Fikriyat

İslam, Ezilmiş İnsanların Omzunda Yükselir

İslam, ilk tebliğ edilmeye başladığı zaman kendisine daima küfrün elebaşları karşı çıkmışlar ve hiçbir zaman İslam’ı kabul etmeye yanaşmamışlardır. Öte yandan manen ölmemiş ve şirkin ezmeye çalıştığı ruhlar İslam’a kucak açmış, nurdan yürüyerek şirkin elebaşları ile mücadeleye girmişlerdir. İşte İslam, bu ezilmiş insanların omuzlarında yükselmiştir.

Şayet bu küfür elebaşları İslam’a ısınırlarsa bir zamanlar hayvanlar gibi istedikleri biçimde kullandıkları ezilmiş insanlarla aynı hizaya, hatta belki de imanları ve takvaları ölçüsünde onlardan daha da aşağı mertebelere ineceklerdi. Çevrelerinde pervane gibi dönen hizmetçiler, gözlerinin içine bakan güzel kadınlar, bin bir çeşit yemekler ve istedikleri her türlü eğlenceler yok olup gidecekti.

Bir zamanlar kendilerine ibadet eden kullarının kendi üzerlerinde yönetici olduklarını görecekler; bu ise ilahlaşan zalimlerin katlanabileceği bir durum olmayacaktı.

İnsanları kul edinmeyi alışmış olan firavunlar, hor gördükleri resullerin imamlığını ve liderliğini kabul edemezlerdi. Resuller onların gözünde zavallı, güçsüz ve aciz insanlardı. Kendileri gibi güce, koltuğa, mala, kadına, üne ve servete sahip değillerdi. Firavun, Hazret-i Musa (aleyhisselam) için kavmine dönüp şöyle diyordu: “Yoksa ben sözü ifade edemeyecek kadar zavallı olan şundan hayırlı değil miyim? Bu mülk ve altından ırmaklar akan bu yer benim değil mi?” (Zuhruf, 52)

Müşrikler nâra atarak diyorlardı ki:

Neden Firavun gibi mallara, akan ırmaklara ve kullara sahip birine değil…

Neden Karun gibi hazine sahibi zengine değil…

Neden Nemrut’a değil…

Evet neden kavimleri tarafından saygı gösterilen zengin, güçlü, akıllı (!) insanlara değil de…

Bir çobana, garibana, malı mülkü olmayan bir zavallıya gelir kitap…

Neden Mugîre oğlu Velid veya Sakîf kabilesinin reisine değil de Abdullah oğlu Muhammed gibi doğruluğundan başka serveti olmayan yetim birine verilir risalet…?

Allah bula bula, kavimleri yanında doğruluktan başka değeri olmayan Musa’yı, İbrahim’i, İsa’yı, Muhammed’i mi (aleyhissalatu vesselam) buldu kitap verecek!

Tevhid, Şirkin Elebaşlarına Nasıl Bakar?

Şirkin elebaşları iman edecek diye…

Şirkin elebaşları İslam’ı referans gösterip makam kapacak diye…

Şirkin elebaşları dünyadaki üstünlüklerini İslam’la sürdürecekler diye…

Hiçbir resul, şirkin elebaşlarının hor gördüğü müminleri etrafından uzaklaştırmaz.  Şirkin elebaşları memnun olsun diye onlar hakkında aşağılayıcı sözler söylemez.

O Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar insan bile olmadıklarını, hayvanlardan daha aşağıda yaşadıklarını, hiçbir değerlerinin olmadığını, o hor gördükleri müminlerden öğreneceklerdir. Hem dünyada hem de ahirette.

Resuller, müminler için bir anne-baba hatta bunlardan da ötedirler. Daha büyük bir şefkatle müminlere bakarlar.

Cenab-ı Hakk, Hazret-i Resul efendimize, müşrik ileri gelenleri iman etmiyor diye üzülmemesini tembih etmektedir. Onlar iman etmeseler de önemli değildir. Onlar yakında her şeyi göreceklerdir. Resul’e düşen tebliğ etme ve iman edenleri korumak, gözetmek ve kollamaktır.

Müşrik, Akıl ve Güce Güvenir

Müşrikler ancak güçlerine ve akıllarına güvenirler. O kadar mala sahipken, dünyaları yerinden oynatacak güce malikken, kimsede olmayan akıl ve bilgi kendilerinde varken resulün geleceğini söylediği azabın ne etkisi olabilirdi ki!

Kendi güçlerinin üzerinde bir güç mü var da azap etsin. Varsa bile bu azap, kendilerine nasıl ulaşacaktı?

Suların yeryüzünü kapladığı ve kurtulabilmek için tek bir geminin bulunduğu zamanda bile aklına güvenen müşrik “şu dağa sığınır ve kurtulurum” diyerek gemiye binmeyi reddeder. “Bilgimden dolayı bana verilen bahçe yok olmaz. Olsa da bana daha iyisi verilir” diyerek Allah Teala’nın gücünü ve bilgisini tanımak istemez.

“Evlat ve mal bakımından daha çoğuz, biz azap görmeyiz” diyerek tek bir Allah’a iman etmeye yanaşmaz. Gücüne, çokluğuna, servetine ve aklına güvenir. Böylece “nefislerinde büyüklenirler” ve “inkarlarında direnirler.” (Hûd, 23; Kehf, 35; Kasas, 78; Sebe, 35)

Müşrikler ve Ahlak

Müşrikler genellikle ahlaksız kişilerdir. Haksız kazanca ve diledikleri gibi harcamaya alışıktırlar.

Ebu Leheb hırsızdı. Kabe’nin altınlarını çalmıştı.

Mekke dışından biri Hz. Resul Efendimizin davetini duyup gelmiş, yolda Ebu Cehil’e rastlamıştı. Ebu Cehil kendisine:

“Muhammed zinayı yasaklıyor” deyince “ben onu çoktan bıraktım” karşılığını almış. “İçkiyi de yasaklıyor” deyince “bak buna dayanamam. Bir yıl daha içip geleyim, sonra iman ederim” deyip gitmiş. Ama iman edemeden ölüp gitmiştir.

Terk edemiyordu müşrikler ahlaksızlıklarını. İçkiden, kumardan, zinadan, haram yemekten, yetime ve yoksula zulmetmekten, eğlenceden vazgeçemiyorlardı.

Orantısız Güç

Âdem Aleyhisselam’dan itibaren insanlar için konulmuş iki yoldan zor olanını tercih edenler, çok çeşitli ve yönlü ateşten gömleklerle imtihan edilmişlerdir. Çünkü gücün, servetin ve servetin çokluğu karşısında peşinen azlığı, zayıflığı, yokluğu ve yoksulluğu seçmişlerdir.

İman, basit bir olay ve basit bir kalbî tasdikten ibaret değildir. İman, yaşanan ve sahibine ağır sorumluluklar yükleyen bir söz veriş, bir bağlanış, bir vaattir.

Cenab-ı Hakk, İslamî düzeni insanın gerçekleştirmesini istemiştir. Ama insanların çoğu bu emaneti çok kez kötü yollarda kullanmıştır. Allah Teala’nın değil, İblis’in emrine girmişlerdir. Bunun için çoğunlukla İslam yerine şirk, sulh yerine fesat hâkim olagelmiştir.

İslam ile şirkin kavgası tarih boyunca hiç bitmemiştir. Nefislerini ilahlaştıran insanlar, kendileri gibi olan zayıf ama tevhid ehli olanları, kulları haline getirmeye çalışmışlardır.

Ancak, Tevhid karşısında tutunamayan bu müşrik kafalar, onu yenmek ve yayılmasını önlemek için akla gelmedik işkence ve zulüm yollarına başvurmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir.

Çarmıha gerilmek istenen İsa Aleyhisselam, öldürülen Zekeriyya ve Yahya Aleyhimesselam ilk akla gelen örneklerdir. Yusuf Aleyhisselam zindana atılmış, İbrahim Aleyhisselam ateşte yakılmak istenmiş, pek çok Resûl de doğup büyüdüğü yurtlarından ayrılmak zorunda kalmışlardır.

Son Rasûl olan Efendimize yapılan işkencelerden bazılarını zikrederken orantısız gücü daha iyi anlamış oluruz. Amcası Ebu Leheb ve Ukbe b. Ebû Muayt insan ve hayvan pisliklerini getirip Rasul-ü Ekrem Efendimizin kapısının önüne atarlardı. Amcası bununla da kalmaz onu taşlar ve komşularına da taşlatırdı. Karısı olan Ümmü Cemile, son peygambere kötülük etmek için elinden geleni yapardı. Bunlar zulümlerini o dereceye vardırdılar ki haklarında “Tebbet Sûresi” nâzil oldu. Ukbe b. Ebu Muayt bir deve işkembesini getirip, Resül Efendimiz secdede iken iki kürek kemiği arasına koydu.

Lakin

Bir ekin gibi filizlerini çıkardı İslam Mekke’de…

Yavaş yavaş boy attı…

Medine’de güçlendi…

Kalınlaştı kök saldı…

Gövdesi üzerinde yükseldi…

İşte Bilal, Kabe’nin damında İslam’ı ilan ederken…

O’nu ekenler, sulayıp büyütenler seviniyor…

Kafirler ise öfkelerinden kuduruyorlardı…

Binlerce selam Tevhid’in mücahidlerine olsun.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu