MakalelerTefsir

“el-Keşşâf’ı Okutmama Sebebim” Takiyyüddin es-Subkî

el-Keşşâf’ı Okutmama Sebebim

(Bu yazı İmam Takiyyüddin es-Sübki’ye ait olan “Sebebü’l-İnkifâf an İkrâi’l-Keşşâf“isimli risalenin tercümesidir. İlgili risaleyi İmam Celaleddin es-Suyûtî “Tuhfetü’l-Edîb fi Nuhat-ı Muğni’l-lebîb” isimli kitabında, Zemahşerî’nin tercümesi bölümünde zikretmiştir.)

بسم الله الرحمن الرحيم

Bizleri Peygamberi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hidayete erdiren, O’nun sebebiyle akıbetimizi güzel kılan, O’na tabi olmakla bizleri şereflendiren ve mesud eden, bizi mahlukatın birçoğundan üstün kılan ve Peygamberinin sünnetiyle bizi en doğru yola ileten Allah’a hamd olsun. Allah-u Teâlâ, Peygamberine ve ailesine bitmez tükenmez salat ve selâm etsin.

Yedi yüz iki (702 h.) senesinde el-Irâki olarak meşhur olan Şeyh Alemüddin Abdülkerim bin Ali’den Zemahşerî’nin «Keşşaf» isimli kitabının bazı yerlerini okudum.

el-Keşşaf hakkında büyük bir özen ve bilgiye sahip olan Kâdî Şemseddin Ahmed es-Serûcî huzurunda icra edilen «el-Keşşaf» okumalarına da katıldım. Sonra bu Keşşaf derslerini dinlemeye, mütalaa etmeye devam ettim. Böylece bende, daha önce kimsenin zikretmediği faideler ve eşsiz incelikleri elde etmemden ötürü Keşşaf’a dair bir tutkunluk oldu. Aynı zamanda onda bulunan Mutezile mezhebine ait olan yanlış görüşlerden sakınmaya ve doğru görüşlerini almaya çalışıyordum. Bununla beraber Keşşaf’ta hoşuma gitmeyen şeyler de vardı. Tıpkı (عَفَا اللَّهُ عَنْكَ) [Tevbe: 43] ayet-i kerimesi hakkındaki sözleri gibi.[1]

Bir gün Medinelilerden birisi benden “Keşşaf” nüshası istedi. Ben de ona, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında bu sözlerin yazılı olduğu bir kitabı (Keşşaf’ı), haya etsin de Medine’ye götürmesin diye nasihatta bulundum.

Sonra bu kitap bana okunuyor, ben de ondaki faideleri izah ediyordum. Böylece Tahrim Suresi’nin tefsirine ulaştım. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in zellesi hakkında konuşmaya başladı ve bu sözlerden dolayı karnımda bir ağrı oldu.

Sonra onun Tekvir Suresi’ndeki (إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ) ayeti hakkındaki sözlerine ulaştım. Halbuki insanlar bu şerefli elçi hakkında ihtilafa düşmüş, çoğunluk Cebrail (Aleyhisselam), bazıları da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olduğunu söylemişlerdi.

Zemahşeri ise birinci görüşü zikredip onunla yetindi, ikinci görüşü zikretmedi ve şöyle devam etti:

“Cebrail’in (Aleyhisselam) makamının yüceliğine ve meleklere olan üstünlüğüne ve Cebrail’in (Aleyhisselam) makamının Allah katında insanların en üstünü olan Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) makamına nispetle ne kadar farklı olduğu hususunda şu iki ayeti mukayese yaptığında sana yeten bir delil vardır;

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ذِي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ﴾ [التكوير: 19-21])

وَمَا ‌صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ﴾ [التكوير: 22])

Hemen Keşşaf’ı elimden attım ve onu aklımdan, kalbimden çıkardım ve dedim ki: Artık Allah’ın izniyle hem Keşşaf’ı okumamaya hem de ona bakmamaya niyet ettim. Onu okutmaktan vazgeçtiğim gün yedi yüz elli dört yılının (754) Cemaziyelâhir ayının on dördü salı günü idi.

Çünkü ben, Allah’ın emrettiği şekilde Peygamberi sevip ona tazim ediyor ve Zemahşeri’nin yaptığı bu kıyaslamadan sakınıyorum.

Mu’tezile’nin de dediği gibi melekler insandan daha hayırlı olsa bile, bu adam Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) utanmıyor mu da Cebrail ile Peygamber arasındaki bu kötü kıyaslamayı bu ibarelerle zikrediyor?

Ben (es-Sübki) ise diyorum ki:

Allah’ın apaçık kitabında hiçbir şüphe yoktur. Orada şu ayetler vardır:

وَإِنْ تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا﴾ [النور: 54])

Eğer ona (Resülüme) itaat ederseniz hidayet bulursunuz.” [Nur:54]

إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي﴾ [آل عمران: 31])

Eğer Allah’ı seviyorsanız bana (Resülullah’a) tabi olun.” [Ali İmran:31]

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ﴾ [الأحزاب: 21])

Muhakkak sizin için Allah’ın Resülü’nde güzel numuneler vardır.” [Ahzab:21]

قَدْ جَاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ﴾ [النساء: 170])

Şüphesiz o Resül, rabbinizden hak ile gelmiştir.” [Nisa: 170]

Kur’an’da bunun gibi Peygambere tazimi ifade eden birçok ayet vardır.

Ben sıradan bir insanım. Bana dünya ve ahiret hayırlarından ulaşan ne varsa hepsi Peygamberimiz vasıtasıyla Allah’tan gelmiştir. Peygambere tazimi bana Allah emretmiştir.

Bununla beraber Cibril-i Emin’in çok büyük bir makamı vardır ki bizim gücümüz ve ilmimiz onun makamını idrak etmekten kâsırdır. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu bizden daha iyi bilir.

Allah bunu bilmeyi, bize mükellef kılmadığı halde böyle sıkıntılı bir meseleye niçin giriyoruz?

Kişi, meleğin beşerden yahut beşerin melekten üstün olduğunu itiraf etmiyorsa en azından edepli olması ve haddini bilerek her ikisine de gereken tazimi göstermesi lazımdır. Yine kendisini ilgilendirmeyen ve bilmekle mükellef olmadığı fuzûlî şeylerden dilini tutması ve içinden “Ben hakîr ve zelil olduğum halde bu iki büyük zatın önünde hazırım, Allah da kalplerde gizli kalan her şeyi bildiği halde dördüncümüzdür” şeklinde düşünmesi gerekir.

Allah’tan korunmayı ve selametimizi isteriz!

Ehli sünnet ulemasının cumhuru insanın meleklerden üstün olduğunu, Efendimizin de bütün mahlukatın en üstünü olduğunu söylemişler, “Tenbih” isimli kitabın sahibi de bunu belirtmiştir. Allah, mahlukatın en hayırlısı olan Efendimize salat etsin.

Mutezile’nin cumhuru da meleklerin daha üstün olduğu görüşüne gitmişlerdir. Bu mesele, Allah’ın kullarını mükellef tutmadığı bir meseledir. O kadar ki bir insanın ömrü boyunca aklına bu mesele gelmese ve o hal üzere ölse Allah ona bunu sormaz. O halde bu konuda susmak en sâlim yoldur.

Ancak Efendimizin mahlukatın en üstünü olduğuna hükmetmek gönlün aktığı yoldur. Allah’ın bizi muvaffak kıldığı deliller ile de bizim inancımız bu yöndedir.

Biz herkes böyle inansın demiyoruz. Zira herkesin bu konuda yeterli bilgisi bulunmayabilir. Lakin bunun hilafından ve kişiyi ilgilendirmeyen şeylerden dilini ve kalbini tutması gerekir. Nerde kaldı ki başka şeylere sebep olan bir takım (edepsizlik ve günahlardan) tutmasın.

Allah’tan afiyeti isteriz.

 

TERCÜME

Abdurrahman DEMİRKIRAN

[1] Allâh seni affetmiştir(; bu hususta seni suçlu bulmamıştır)! O doğru olan kimseler sana iyice belirmeden ve sen o (özürlerin de) yalancı olanları bilmeden niçin onlara (o münafıklara cihattan geri kalmaları hususunda) izin verdin? [Tevbe: 43]

Bu ayetin tefsirinde bu edepsiz adam şunları söylemiştir:

﴿عَفَا اللَّهُ عَنْكَ﴾ ifadesi; suç işlemekten kinayedir. Zira affetme, cinayetin müradifidir.

Buranın manası “Sen hata ettin, yaptığın ne kötü olmuştur” demektir.

Bu sözleriyle kâinatın efendisini kastediyor. Halbuki, ehli sünnet ulemamız şöyle söylemiştir: Allah, Rasülünü ıtab etmeden önce affettiğini açıklayarak söze başlamıştır. Oysa “niçin onlara izin verdin” ifadesi en başta gelmiş olsaydı o zaman Resulullah’ın kalbi acır, üzülürdü. Allah bile onu üzmekten sakınırken, bu herifin böyle fütursuzca konuşmasının cesareti nereden geliyor?!

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Ehli sünnet ulemasının cumhuru insanın meleklerden üstün olduğunu, Efendimizin de bütün mahlukatın en üstünü olduğunu söylemişler, “Tenbih” isimli kitabın sahibi de bunu belirtmiştir. Allah, mahlukatın en hayırlısı olan Efendimize salat etsin.
    Sa İnsan melekten üstün yazılmış, burda bir yanlışlık yapılmış olması lazım. Günahkar asi kafir münafık müşrik bir innsan nasıl üstün olur. Buraya tekrar bakmınızı isterim

    1. Aleyküm selam. İlgili ifadede “insan”dan kasıt Müslümanlardır. Yani peygamberler dışındaki Müslüman mı efdaldir, yoksa melekler mi? Ulemamızın çoğu vasat bir Müslümanın, vasat meleklerden üstün olduğunu ifade etmişlerdir. Kafa karışıklığına sebebiyet vermemek için dipnotta belirtilebilir, Allah razı olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu