Soru-Cevap

Allah’ın Varlığı Hakkında Bilimsel Delil Var Mıdır?

Soru: Allah’ın varlığı hakkında bilimsel (empirik) delil var mıdır?

Cevap: Eğer bu soruya “hayır” cevabını verirsek karşı cenah bunu “Allah’ın varlığına delil yokmuş” şeklinde anlayacaktır. Çünkü mensup oldukları ideoloji, gözlem haricinde elde ettiğimiz bilgileri “kesin” kabul etmemektedir. İşte sorun da tam olarak burada başlamaktadır. Gerçekten biz, kesin olan bilgiye sadece duyu organlarımızın verdikleri ile mi ulaşırız? Bunun başka bir yolu yok mudur? Eğer varsa bile bunlar kesinlik ifade etmez mi? Bu ve benzeri soruların cevabını vermek için buralardan başlamamız gerekmektedir.

Kelam kitaplarımızın ilk mevzuu esbâbu’l-ilm dir. Biz bu başlık altında bilgiye ulaşma yollarının neler olduğunu öğreniriz ki onlar da akıl, duyu organları ve haber-i sâdık olmak üzere 3 kısımdır. Bunları biraz tafsil etmek yerinde olacaktır.

1) Akıl

Akıl, bilinenlerden yola çıkarak bilinmeyene ulaşmayı sağlayan, insanı diğer tüm canlı ve cansızlardan ayıran temel unsurdur. Akıl öylesine temeldir ki günlük hayatımızın her saniyesinde aktif olarak onu kullanırız. Bakkala parayı verdiğimizde üstünü hesaplarken, trafikte araç kullanırken, yazı yazarken, kitap okurken…

Dumanı gördüğümüzde ateşin varlığına hükmetmemizi sağlayan şey akıldır. Halbuki ateşi görmemiş olsak bile onun varlığından şüphe etmeyiz. Çünkü onun neticesi olan duman mevcuttur. O yüzden bir şeyin görülmemesi o şeyin yokluğuna dair hiçbir delil teşkil etmemektedir. Eğer onun neticeleri ve eserleri mevcutsa bunlar o şeyin varlığı için yeterlidir.

Çamurlu bir yolda lastik izlerini gören kimse oradan araba geçtiğini, arabayı görmese bile rahatlıkla anlayabilir. Aynı şekilde bir ateiste dedesinin dedesinin dedesinin dedesinin dedesini görüp görmediğini sorsanız buna hayır cevabı verecektir. Fakat o zatın yaşadığı hakkında herhangi şüphesi yoktur. Halbuki ne onun fotoğrafını görmüştür ne de kabrini ziyaret etmiştir. Hatta ismini bile bilmiyordur. Ama tüm bunlara rağmen öyle birinin yaşadığı hakkında hiçbir tereddüdü yoktur. Bunun sebebi ise kendi varlığıdır. Nitekim kendi varlığından hareketle, insanlığın başladığı tarihe kadar atalarının bulunması gerektiğini sağlayan şey akıldır.

Bilimci ateistler, felsefenin modası geçtiğini, tek hakikatin gözlem olduğunu söyleseler de aslında buna ya kendileri de inanmazlar yahut içine düştükleri tenakuzun farkında olmazlar. Zira onların “tek hakikat gözlemdir” ifadeleri dahi empirik/bilimsel değildir.

Aynı şekilde buldukları birtakım verilerle teoriler inşa edenler yine onlardır. Mesela bir canlı türünün bir canlı türüne evrimine dair somut bir gözlemde bulunmadıkları halde, mikro hareketleri makroya uydurmak suretiyle boşlukları doldurmaya çalışmaları gözlem ötesinde aklî çıkarımda bulunduklarını bizlere göstermektedir.

2) Beş Duyu

İkinci olarak, beş duyumuz vasıtası ile elde ettiğimiz bilgiler de bize kesinlik ifade eder. Yani gördüklerimiz, kokladıklarımız, işittiklerimiz, tattıklarımız ve temas ettiğimizdeki hissettiğimiz bizlere kesin bilgi verirler. Bu hususta kendileri ile bir ihtilafımız yoktur.

3) Haber-i Sâdık (Doğru Haber)

Bilgi elde etme yollarından bir diğeri de “doğru haber” diye tercüme edeceğimiz haber-i sadıktır. Bu doğru haber iki şekilde olur; ya inkâr edilemeyecek kadar bir kalabalığın getirmiş olduğu haber ya da mucizeler ile doğruluğu teyit edilmiş olan peygamberlerin haberleri.

Her iki haber de hakkında hiçbir yalanın bulunma ihtimali olmayan haberlerdir. Fatih’in İstanbul’u 1453’te fethettiğine dair olan bilgimiz haberin birinci kısmına dahildir. Neticede bu hadiseyi 21. Yüzyılda hiçbirimiz görmesek de yaşandığına dair herhangi bir şüphemizin bulunmaması, olayın vukuu hakkında inkâr edilemeyecek kadar veriye sahip olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Gözlemi esas alan ateistlere anne ve babalarının kim olduğu sorulsa buna hiç şüphe etmeden doğru cevabı vereceklerdir. Bunun sebebi ise DNA testi yaptırdıklarından değil, etrafındakilerin falanca senin annen, falanca da baban dedikleri içindir. Dolayısıyla bu tür haberler hayatımızın her yerini kuşatmıştır ve buna karşı direnmek mükaberedir.[1]

Mucize ile desteklenmiş peygamberin verdiği haber de bu şekilde kesinlik ifade eder. Mucize ile desteklenmiş dememizin sebebi, Allah’tan haber aldığını iddia eden birinin, bunu harikulade fiiller göstererek ispat etmesi lüzumundandır. Bunu meydan okuyarak, emsali başkasından sâdır olmayacak şekilde ispat ettiğinde artık o kişinin peygamber olduğuna hükmederiz ve aktardığı her bilgiyi şeksiz ve şüphesiz kabul ederiz. Mucize ve harikulade meselesi başka bir mesele olduğundan burada buna daha fazla değinmeyeceğiz.

Buraya kadar göstermeye çalıştığımız şey bilgiye ulaşma yollarında “gözlem”in yalnız olmadığıdır. Gözlem, vesilelerden bir tanesidir. Sadece birini kabul edip diğerlerini yok saymak ilmî bir tavır olmayacak ve içerisinde birçok tenakuz barındıracaktır.

Bunları kısaca özetledikten sonra sorumuza dönecek olursak, Allah’ın varlığı hakkında empirik bir delil isteyen kimse bunu biraz daha açmalıdır. Onlar, bununla zaman, mekân ve cismânî vasıflardan münezzeh olan bir zatı görmeyi, -haşa- ölçmeyi veya dokunmayı falan kastediyorlarsa bilsinler ki Cenab-ı Hakk bundan münezzehtir. Uzaya çıkıp O’nun zatını aramaya çalışmak çocukça bir davranış olacaktır.[2]

Eğer empirik delilden kasıtları bu ise onlar muhtemelen Cenab-ı Vacibü’l-Vücûd’u, Zeus veya Hermes gibi antik Yunan tanrıları ile karıştırıyorlar. Zira insan gibi olan, evlenebilen, ölebilen bir Tanrı onların inancında mevcuttur. Halbuki Cenab-ı Allah’ın misli gibi bile bir şeyin olması söz konusu değildir.[3]

Yok şayet alem gibi muazzam bir sanatı gözlemleyip onun sanatkârını bulmak kastediliyorsa -ki genelde bu kastedilmez- o zaman empirik delilden bol bir şey yoktur. Çünkü alemin her zerresini gözlemleyerek, muazzam ve muntazam hareketlerini inceleyerek rahatlıkla Cenab-ı Zül Celal’e intikal edilebilir.

Allah’ın varlığının delilleri meselesi uzun ve müstakil bir başlık olduğundan bu yazımızda ona değinmeyeceğiz. Burada anlatmak istediğimiz bilgi yollarının gözlem ile sınırlı olmadığı, bunu böyle kabul edenlerin dahi kendi içinde çelişki yaşadıkları ve Allah’ın ölçülmekten, dünyada görülmekten münezzeh oluşundan hareketle O’nun hakkında empirik (bilimsel) delil aramanın saçmalığını ifade etmektir.

[1] Mükabere: Hakikati bildiği halde inat ederek inkâr etmek.

[2] 1962 senesinde katıldığı bir sempozyumda, uzaya çıktıktan sonra dini inancının değişip değişmediği sorulan Sovyet astronot Gherman Titov şu cevabı verir: “Hayır… Tersine şimdi komünist pozisyonu destekleyen kanıta sahibiz. Uzaya gittim ve Tanrı’yı göremedim. Bu, Tanrı’nın var olmadığı anlamına gelir.” Bkz. Doç. Dr. Alper Bilgili, Bilim Ne Değildir, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 31-32. Bu nakli ibret olsun diye yaptığımızı söylemek isteriz. Demek ki kişi astronot da olsa, ilah tasavvuru, bir çocuğun ilah tasavvurundan çok öteye geçemeyebilmektedir.

[3] Şûra, 11

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu