Makaleler

Tasavvufî Açıdan Kalp

Giriş

Kur’an-ı Kerim’de 130 civarı yerde tekil ve çoğul (kulûb) halde geçen kalp, Arap dilinde “bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek” anlamını taşır.

Türkçedeki kalb etmek (bir halden başka bir hale getirmek), inkilab (bir halden başka bir hale geçiş veya geçirme) bu köktendir.

Bir isim olarak kalb, geçtiği her ayet-i celilede Türkçemizdeki “gönül” anlamındadır. Bu anlamda Kur’an, “fuad” kelimesini de tekil ve çoğul (ef’ide) şeklinde 20’ye yakın yerde kullanır.

Arap dilcilerine göre kalb, insanın gönlüne ad olması, gönlün çok süratle değişme ve halden hale geçmeye yatkın bir yapıya sahip bulunmasındandır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz bile (sallallahu aleyhi ve sellem) Cenab-ı Hakk’ı “Mukallibü’l-Kulûb” (kalpleri halden hale sokan) diye anarak kalbin hem manevi hem de maddi yapısına dikkat çekmektedir.

Kalbin Manevi Boyutu

Kur’an-ı Kerim kalbi, insanın gerçek benliği, ölümsüz hakikati, fark ediş, eriş ve seziş kudreti olarak tanıtır. Çünkü gerçeği görmeyi engelleyen körlük, kafa gözlerinin körlüğü değil, kalplerin körlüğüdür. (Hac, 46)

Kur’an-ı Kerim’i gerektiği gibi anlamak için kalbin kilitli olmaması gerekir.  (Muhammed, 22) Bu noktada Rasul-i Ekrem Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) 3 sözüne kulak vermek gerekir:

  1. Kalp, Allah’ın evidir. (Beytullah)
  2. Müminin kalbi Allah’ın arşıdır.
  3. Cenab-ı Hakk buyurmuştur ki: Beni yerlerim ve göklerim içine alamamıştır. Ama ben mümin kulumun kalbine sığmışımdır.

Kur’an-ı Kerim’in ruhunu en uygun biçimde anladığını kabul ettiğimiz tasavvuf, bu kalp-arş ilişkisi üzerinde titizlikle durmuştur.

Arş-Kalp İlişkisinin Mahiyeti

Arş: İnsan-ı Kâmil eserinin müellifi Abdülkerim Cîlî şöyle diyor: Arş, ilahi kudretin zuhur ettiği yer, tecelli mekânı, zat-ı ilahinin hususiyeti manalarına gelir. Arşa külli cisim, külli nefs dendiği de olmuştur. Genel manada arş, manevi ve cisim şeklinde olan bütün varlıkları kuşatan bir felektir. Arş, alemin kütlesi, bütün parçaları toplayan bedenidir.

Bir de Arş-ı Azam (en büyük arş) vardır ki, onunla da zat-ı ilahiye ait olan hakikatlerle, ruhani durumlar anlaşılır.

Arş-ı Azam ile sûfiler, insanın kalbini kastederler.

Kalp: İmam-ı Rabbani’nin şu veciz beyanına kulak verelim: “İnsan, nüsha-i camia yani her şeyi bünyesinde toplayan bir varlıktır. Varlıkta parça parça bulunan her şey insanda toplanmıştır. “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı” hadis-i şerifinin manası da budur. Bu toplayıcısı vasıf insanın kalbindedir. Bu gerçeğe işaret için bazı büyükler “Arş ve içindekileri insan kalbine koysanız kalbin bir köşesini bile doldurmaz” demişlerdir. Çünkü kalp, bütün her şeyi, Arş’ı, Kürsü’yü, aklı, mekanı hatta imkan dahilide olan her şeyi kuşatmıştır.”

et-Tüsterî şöyle söyler: “Kalp ve sîne, Arş ve Kürsi’nin bizdeki karşılıklarıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Göklerim ve yerlerim beni içine alamadı da mümin kulumun kalbi aldı.

Zâhiri (Sembolik) ve Hakiki Hac

Sûfî yaklaşım yeni bir anlayış ortaya koymuştur: Beytullah çevresinde yapılan hac ile gerçek Beytullah olan insan kalbi çevresinde yapılan hac…

Sûfîler bunların birisine zahiri-sembolik hac, ikincisine de hakiki hac derler.

Birçok büyük sûfî “hacc-ı hakiki” kavramından söz etmişlerdir. Bunlara göre zahirdeki Kâbe taştan yapılmış bir binadır. Gerçek Kâbe insanın kalbidir.

Mevlâna şöyle diyor: “Mekke’deki Kâbe, Azer oğlu Halil’in yaptığı bir binadır. Gerçek Kâbe olan insan kalbi ise Allah’ın binası ve nazargâhıdır.”  Hal böyle olunca, gerçek hac da insan kalbinin çevresindeki tavafla elde edilir.

Kalp Hastalıkları

Kalbin, görevini layıkıyla yapabilmesi için neler lazımdır? Kur’an-ı Kerim bu sorunun cevabında kalbin hastalıkları kavramını ortaya koyar. Bu konunun genel adı “maraz”dır. (Bakara, 10; Maide, 52; Enfal, 49; Tevbe, 125; Hac, 53; Nur, 50)

İşte kalbin marazından bahseden ayetlerin bunu, daima “nifak” yani içi-dışı farklı olmak illetiyle irtibatlı göstermeleridir.

Kalbi perişan eden hastalıkların başında samimiyetsizlik ve riyakarlık gelir. Münafıklığın en tipik özelliği kalp hastalığıdır. (Bakara, 10)

Kalp illetinin diğer belirtileri arasında doymazlık, hırs, rics (pislik, iğrençlik, derbederlik, sefihlik) şeytan fitnesine yataklık dikkat çeker. (Tevbe, 125; Hac, 53)

Kalp marazı (hastalığı) kalp kararması (kasvet) getirir. Kur’an-ı Kerim bu kalp kasvetinden çokça bahseder. Ayrıca onu, insanın sonsuzluğa, güzele, iyiye kısaca Allah’a giden yolunu tıkayan bir bela olarak gösterir ve şöyle der: “Yazıklar olsun kalbi kasvetle dolmuş olanlara” (Zümer, 22)

Kalbin hastalıklarından biri de zeyg (denge noktasından sapma, kaosa maruz kalma) olarak veriliyor. (Âlî İmrân, 7; Tevbe, 117; Saff, 5)

Kalbin hastalıkları arasında lehv de (aldanıp oyalanma, boş ve anlamsız arzulara saplanma) vardır. Kur’an-ı Kerim, insanın doğal hastalıklarından biri olan lehvi, gafletle paralel bir bozukluk olarak gösterir. (Enbiya, 1-3)

Kalbin Paslanması ve Körlenmesi

İnsanın kalbini tahrip eden tutum ve davranışları giderek kalbi paslatır. Kalbin paslanması, manevi makamlarla açılabilecek pencerelerin bitme noktasına yaklaşması demektir. Bu duruma gelen insan, Yaratıcı ile arasına tam bir perde çekmiş olur. (Mutaffiffîn, 13-15)

Hastalanan ve paslanan kalp, nihayet körleşir ve insan için esas körlük budur. (Hac, 46) Kalbin körlenmesi, kalp gözünün yani basiretin kör olmasıdır ki insanın varlık, oluş ve kendi nefsini frenleme hususiyetini engeller. Böyle olunca da kalp körlüğü insan ve kainatın sırlarını çözmeye götüren bütün ilimleri dumura uğratır ve bütün girişimleri boşa çıkarır.

Kalp körlüğünü kalbin damgalanması, kilitlenmesi, perdelenmesi ve mühürlenmesi izler. Bu son aşama insanın sonsuza ve Allah’a ulaşmaya tüm kapılarını kapamasıdır. Bu aşamadan sonra rıza kazanmaya dönüş yoktur. Dünya planındaki imtihanının kesin kaybıdır bu…

Kur’an’da bu son aşamayı ifade için kalbin tab‘ edilmesi, (Araf, 101; Tevbe, 87, 93; Yunus, 74) hatmedilmesi (Bakara, 7; Casiye, 23; En‘am, 46), kalbe kilit vurulması (Nisa, 55; Muhammed, 24) ve kalbe perde çekilmesi (En‘am, 2; Kehf, 57) ifadeleri kullanılmaktadır.

Kalbin mühürlenmesi, boş arzuları ilah edinme, Allah’ın nimetlerine nankörlük, azgınlık, zulüm, cahillik gibi sebeplerden olmaktadır. Kalbi mühürlenenler artık insan gibi ne görebilir ne duyabilir ne anlayabilir ne de yaşayabilirler.

Selim ve Münîb Kalp

1. Selim Kalp

Hastalık ve bozukluklardan halas olmuş bir kalp, Kur’an-ı Kerim dili ile selim kalptir. (Şuara, 89; Saffat, 84)

Yaratıcı Kudret’in insanoğlundan son hesap gününde istediği tek şey, O’nun huzuruna selim bir kalple gelmiş olmasıdır. Demek oluyor ki selim kalp, varlığın gücü ve gaye noktasıdır. Selim kalp dışında kalan her şey, mal ve evlat arasında vasıta sayılmış, selim kalp gaye olarak hedeflenmiştir. Selim kalbin olmadığı bedende din sadece kuru bir iddia ve aldanıştır.

2. Münib Kalp

Allah’a teslim olmuş kalbi Kur’an-ı Kerim “münib” diye de anmaktadır. O da “yönelen, bağlanan” anlamını taşır. Münib kalp, Rahman olan Allah’tan manevi yolla güç alan ve Rahman için ürperen bir kalptir. (Kâf, 33)

Münib kalp ile selim kalp arasında bağlantı açıktır. Nitekim münib kalpten bahseden ayet-i celile bu kalbin sonsuzluğa geçişinin selam ile olacağını ifade eder.

Selim veya münib kalbe ulaşmanın yolları veya kademeleri de Kur’an’da gösterilmiştir. Her şeyden önce kalpler takva için imtihan edilir. (Hucurat, 3) Hayat bu anlamda imtihanların artarda sıralandığı bir geçittir.

Allah Teala’yı zikir, yani şuurlu anma kalbi titretir, yumuşatır. Daha sonra da onu itminan yani sükûnet ile ferah ve huzurla doldurur. Kur’an’a göre kalplerin itminanı yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla mümkündür.

Mütekebbir ve Müstekbir Kalpler

Kalp marazları kalbi katılaştırarak onu Allah’tan koparır. Kur’an-ı Kerim burada istikbar kavramına dikkat çekiyor. Kısaca “kibre saplanma” olarak tanımlanan istikbar, insanın kalbini mahvederek onun Allah rızası ile bağlantısını kesen bir beladır.

Kur’an-ı Kerim mühürlenmiş kalplerin mütekebbir, müstekbir kalpler olduğunu beyan eder. (Nahl, 22)

Bir ayet-i celilede Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “Allah, bütün kibir esiri ve cebbar kalpleri mühürler.” (Mümin, 35) Burada mütekebbir sıfatına, cebbar sıfatının da eklenmesi çok manidardır. Cebbar, şiddetle, zora, dehşet ve baskıya başvuran demektir.

Mühürlenmiş marazlı kalplerin bir mana çevresinde birleşmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar, birliğin en emin yolunu Allah’ın birliğini kabullenmeyerek anarşiye düşmüşlerdir. Artık birleşemezler. Onların birlik ve beraberlikleri ancak bedensel ve maddesel olabilir:

Sen onları toplu, birlik ve beraberlik içinde sanırsın. Oysaki onların kalpleri parça parçadır.” (Haşr, 14)

Özet olarak Allah ve Peygamber sevgisiyle dolu bir gönülde yükselen ses, insanoğluna en doğruyu gösterebilir. Hazreti Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir kalbe güveni büyüktür. Şöyle buyuruyor: “Müftüler ne kadar fetva verseler desen fetvayı kalbinden iste” ve “Müminin gönül gözünden sakının. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/194)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu