fazla olduğu ve keramet ile sihrin karışıp karışmayacağı gibi meselelere değinilmektedir.

  • İsimler

Alfabetik olarak ismi belli olan zatların tanıtıldığı ve menkıbelerinin aktarıldığı bölümdür ki eserin çoğunu bu kısım teşkil etmektedir. Burada Ebû İshak İbrahim b. Ali b. Abdülaziz el-Feşelî’den (ö. 661, rahimehullah) başlayarak Ebû Yakub Yusuf b. Yakub b. Ebi’l-Hall’e (IIX.asır, rahimehullah) kadar 262 zatın terceme-i hali verilmiştir.

  • Künyeler ve Lakaplar

Burada ismi bilinmeyen, künye, nispet veya lakabı ile maruf olan zatlardan bahsedilir. İbn Hinkâs’tan (ö. 664, rahimehullah) Ebû Müslim el-Havlânî’ye (ö. 62, rahimehullah) kadar 30 zatın terceme-i hali verilmiştir.

  • İcmâl

Bu bölümde Anadolu’daki Koyun Baba, Kesikbaş Baba, Çoban Dede, Tütünsüz Baba ve diğer zatlar gibi isimleri çok meşhur, fakat kendileri hakkında fazla bilgi bulunmayan ve Yemen’de kabir ve türbe sahibi olan zatlardan bahsedilmektedir. Burada kabirlerinin yerleri de belirtilerek 11 zatın terceme-i hali verilmiştir.

  • Kabileler veya Gruplar

Burada müellifin, mensupları hakkında fazla bilgi bulamadığı 13 meşhur kabile ve cemaatten bahsedilir.

  • Hatime

Müellif, terceme-i halini verdiği bu zatları dünyada ve ahirette sevdiğini, Ahirette onlarla beraber olmak istediğini ve onlar ile tevessül ettiğini da ifade eden bir dua ile kitabını bitirir ve bitiş tarihi olarak da geride geçtiği üzere 867 tarihini zikreder.

Eserin Üslubu

Eserde en çok dikkat çeken hususlardan biri müellifin özellikle kabile isimlerinde veya lakaplarda zabıt vermeye özen göstermesi ve neredeyse zaptında hata edilmesi mümkün olan her kelimenin zaptını bizzat vermiş olmasıdır. Nitekim eserin muhakkıkı Abdullah Hıbşî, müellifin zaptını verdiği veya tanıttığı kabile isimleri yahut lakaplar gibi kelimeleri bir araya getirmiş ve sayısını 218 olarak belirtmiştir. Bu, esere ciddi bir ehemmiyet katmaktadır.

Bir zatın terceme-i halini verirken benimsenen üslup şöyledir; önce tam adı, varsa mensubu olduğu meşhur aile ve ilmî tarafına vurgu yapılarak övgüler zikredilir. Terceme-i hali geçmiş veya gelecek olan yahut meşhur olan bir zat ile herhangi bir alakası var ise (örneğin hoca-talebe ilişkisi gibi) buna değinilir. Daha sonra menkıbeleri, sözleri ve kerametleri aktarılır. Son olarak vefat tarihi, yeri, kabri ve varsa vefat esnasında yaşananlar zikredilir. Tercemenin genişliği yahut kısalığı müellifin, terceme-i halini verdiği zat hakkında kullandığı kaynaklarda veya telakki ettiği haberlerde bulduğu malumata göre değişmektedir.

Son olarak eserde Sufi ile alim arasında net bir ayırım yapılmamış, bilakis tasavvufi tarafı bilinmese bile Yemenli olup meşhur olan her zat zikredilmiştir. Yine de bu zatlar arasında Sufi yoğunluğu olduğu görülmektedir. Nitekim müellif bunu mukaddimede şöyle ifade eder:

“Bilesin ki ilim ve tedris gibi velayete münafi olmayan işlerle meşgul olmuş alimlere de bu kitapta yer verdim… Nitekim Cüneyd-i Bağdadi, İmam Kuşeyrî ve Sühreverdî gibi büyüklerin çoğu bu işlerle meşgul olmuştur. Allah’a giden yollar, mahlukatın nefesleri adedincedir. Belki sadık niyet ve ihlas ile Müslümanların faydası için yapılmışsa bu işler, mücerret ibadetten daha hayırlıdır. Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Alimin uykusu cahilin ibadetinden daha hayırlıdır.”

Ben bu kitapta sadece Sufi alimleri yazmayı kastetmedim. Zira velayet tabiri, sadece onları kapsamamaktadır. Allah’ın fazlı belli bir hale veya heyete mahsus değildir. İlerde terceme-i halleri gelecek olan İbrahim el-Feşelî, Ahmed b. Musa b. Acîl, Ebu Bekir el-Haddâd ve İsmail el-Hadramî (rahimehumullah) gibi birçok Yemenli alim, zaten sâlih, zahit ve veli insanlardır. Azıcık bir aklı ve bilgisi olan ilim ile tasavvuf arasında çelişki olmadığını bilir. Zira ilimsiz tasavvuf, amelsiz ilim olmaz. Amel de tasavvufun özüdür. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi, Hâris el-Muhâsibî, Ebû Tâlib el-Mekkî, İmam Kuşeyrî, Sühreverdî ve Yâfi‘î gibi Sufilerin hepsi ilim ve tasnif sahibi zatlar idi. Dolayısıyla alim ve Sufi arasında fark yoktur… Bunları zikretmemin sebebi, bu kitabıma vakıf olan birinin çıkıp da “bu kitapta anlatılan zatlar Sufi değil ki” diye itiraz etmemesi içindir…”[7]

Burada şuna da değinilmelidir ki müellif, kitabı yazdığı esnada hayatta olan kimseyi eserine almayacağını ahdetmiştir. Zira henüz hayatta olan kimselerin vefat etmeden önce terceme-i hallerine yazılması gereken durumlar yaşamaları (örneğin çok kıymetli eser yazmaları yahut bir tarikata intisap etmeleri) mümkündür. Dolayısıyla vefat etmeden evvel onları tanıtmanın büyük bir eksikliğe dönüşmesi muhtemeldir. Daha sonra müellif, birçok tabakat yazarının bu konuda mütesahil davrandığı ifade etmektedir. [8]

Eserin Kaynakları

Müellif, mukaddimede istifade ettiğini söyleyerek sıraladığı kaynakların bazısı şunlardır:

  • es-Sülûk fî Tabakâti’l-Ulemâi ve’l-Mülûk, Bahâuddîn el-Cündî (ö. 732, rahimehullah)
  • Behcetü’z-Zemen fî Târîh-i Yemen, Tâceddin Abdülbaki el-Yemânî (ö. 743, rahimehullah)
  • Mirâtu’l-Cenân, el-Yâfi‘î (ö. 768, rahimehullah)
  • el-Ukûdu’l-Lü’lüiyye, Ali el-Hazrecî (ö. 812, rahimehullah)
  • Tuhfetü’z-Zemen fî Târîh-i Sâdâti’l-Yemen, Hüseyin el-Ehdel (ö. 855, rahimehullah)
  • el-Itru’l-Verdî fî Kerâmâti’ş-Şeyh İsmail el-Cebertî, Muhammed b. Ebi Bekir el-Eşkel (ö. ?, rahimehullah)

Ayrıca müellif, özellikle kendisine yakın zamanda yaşayan zatlar için şifahi olarak gelen bilgi ve haberleri de kaynak olarak kullanmıştır. Bunların dışında ismini vermediği Yemen tarihi kaynaklarından ve genel tarih kitaplarından istifade etmiş olması muhtemeldir.

Eserden Alıntılar

Yukardaki bölümleri açıklarken eserden birçok alıntı yapmış olsak da burada müellifin terceme-i hal yapmasına örnek olması babından kısa bir alıntı daha yapmak istiyoruz:

“Ebu Muhammed Kasım b. Hüseyin b. Ebi’s-Suud el-Hemedânî: Birçok fakihten fıkıh okumuş bir alimdi. Sonraları ise ibadet ve züht ona galip geldi de tasavvuf yoluna meyletti. Geride zikri geçen Ömer el-Kudsî’nin (rahimehullah) sohbetlerinden faydalandı. Şeyh Ömer onun bu işte kâmil ve ehil olduğunu anlayınca onu şeyh yaptı (hilafet verdi) ve zamanında ilim, salah, züht ve vera‘da parmakla gösterilen kişi oldu. Güzel ahlaklı, misafirperver ve çok hac yapmış ibadet düşkünü bir zat idi. 713 senesinde vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin!”[9]

“Ebu Abdillah Abdurrahman b. İbrahim b. Abdurrahman b. Muhammed Sâhibu’l-Lefec: Fakih, alim, amil ve salih bir zat idi. Çok oruç tutar, çok namaz kılardı. Tıpkı babası ve dedesi gibi yemek ikram etmekle meşhurdu. Genelde evinde olurdu ve namazları ashabından birkaç kişi ile cemaat yaparak kılardı… Keramet sahibi idi. Rivayet edilir ki o, birkaç gün önceden öleceği geceyi haber vermiş ve tam dediği gün yani 825 senesinde Şaban Ayının on beşinci gecesi vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin!”[10]

Eserin Yazma ve Baskıları

Eserin Türkiye’de ve yurtdışında birçok yazma nüshası mevcuttur.[11]

Eser iki defa basılmıştır. Biri 1321/1903 senesinde Mısırda el-Matbaatü’l-Meymeniyye’den basılan taş baskı, diğeri ise 1986 senesinde Abdullah Muhammed el-Hıbşî’nin tahkiki ile Beyrut’ta basılan ed-Dâru’l-Yemeniyye baskısıdır.

Sonuç

Sonuç olarak muhtelif tarih kitaplarındaki Yemene dair bilgileri tasavvuf ekseninde bir araya getiren eser, Yemenli Sufi ve alimler hakkında araştırma yapanlar için ilk müracaat kaynaklarındandır.

Ayderûsiyye tarikatının kurucusu Ebu Bekir b. Abdillah el-Ayderûs (rahimehullah) Zebîd’e geldiğinde bu eseri, müellifinden ödünç istemiş ve alıp mütalaa ettiğinde manzum bir takriz yazmıştır.[12]

Allah’ın rahmeti müellif Ahmed ez-Zebîdî üzerine olsun!


[1]  Bkz. es-Sehâvî, ed-Dav’u’l-Lâmi‘, Menşûrâtu Dâri Mektebeti’l-Hayât, Beyrut, I/214, Kâtib Çelebi, Süllemü’l-Vusûl, Thk. Muhammed Abdülkadir el-Arnâût, İstanbul, 2010, I/123.

[2]  Bkz. ez-Zebîdî, Tabakâtu’l-Havâs, Thk. Abdullah Muhammed el-Hıbşî, ed-Dâru’l-Yemeniyye, Beyrut, 1986, s. 41.

[3]  Bkz. es-Sehâvî, a.g.e, I/214.

[4]  Bkz. Buhârî, Sahih, No: 4388, Müslim, Sahîh, No: 82.

[5]  Bkz. ez-Zebîdî, a.g.e, s. 35-36.

[6]  Bkz. a.e, s. 423.

[7]  Bkz. a.e, s. 40, 41.

[8]  Bkz. a.e, s. 40.

[9]  Bkz. a.e, s. 261.

[10]  Bkz. a.e, s. 171.

[11] Mesela bkz. Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Arabi, Nr. 2402, vr. 1-214, Atıf Efendi Eki, nr. 1830, vr. 1-169.

[12]  Bkz. el-Ayderûs, Divan, Dâru’l-Hâvî, 2011, Beyrut, Baskı: 1, s. 174.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu