FıkıhMakaleler

Hanefi Mezhebinde İsim Benzerliğinden Dolayı Karıştırılan Alimler -2-

Hanefi Mezhebinde İsim Benzerliğinden Dolayı Karıştırılan Alimler -1- yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Fahrülislâm «فخر الإسلام»

Birçok Hanefi alimi için kullanılan bu lakap, fıkıh ve usul kitaplarında mutlak olarak kullanıldığında, meşhur usul sahibi Ebu’l-Usr Ali b. Muhammed el-Pezdevî (v. 482/1089) kastedilir.[1]

Ğaznevî «الغزنوي»

Bu nisbeyle anılan birçok Hanefi fakihi vardır:

  • Ebu’l-Feth Abdussamed b. Mahmud el-Ğaznevî (v. 487/1094’ten sonra): Tefsîrü’l-fukahâ ve tekzîbü’s-süfehâ adlı tefsirin sahibidir.[2] Fıkıh yönünden çok, tefsir yönü ön plandadır.
  • Kadı Cemâlüddîn Ahmed b. Muhammed el-Ğaznevî (v. 593/1197): İmam el-Kâsânî’nin talebelerindendir. el-Hâvi’l-kudsî ve el-Mukaddimetü’l-Ğazneviyye fi’l-furûi’l-Hanefiyye adlı eserlerin sahibidir.[3] Sonraki Hanefi alimleri, özellikle İbn Nüceym ve İbn Âbidîn bu eserlerden çokça nakillerde bulunmuşlardır.
  • Ebû Hafs Sirâceddin Ömer b. İshak el-Ğaznevî el-Hindî (v. 773/1372): Kendisi kâdilkudât olup çok kıymetli eserleri vardır. el-Hidâye üzerine et-Tevşîh ve eş-Şâmil adında iki şerhi vardır. Habbâzî’nin el-Muğnî’si ve İbnü’s-Sââtî’nin Bedîü’n-nizâm’ı adlı usul eserlerine de şerh yazmıştır. Ayrıca el-Ğurratü’l-münîfe fî tercihi mezhebi Ebî Hanife ile Zübdetü’l-ahkâm adlı eserleri de kıymetlidir.

Hanefi fıkıh kitaplarında mutlak olarak el-Ğaznevî ile kastedilen; ikincisi olan Kadı Cemâleddîn el-Ğaznevî’dir.[4]

Hâherzâde «خواهَرْزاده»

Farsça, mürekkep bir lafız olup “kız kardeş” manasında olan «خواهر», ile “oğul” manasında olan «زاده» kelimesinden meydana gelmiştir. Manası “kız kardeşin oğlu” şeklindedir. Hanefi mezhebinde bu lakap ile anılan bazı alimler varsa da mutlak olarak kullanıldığında şu iki alimden biri kastedilir:

  • Şeyhülislam Ebû Bekr Muhammed b. Hüseyin el-Buhârî (v. 483/1090): Kadı Ebû Sâbit Muhammed el-Buhârî’nin kız kardeşinin oğludur. Hâherzâde lakabıyla genelde bu zat kastedilir. Birçok fıkıh kitabında Bekr Hâherzâde şeklinde de ismi geçmektedir. İmam Muhammed’in el-Asl’ı (el-Mebsût) üzerine şerh yazmıştır. Bu eser el-Mebsût, Mebsût-u Hâherzâde, el-Mebsûtu’l-Bekrî, Mebsût-u Şeyhülislam[5] ve Şerhu Bekr Hâherzâde gibi birçok farklı isimle bilinmektedir. Fıkıh kitaplarında özellikle son iki isimle birçok nakiller yapılmaktadır.
  • Muhammed b. Mahmud el-Kerderî (v. 651/1253): Şemsüleimme el-Kerderî’nin kız kardeşinin oğlu ve talebesidir.[6]

İbn Habîb el-Halebî «ابن حبيب الحلبي»

Bu isimle meşhur olan, biri baba, diğeri ise onun oğlu olan iki alim vardır:

  • Baba olan Ebû Muhammed Bedrüddin Hasan b. Ömer İbn Habîb el-Halebî’dir (v. 779/1377). Fakih olduğu gibi aynı zamanda şair, edip ve tarihçi idi. Dürretü’l-eslâk fî devleti’l-Etrâk kitabı meşhurdur.
  • Oğlu ise Ebü’l-İz Zeynüddin Tahir b. Hasan İbn Habîb el-Halebî’dir (v. 808/1405). Ebu’l-Berakât Hâfizüddîn en-Nesefî’nin meşhur usul eseri olan el-Menâr’ını ihtisar etmiştir. İbn Kutluboğa’nın Hulâsatü’l-efkâr’ı bu muhtasarın şerhidir. Babasının ed-Dürrü’l-eslâk’ı üzerine zeyl yazmıştır.

Aslında bu ikisi de Şafiî’dir. Ancak oğul İbn Habib’in el-Menâr’ı ihtisar etmesi ve İbn Kutluboğa’nın bu ihtisarı şerh etmesi onun Hanefi olduğunu vehmettirmiştir. Hem bu vehmi hem de babasıyla olan karışıklığı defetmek maksadıyla burada zikretmeyi uygun gördük.

İbn Nüceym «ابن نجيم»

Hanefi mezhebinde bu isimde biri abi, diğeri kardeş olan iki kıymetli alim vardır:

  • Zeynüddîn İbn Nüceym (v. 970/1563): Fıkha dair el-Bahru’r-râik, el-Eşbâh ve’n-nezâir, usul-i fıkha dair Fethu’l-ğaffâr ve Lübbu’l-usûl gibi kıymetli eserlerin sahibidir.
  • Sirâcüddîn İbn Nüceym (v. 1005/1596): Abisinden ders aldı. Abisi gibi Kenzü’d-dekâik üzerine şerh yazmış ve eserine en-Nehru’l-fâik ismini vermiştir.

İbn Nüceym ismi mutlak olarak kullanıldığı vakit, abi olan Zeynüddin İbn Nüceym maksuttur.

İbrahim Halebî «إبراهيم الحلبي»

Hanefi mezhebinde İbrahim el-Halebî ismiyle meşhur olan iki kıymetli alim vardır:

  • İbrahim b. Muhammed b. İbrahim el-Halebî (v. 956/1549): Kendisi aslen Halepli olup orada ilme başlamış, daha sonra Mısır’a gitmiş ve akabinde İstanbul’a yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Kabri Fatih’te Sakızağacı Şehitliğindedir. Mülteka’l-ebhur adlı eseri çok kıymetli ve muteberdir. İbrahim el-Halebî ismi mutlak olarak kullanıldığı vakit bu zat maksuttur.
  • İbrahim b. Mustafa b. İbrahim el-Halebî (v. 1190/1776): Kendisi de aynı şekilde aslen Halepli olup orada ilme başlamış, daha sonra Mısır’a gitmiş ve akabinde İstanbul’a sefer etmiş ve orada vefat etmiştir. Kabri Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin civarındadır. Haskefî’nin ed-Dürrü’l-muhtâr’ı üzerine yazdığı Tuhfetü’l-ahyâr adlı haşiyesi kıymetlidir. İbn Âbidin meşhur haşiyesinde bundan çokça istifade etmiş ve bu zat veya eseri için «ح» rumuzunu kullanmıştır.

İmâmü’l-Hüdâ «الإمام الهدى»

 Hanefi alimleri arasında iki kişi için bu lakabın kullanımı meşhurdur:

  • İmam el-Mâtûrîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed (v. 333/944): Kuraşî, Mâtûrîdî hakkında “Kendisine İmâmü’l-hüdâ denirdi” demiştir.[7] Ayrıca Serahsî, Rükneddîn es-Semerkandî gibi birçok alim bu lakapla kendisinden bahsetmekte veya nakilde bulunmaktadır.
  • Fakîh Ebu’l-Leys es-Semerkandî (v. 373/983): Kuraşî, Kefevî, Leknevî gibi birçok alim Semerkandî için: “İmâmü’l-hüdâ diye maruf” demiş,[8] Taşköprüzâde gibi birçok alim ise onun için bu lakabı zikretmekle yetinmiştir.[9]

İsbîcâbî «الإسبيجابي»

Hanefi mezhebinde bu nisbeyle meşhur olan üç kişi vardır:

  • Ebû Nasr Ahmed b. Mansur el-İsbîcâbî (v. 480/1087): Hâkim eş-Şehîd’in el-Kâfî’si, Tahâvî’nin el-Muhtasar’ı, İmam Muhammed’in el-Câmiu’l-kebîr’i üzerine şerhleri vardır.
  • Şeyhülislam Bahâuddin (Alâuddîn)[10] Ali b. Muhammed el-İsbîcâbî (v. 535/1140): Merğînânî ve Sem’ânî’nin hocasıdır. Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî ve el-Mebsût (Şerhu’l-Kâfî) adlı eserleri kıymetlidir. Zeylaî Tebyînü’l-hakâik’de, Aynî el-Binâye’de, İbnü’l-Hümâm ise Fethu’l-kadîr’de onlarca kere “Şeyhülislam Alâuddîn el-İsbîcâbî”den nakiller yapmaktadırlar ki, o bu zattır.
  • Ebu’l-Meâlî Muhammed b. Ahmed el-İsbîcâbî (v. 591/1195): Muhtasaru’l-Kudûrî’nin şerhlerinden olan Zâdu’l-fukahâ adlı eserin sahibidir.

İsbîcâbî nisbesi mutlak olarak kullanıldığı vakit, ikincisi olan Şeyhülislam Ali b. Muhammed maksuttur.

el-Kâdî «القاضي»

Hanefiler bu kelimeyle ya İmam Ebû Yusuf’u ya da Ebû Zeyd ed-Debbûsî’yi kastederler. Özellikle Hanefi usul kitaplarında Kâdî tabiriyle Debûsî kastedilir. Fıkıh kitaplarında ise bazı kere Kâdıhân için de Kâdî tabiri kullanılmıştır.

Kerderî «الكردري»

Hârizm bölgesinin idarî merkezi olan Cürcâniye’ye (Gürgenç) bağlı Kerder şehrine nispet edilen üç meşhur Hanefi alim vardır ki, iki tanesi Şemsüleimme lakaplıdır.

  • Şemsüleimme Tâcüddin Ebu’l-Mefâhir Tâcüddin Abdülğafûr b. Lokman el-Kerderî (v. 562/1167): Rükneddin Kirmânî’nin talebesidir. el-Müfîd ve’l-mezîd dışında İmam Muhammed’in el-Câmiu’s-sağîr, el-Câmiu’l-kebîr ve ez-Ziyâdât kitaplarına şerhi vardır.
  • Şemsüleimme Şemsüddin Muhammed b. Abdüssettâr el-Kerderî (v. 642/1244): Büyük Hanefi fakihi. Kâdıhân ve Merğînânî’nin talebesi, Hâherzâde el-Kerderî’nin hocasıdır. Ebû Hanife’yi müdafaa sadedinde kaleme aldığı el-Fevâidü’l-münîfe’si kıymetlidir.
  • Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed el-Kerderî el-Bezzâzî (v. 827/1424): Daha çok Bezzâzî lakabıyla meşhur olmuş kıymetli bir alimdir. el-Fetâva’l-Bezzâziyye ve Menâkibu Ebî Hanife’si kıymetlidir.

Müfti’s-sekaleyn «مفتي الثقلين»

“İnsanların ve cinlerin müftüsü” manasında olan bu lakapla, iki Hanefi alimi anılmıştır:

  • Ebû Hafs Necmeddîn Ömer b. Muhammed en-Nesefî (v. 537/1142): Akaide dair Akâidü’n-Nesefî, fıkha dair el-Menzûmetü’n-Nesefiyye, Tuhfetü’l-mulûk ve Şerhu Usûli’l-Kerhî, tefsire dair et-Teysîr fi’t-tefsîr, tabakata dair el-Kand fî zikri ulemâi Semerkand, fıkıh istilahlarına dair Tilbetü’t-talebe adlı kıymetli eserlerin sahibidir. Kuvvetli hâfızası, keskin zekâsı ve çok sayıda hadis ezberlemesi sebebiyle “Müfti’s-sekaleyn” ve “Necmüddîn” lakaplarıyla anılmıştır.
  • Kemalpaşazâde Şemseddin Ahmed (v. 940/1534): Osmanlı’nın en kudretli şeyhülislamlarındandır. Çok yönlü bir alim olup her alana dair eserler telif etmiştir. İlmî ihatası, muhakeme ve münazara kudreti, şer‘î meseleleri çözme ve fetva verme konusundaki kabiliyetinden dolayı da “Müfti’s-sekaleyn” lakabıyla anılmıştır.

Nesefî «النسفي»

Leknevî’nin de dediği gibi Hanefi mezhebinde Nesefîler çok fazladır.[11] Bunların arasında en meşhur olanları şu dördüdür:

  • Ebu’l-Muîn Meymûn b. Muhammed en-Nesefî (v. 508/1115): Maturidi kelamında söz sahibi olan bu zat daha çok kelam yönüyle öne çıkmıştır. Kelama dair Tebsiratü’l-edille, et-Temhîd (Tebsira’nın muhtasarı) ve Bahru’l-kelâm gibi kıymetle eserler kaleme almıştır.
  • Ebû Hafs Necmeddîn Ömer b. Muhammed en-Nesefî (v. 537/1142): Çok yönlü olan bu zat birçok farklı alanlarda eserler telif etmiştir. “Müfti’s-sekaleyn” maddesinde hakkında malumat verilmişti.
  • Ebu’l-Fadl Burhânüddîn Muhammed b. Muhammed en-Nesefî (v. 687/1289): Fıkıh ve kelamda mahirdir. Fıkıhta Hanefi olmasına rağmen kelamda Eşarî idi. Râzî’nin Tefsîrü’l-kebîr’ini Tefsîru keşfi’l-hakâik adıyla telhis etmiştir. el-Mukaddimetü’-Burhâniyye fi’l-hilâf haricinde kelam ve diğer ilimlere dair birçok eseri vardır.[12]
  • Ebu’l-Berekât Hâfizüddin Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (v. 710/1310): Fıkıhta Kenzü’d-dekâik, usul-u fıkıhta el-Menâr, tefsirde ise Medârikü’t-tenzîl (Tefsîrü’n-Nesefî) adlı eserlerin sahibidir.

Râzî ­«الرازي»

Hanefilerde, er-Râzî nisbesiyle meşhur olan üç kişi vardır:

  • Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî (v. 370/981): Daha çok el-Cessâs lakabıyla meşhur olup büyük fakih ve usulcüdür. Kerhî’nin talebesidir. el-Fusûl fi’l-usûl, Muhtasaru İhtilâfi’l-ulemâ, Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî ve Ahkâmü’l-Kurân’ı son derece nefis eserlerdir.
  • Hüsâmeddin Ali b. Ahmed b. Mekkî er-Râzî (v. 598/1201): Muhtasaru’l-Kudûrî üzerine yazdığı Hulâsatü’d-delâil adlı şerhi kıymetlidir. Bu esere nispetle kendisi Sâhibu’l-Hulâsa diye meşhur olmuş ve bu sonrakiler bu isimle kendisinden çok nakiller yapmıştır.
  • Ebû Abdullah Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekr er-Râzî (v. 666/1268’den sonra): Fıkıh, lügat ve dil alimdir. Muhtâru’s-sıhâh ile Hanefi fıkhına dair Tuhfetü’l-mülûk adlı eserleri meşhurdur.

[1] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, IV, 419; Ahmed en-Nakîb, el-Mezhebü’l-Hanefî, I, 324.

[2] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, III, 430.

[3] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, III, 239; Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 71.

[4] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, IV, 272.

[5] Kefevî, Ketâibu a’lâmi’l-ahyâr, I, 405; Boynukalın, el-Asl Mukaddimesi, I, 117.

[6] Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 413; Ahmed en-Nakîb, el-Mezhebü’l-Hanefî, I, 316.

[7] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, III, 360.

[8] Kuraşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, III, 544; Kefevî, Ketâibu a’lâmi’l-ahyâr, I, 406; Leknevî, Umdetü’r-riâye, I, 42.

[9] Taşköprüzâde, Miftâhü’s-saâde, II, 251.

[10] Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, III, 212; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn, I, 623.

[11] Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 420.

[12] Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 420.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu