Makaleler

Dinin Kaynağı Sadece Kur’ân mıdır? 1/3

Dinin kaynağının yalnızca Kur’an olduğu bağlamında iddia sahipleri şöyle demektedir:

“Din hakkında yapılan tartışmalar hem medyada hem de halkın arasındaki tartışmalarda sürekli gündeme gelmektedir. Bu tartışmalarda kimin haklı olduğuna, hangi fikrin dini gerçeklere uygun olduğuna nasıl karar vereceğiz? Neden din adına farklı doğrular ileri sürülmektedir? Gerçek dini, din adına uydurulanlardan nasıl ayırt edeceğiz? İşte elinizde duran bu kitap tüm bu soruları cevaplamak ve bu konudaki kafa karışıklıklarını gidermek için yazılmıştır. Kitabın hareket noktası olan ve cevaplanması gereken en önemli soru “Dinin kaynağı nedir?” sorusudur. Bu soruya verilecek cevap diğer birçok sorunun cevabını da belirleyecektir. İlerleyen sayfalarda görüleceği gibi, din adına ortaya atılan farklı fikirlerin temel kaynağı, bu soruya verilen farklı cevaplardı Dini tartışmalara “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna net bir şekilde cevap vermeden girişmek ve her soruyu teker teker, dini anlamadaki yöntemi belirlemeden ele almak, medyada ve halkın arasında gördüğümüz çıkmazın birinci sebebidir. “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna vereceğimiz cevap, bizim dini anlamadaki yöntemimizin temelini belirleyecektir. Bu soruyu cevaplamadan tartışmaya girenler, yöntemsiz bir şekilde dini anlamaya kalkışmaktadırlar. Söz konusu kişilerin bir soruya Kuran’dan, bir soruya bir hadis kaynağından, bir soruya kendi dünya görüşlerinden, bir soruya bir mezhepten, başka bir soruya apayrı bir mezhepten cevap verdiklerini görüyoruz.” [1]

Aslında bu bize yabancı bir iddia değildir. Bu iddia bugün sokaklarımızda, dükkanlarımızda, çarşı-pazarlarımızda, evlerimizde, medyada, tv kanallarında vs. dolaşmaktadır. Öyle ki bu iddia sebebiyle toplumuzda türlü gerginlikler ve sonucu olmayan tartışmalar çıkmaktadır. Sonucu olmayan ifadesini kullanmamın sebebi, bu mevzuları genel olarak tartışan kişilerin bu konular hakkında bilgi sahibi olan kimseler olmayışındandır.

İddia sahipleri “Dinin kaynağı nedir?”, “Niye herkes belli bir menheci takip ederek dinî suallere cevap arama arayışı içerisinde?” diye sormaktadırlar. Bu mevzuyu ele alırken şunu da sormamız gerekmektedir; iddia sahipleri kitaplarında böyle sorular sorarken ne demek, hangi noktaya varmak istiyorlar? Ne demek istedikleri son derece açıktır: Dinin yegâne kaynağının Kur’ân-ı Kerim olduğunu iddia ediyorlar.

Kur’âniyyûn ve Dinin Anlaşılamamasının Tutarsızlığı

Bu iddia karşısında her şeyden önce şu soruyu sorarak ve cevabını arayarak konuya başlamamız gerekir. Cenâb-ı Hakk bu dini, kitaplarını peygamberlerine indirerek, insanlığı doğru ve müstakîm olan yola hidâyet etmesi için göndermiştir. Bu din Hz. Peygamber ﷺ tarafından tebliğ edilmiştir. Fakat iddia sahiplerine göre Allah Teâlâ’nın bütün insanlığı hidâyet etmesi ve doğru yola ulaştırması için göndermiş olduğu din, bin dört yüz yıl sonra anlaşılmaya ve hakîkatleri o zaman ortaya çıkmaya başlamıştır(!) Yani on dört asır boyunca insanlar büyük bir boşluk içinde yaşamışlar, hiçbiri Kur’ân’ı anlayamamış, gerektiği şekilde tatbîk edememiş, hatta ve hatta daha uç fikirlere göre birçoğu şirk içinde yaşamış, Allah’ı tanımamıştır. Bu ümmet âlimleri ve ârifleri de dahil olmak üzere din adı altında bambaşka bir İslâm’ı yaşamış, Allah’ın göndermediği bir İslâm’ın peşinde koşmuştur. (!)

19. yüzyılın sonlarında Hint alt kıtasında Kur’âniyyûn hareketi ortaya çıkmıştır.[2] Bu topraklara da oralardan intikâl ederek gelmiştir. Halbuki ümmet “dinin yegâne kaynağı Kur’ân’dır” fikri ortaya çıkıncaya kadar dinin kaynağının başta Kur’ân-ı Kerîm, ikinci olarak sünnet-i seniyye, üçüncü olarak icmâ ve dördüncü olarak da kıyas olduğu şeklinde icma ve ittifâk içerisindedir. Bu ittifâka rağmen Kur’âniyyûn’a göre asırlar boyunca yaşamış olan Müslümanların tamamı dalâlet üzere yaşamışlardır.

Dikkat edilirse burada bir sorun var ve bu sorun biraz da mantıksal ve vicdânî bir sorundur. Şöyle ki, herkes elini vicdânınına koyup düzgün bir muhâkeme ile düşünsün: Böyle bir şey mümkün müdür? Mümkünse Cenâb-ı Hakk bu dini niçin göndemiştir? Cenâb-ı Hakk’ın böyle bir şeyi takdir etmesini hikmeti ne olabilir? Böyle bir şey hikmet-i ilâhiyyeye uygun mudur? Akıl ve vicdan sahibi insanlar nezdinde bu soruların cevabının ‘evet’ olması elbette ihtimal dahilinde değildir.

Tam aksine bu ümmet İslâm’ı tastamam ve dosdoğru anlamıştır. Kur’ân-ı Kerim’in şu âyeti buna şahittir:

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

“Muhâcir ve Ensâr’dan İslâm’a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.” [3]

Görüldüğü üzere ayette Cenâb-ı Hakk, bu ümmetin ilk kuşakları olan sahâbenin ve tâbiînin kendisinin râzı olduğu itikat ve amel üzere olduklarını, İslâm’ı kendisinin indirdiği ve râzı olduğu şekilde anlayıp yaşadıklarını ifade etmektedir. Fakat gerideki iddiada dolaylı olarak bize: “Kur’ân’ın hidayeti göstermesine rağmen, ümmet asırlar boyu Kur’ân’ı anlamadı, tatbik edemedi, dolayısıyla dalâlet üzere yaşadı, buna tâbiîn de dâhildir” denilmektedir. Çünkü tâbiîn nesline baktığımızda Kur’ân ve sünnetin bütünüyle beraber olduğu bir İslâmî anlayışa sahip olduklarını görüyoruz. Şefaat inancı var, kabir azâbı inancı var, kabir suâli inancı var, kıyamete yönelik birtakım hâdiselerle alakalı inanışlar var. Yani onlar, iddia sahiplerinin inkâr etmiş olduğu inançlara itikâd etmekteydiler.

Hakîkati anlatmak ve insanlığı hidâyete sevk etmek için gönderilmiş olan bir kitap ve dinin hakikatleri on beş asır boyunca anlaşılmamış olabilir mi? Bunun hikmet-i ilâhiyye penceresinden cevabı nedir? Allah Teâlâ böyle bir dini ne diye göndermiş olsun ki? Bu kadar insanın durumu ne olacak? Dalâlet üzere mi yaşadılar?

İkinci suâl ise şudur: dini en iyi iddia sahiplerinin anladığına dâir ellerinde bir burhân mı vardır? Allah Teâlâ’dan gelen bir vahye mi dayanmaktadırlar? Neden dini en iyi iddia sahipleri anlamış olsun da bir İmâm Tahâvî, bir İmâm Suyûtî veya bir İbn Hacer (radıyallahu anhüm) bu dini anlayamasın? Bu konudaki hüccetleri nedir? Tüm bu soruların cevabı yoktur.

Dine kaynak arayan ve bugüne kadar bu kaynak arayışının doğru bir cevabının bulunmadığını söyleyenlere bir başka suâlimiz de şudur: Madem dinin kaynağını Kur’ân olarak belirliyorlar, o halde Kur’ân’da ne söyleniyorsa hakîkat odur. Din adına konuşmaya yetkili olan kitap sadece Kur’ân’dır. Kur’ân-ı Kerim’de “Âyetin dışındaki beyânâta itibâr etmeyin veya din adına Kur’ân dışında herhangi bir kaynağın hüküm koyma yetkisi yoktur” şeklinde bir âyet var mı? İddia sahiplerinin dinin kaynağı sadece Kur’ân’dır şeklindeki iddiasının doğru olabilmesi için ve bunu da Kur’ân’a dayandırabilmeleri için böyle bir âyete dayanmaları lazımdır. Böyle bir âyet var mı? Ancak ileriki bölümlerde de göreceğimiz üzere bunun aksine delâlet eden birçok âyet-i kerîme bulunmaktadır.

Bir misal verecek olursak: Cenâb-ı Hakk, Hz. Peygamber’in ﷺ vefatına seksen gün kala vedâ haccında bir âyet-i kerime inzâl buyurdu. Seksen gün kala inen bu âyetin zahir ifadesi bize dinin tamamlandığını göstermektedir.

 اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâm’a râzı oldum.[4]

Müfessirlere sorduğumuzda, özellikle konu ile ilgili olan âyetlerin sebeb-i nüzûl rivâyetlerine, alimlerin çoğunluğunun ve tarihçilerin beyânâtına göre bu âyet-i kerîmeler inen son ayetler değildi.[5] Burada dinin tamamlandığı ifade ediliyor. Fakat son inen âyet Bakara sûresinin 281. âyetidir.[6]

Soru: Mâide sûresinde, vedâ haccında inen âyette bize dinin tamamlandığı ifade edilmiştir. Peki, Kur’ân’ın dinin yegâne kaynağı olduğunu iddia ettiğimizde bu âyetin mânâsı Kur’ân’ın tamamlandığı şeklinde bir sonuca bizi götürmektedir. Yani din eşittir Kur’an’dır. Kur’ân’dan başka hiçbir kaynak din değildir, din adına konuşmaya yetkili değildir. Peki o âyet-i kerîme dinin tamamlandığını kemâle erdiğini beyan ederken hâlâ Kur’ân’ın nâzil olmaya devam etmesi ve Hz. Peygamber’in vefâtına dokuz gün kala Bakara sûresi 281. âyet-i kerîmenin son âyet olarak inmesi nasıl îzah edilecektir? Dini Kur’ân olarak algıladığımızda Mâide sûresi 3. âyetin mânâsı Kur’ân’ın tamamlandığı anlamına gelmektedir. Kur’ân tamamlandıysa başka âyet gelmemesi gerekmektedir. O zaman Kur’ân bize dinin Kur’ân’dan ibâret olduğunu söylemiyor. İddia sahiplerinin yaptığı Kur’ân’ın söylemediği bir şeyi o söylüyormuş gibi lanse edip insanları aldatmaktan ibarettir. Bu misal dinin tek kaynağının Kur’ân olmadığının bir delilidir.

Eğer Allah Teâlâ din ile sadece Kur’ân’ı murad etmiş olsaydı, sünnet bunun dışında olsaydı, sünneti dinin bir delili olarak vazetmiş olmasaydı, Cenâb Hakk niçin “dininizi tamamladım” dedikten sonra Kur’ân âyeti indirsin ki! Demek ki bu bize dinin sadece Kur’ân’dan ibâret olmadığının açık bir delilidir. O halde bu sorunun altında yatan iddiayı ifâde etmiştik; “dinin kaynağı Kur’ân’dır”. Soru şu; Dinin kaynağını Kur’ân olarak belirlediğimiz zaman gerçekten bütün müşkilâtımız, problemlerimiz halloluyor mu?

Devam edecek…


[1] İstanbul Kur’an Araştırmaları Grubu, (İKRA), Uydurulan Din ve Kuran’daki Din, 19.

[2] Bu hareketle ilgili geniş çaplı bilgi için bkz: Hâdim Hüseyin İlâhî Bahş, el-Kur’âniyyûn ve Şübuhâtuhum Havle’s-Sünne, Mejtebetu’s-Sıddîk, Tâif, 2000, Baskı: II.

[3] Tevbe, 100.

[4] Mâide, 3.

[5] Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Daru İhyâi’t-Türâsi’-Arabî, Beyrut, 1420, Baskı: III, VII/87.

[6] Yani وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟ âyet-i kerimesidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu