FıkıhMakaleler

Yorumcunun Muhatap Olmasına Göre Nassların Mahiyeti 3/5

Müteşabih Nasslara Yaklaşım Şekilleri

Müteşabih Nasslara Yaklaşım Şekilleri

Müteşabih ayetlere karşı Müslümanlar arasında en temelde üç farklı tutum vardır. Bunlar tefviz, te’vil ve lafzın zahiri/dış anlamını benimsemektir. Bu üç usûlü kurallarını ve sınırlarını tam kavramadan genel bir şekilde tarif edersek deriz ki, tefviz “yorum yapmamak”, te’vil “yorum yapmak”, zahiri/dış anlamını kullanmak ise lafzın, kullanımdaki ilk manasını ifade ettiğini savunmaktır.

Müteşabih ayetlerin, zahiri anlamlarını benimsemekte ileri gitmek Kerrâmiyye ve Mücessime gibi aşırı bir ucu doğururken, te’vilde ileri gitmek de Batınîlik gibi diğer bir aşırı ucu doğurmaktadır.

Te’vile ihtiyaç bırakmayan ayetleri te’vil etmek, murad-ı ilahiyi tahrif etmek olacağı gibi; te’vil yapılması gereken yerlerde de te’vil yapmamak, hikmet-i ilahinin önüne sed çekip, bu güzel manalardan mahrum kalmak anlamına gelecektir.

İmam Gazzali ve Akıl-Nakil Dengesi

İmam Gazzali (ö. 505), Kânûnu’t-te’vil’inde müteşabih ayetler hususundaki farklı tutumları akıl-nakil dengesi olarak sunmaktadır. Onun akılcılar diye takdim ettikleri, her nakli akıllarına göre te’vil edenler; nakilciler diye takdim ettikleri ise, naklin manasında kapalılık bulunduğunda dahi te’vile/yoruma yeltenmeyip zahiri anlamda aşırıya gidenlerdir.[1] İmam Gazzali, akıl-nakil dengesindekİ tutumlarıyla farklılaşan sınıfları beşe ayırmaktadır:

Mutlak Nakilciler

Bu sınıf, bakışlarını sadece naklolunan ile sınırlayanlardır. Bunlar, anlam duraklarının ilkinde dururlar ve işittikleri şeyden akıllarına ilk gelen ile kanaat edip yetinirler. Nakil ile gelen şeyleri doğrularlar, onlara, naklolunan şeyin zahir anlamında çelişki olduğu söylendiğinde ve naklolunan şeyde te’vil yapmaları teklif edildiğinde te’vilden sakınırlar ve “Allah, her şeye kadirdir” derler.

Mesela onlara “bir adam, şeytanı aynı anda iki farklı yerde ve farklı suretlerde görmüş. Buna ne dersin?” diye sorulsa onlar, “bu Allah’ın kudretinin yanında hiç de acayip değildir, Allah her şeye kadirdir” derler ve “Allah’ın kudreti, tek bir şahsın aynı anda iki mekanda olmasına tealluk eder” demekte hiçbir sakınca görmezler.[2]

Mutlak Akılcılar

Bu sınıf, bir önceki mutlak nakilcilerin tam karşısında konumlanmıştır. Bunlar da bakışlarını sadece ma’kul/akli olanla sınırlayanlardır. Naklolunan ile ilgilenmez ve onu dikkate almazlar. Şeraitta kendi görüşlerine muvafık bir şey işittikleri zaman onu kabul ederler. Fakat akıllarına ters bir şey işittikleri zaman, bu haberin ilahi maksadın özünü ifade etmediğini, peygamberlerin ilahi mesajı avam seviyesine inmeleri gerektiği için tasvir ettiğini ve çoğunlukla bu maslahat gereği bildiklerinin hilafına konuştuklarını söylerler.

Akıllarıyla çelişen her nakli buraya hamlederler. Bunlar akılcılıkta o kadar aşırıya gittiler ki bu sebeple küfre düştüler. Çünkü maslahat iddiasıyla peygamberleri yalancılıkla itham ettiler. İslam ümmeti arasında ise, peygamberler hakkında yalancılığı caiz görmenin cezasının boynun vurulması olduğu hususunda hiçbir ihtilaf yoktur.

Birinci sınıftakiler, selamette kalmak ümidi ile müteşabih naslar hakkında araştırma ve te’vil yapmadılar ve cehalet sahasına inerek, bununla da mutlu oldular. İşte bu sınıfın hali selamete akılcılarınkinden daha yakındır. Çünkü nakilcilerin sıkıntılı noktalarda söylediği, “Allah her şeye kadirdir. Biz ise Allah’ın işlerinin acayipliğindeki hikmeti anlayamayız” sözü idi.

Akılcıların söylediği ise, “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), söylediği şeyleri bazı maslahatlar gereği kendi bilgisinin hilafına söylemiştir” sözü idi. Bu iki söz arasında hangisinin selamete, hangisinin de dalalete daha yakın olduğu çok da gizli değildir.[3]

Akliyatı Asıl Kabul Edenler

Bu sınıftakiler, aklı ve nakli birleştirmek istediler fakat aklı asıl, nakli ise fer‘ yaptılar. Akliyat hakkında uzun uzadıya tartışmışlarsa da ma’kulata çok ihtimam göstermediler. Zahiri mütearız haberler onlara göre cem edilmezdi. Onlar, akla muhalif haberleri te’vil eder, böylece işkallerle uğraşmak zorunda kalmazlardı. Te’vili kolay hadisler veya Kur’an gibi mütevatir gördükleri haberler dışında, zahiri akla muhalif olan haberleri inkar edip ravilerini yalancılıkla itham ettiler. Onlar te’vili zor hadisler gördükleri zaman uzak te’villerden sakınmak için bu hadisleri inkar ettiler. Çünkü onlara göre bir hadisi kabul etmemek, o hadis hakkında uzak te’viller yapmaktan daha evlâ idi. Bunların hatasının, dinin bize kendisi ile ulaştığı sika ravilerin naklettiği sahih hadisleri inkar etmek olduğu ise gizli değildir.[4]

Nakliyatı Asıl Kabul Edenler

Bu sınıftakiler de bir önceki sınıftakiler gibi aklı ve nakli birleştirmek isteyenlerdir. Fakat bunlar da onların tam tersi olarak nakli esas kabul etmişlerdir. Bunların da menkul hakkındaki tartışmaları uzundur. Bunlara göre haberlerin zahirleri çoğunlukla cem edilebilir niteliktedir. Bunlar, ma’kulattan uzak durup akli meselelere çok dalmadılar.

Nakil ile akıl arasında çok açık bazı aykırılıklar görecek olsalar bile akliyatla meşguliyetleri olmadığından, bunlardaki akli muhalleri seçemezler. Çünkü muhallerin bazısı, içinde bir çok uzun mukaddime barındıran ince ve uzun bir nazarla idrak edilebilir. Ayrıca bunlar, muhal olduğunu idrak edemedikleri şeyler hususunda mümkün diye hüküm verdiler fakat bu hususta şu üç kısmı bilemediler:

Birincisi, muhal olduğu delil ile bilinen kısım, ikincisi mümkün olduğu delil ile bilinen kısım, üçüncüsü ise ne muhalliği ne de mümkünlüğü bilinemeyen kısımdır.

İşte bu üçüncü kısım, muhal olduğunu idrak edemedikleri için adetleri üzere mümkün diye hükmettikleri kısımdır. Bu tıpkı mümkün olduğunu keşfedemediği bir şeye muhal diyen kişinin durumu gibi hatalı bir durumdur.

Bu üçüncü kısmın mümkünlüğü ve muhalliğinin bilinememesinin sebebi, ya bu şeyin idrak edilmesi insanın akıl kuvvetinin ötesinde olduğu için umumi bir kusurdan dolayıdır; ya da bu şey hakkında düşünen kişinin eksikliği veya farkına varamamasından kaynaklanan hususi bir kusurdur.

Birinci misal; umumi kusur: Görme hissinin, yıldızların sayısının tek mi, çift mi olduğunu idrak edememesi veya uzak olduğundan dolayı yıldızların gerçek boyutunu idrak edememesi gibidir. İşte görme hususundaki bu eksiklik ferdi veya arızi bir eksiklik değil, bizzat insanın mahiyetinin o işe imkan verip vermemesi ile ilgilidir ve insan olan bütün fertleri kapsamaktadır. Mümkünlüğü ve muhalliği bilinemeyen şeylerin de bilinememesinin sebebi, o şeyin bu misalde olduğu gibi insanın idrak gücünün çok ötesinde olmasıdır.

İkinci misal; hususi kusur: Ayın menzillerini bazı insanlar idrak ederken, diğer bazı insanların idrak edememesindeki kusur gibidir. Buradaki kusur, gök ilmine dair bilgisizliktir ve insanın mahiyetinden kaynaklanan bir kusur olmadığı için ferdi bir kusurdur. İşte mümkün ve muhalliği gizli olan şeylerin ne olduğunu idrak etmenin önünde, bu iki misalde olduğu gibi farklı kusurlar bulunmaktadır.

Nakli asıl kabul eden bu sınıftakilerin, ma’kulatla çok iştigalleri olmadığı için onlara göre muhal olan şeyler çok fazla değildir. Allah hakkında cihet ispatının muhal olduğunu bilmeyenler فوق ve استواء (fevk ve istiva) gibi cihet ve mekan ifade eden kelimeleri te’vile ihtiyaç duymadılar.[5]

Orta Yolu Tutanlar

Bunlar, akıl ve naklin tearuz ettiğini inkar ettikleri için, akıl ve nakli asıl kabul edip cem edenlerdir. “Kim aklı yalanlarsa, şeriatı yalanlamıştır” derler, Çünkü onlara göre şeriat akıl ile bilinir. Onlara göre, şayet aklın delillerine güvenemeyecek olsaydık gerçek peygamber ile yalancı peygamberin, doğru sözlü ile yalancının arasını ayıramazdık. Dolayısıyla şeriat akıl ile sabit olmuşken, aklın şeriatı yalanlaması düşünülemez.

Fakat bu fırkanın tuttuğu yol bazı noktalarda kolay olsa da genel olarak oldukça zordur. Ancak ilimle çok iştigal etmiş ve derinleşmiş kişiler akıl ve nakli birleştirmeye ve te’vil gereken yerlerde yakın te’vil yapabilmeye güç yetirebilirler.[6]

İmam Gazzali, yaptığı bu taksim ile akıl-nakil dengesi hususunda varolması mümkün olan bütün sınıfları saymıştır. O, kimlerin bu sınıflardan hangisine dahil olduğunu ise eserinde belirtmemektedir. Fakat İslam tarihine bakıldığında bu tutumları kimlerin temsil ettiğini belirlemek zor değildir. Biz bu tutumun temsilcilerini Gazzali’nin yaptığından daha farklı bir tertiple şöyle sıralayabiliriz:

  • Mutlak Akılcılar: Filozoflar
  • Aklı Asıl Kabul Edenler: Mu’tezile
  • Orta Yolu Tutanlar: Ehl-i Sünnet (Mâturîdiyye, Eş’ariyye, Ehl-i hadis)
  • Nakli Asıl Kabul Edenler: Mücessime/Haşeviyye
  • Mutlak Nakilciler: Zahiriler

Bazılarına göre, bu sınıflandırmaya “hevalarını asıl kabul edenler” veya “hevalarına tabi olanlar” diye de bir kısım eklemek gerekmektedir. Çünkü yukarıdaki tasnifte ehl-i sünnet dışı mezhepler, her ne kadar batıl yolda olsalar da samimiyetten mutlak anlamda nasiplenmemiş değillerdir.

Fakat Batınilik ve Gulat-ı Şia gibi İslam dışı aşırı sapkın görüşlerin temsilcilerini, yukarıdaki sınıflardan birine sokmak, onların gittiği görüşlerin temel saiklerini ıskalamak anlamına gelecektir. Dolayısıyla bu taksime altıncı bir sınıf ekleyip İslam kaynaklı olup da İslam dışına çıkmış aşırı mezhepleri bu sınıfa sokmak gerekir.

Aslında bu noktada akılcılık-nakilcilik dengesi ile zahiri anlam-tefviz-te’vil ilişkisini incelemek gerekmektedir ki onu bir sonraki yazıya bırakıyoruz.

[1] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, Kânûnu’t-te’vîl (Mecmûatu’r-resâili’l-İmâmi’l-Gazzâlî’nin içinde), Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2012, 1. Baskı, s. 643

[2] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, Kânûnu’t-te’vîl, s. 643

[3] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, a.e, s. 643

[4] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, a.e, s. 644

[5] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, a.e, s. 644

[6] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, a.e, s. 645

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu