Soru-Cevap

Kur’ân-ı Kerîm’in Değiştirilmediğinin Delilleri Nelerdir?

Aklî Deliller ve İlk Dönem Mushaf Örnekleri

Soru: Kur’an’ın günümüze kadar değişmediğinin delilleri nelerdir?

Cevap: Son derece önemli olan bu soruyu Kur’an’ın kitap haline getirilme sürecinden başlayarak ele alalım.

Kur’an’ın Toplanması ve Kitaplaşma Süreci

Kur’an-ı Kerim henüz peygamberimiz hayatta iken sahabe tarafından yazılıp kaydı tutulurdu. Vahiy katipleri olarak bilinen sahabîler,[1] inen her bir ayeti yazarak kaydeder, vahiy kâtibi olmayan diğer sahabîler de bu ayetleri ezberlemek suretiyle hafızalarına nakşederlerdi. Bununla beraber ayetleri yazıya aktarma işi o kadar yaygındı ki Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden Kur’an dışında herhangi bir şeyin yazılmamasını emretmişti.[2]

Peygamberimiz vefat ettikten çok kısa bir süre sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer’in (radıyallahu anhüma) tavsiyesi üzerine Kur’an’ı kitap haline getirme karar aldı. Bir kurul oluşturulmasını ve bu kurulun da başına Zeyd b. Sâbit’in (radıyallahu anh) getirilmesini emretti. Bir yıldan kısa bir sürede[3] dağınık halde bulunan tüm sayfalar bir araya getirilerek kitaplaşma süreci tamamlanmış oldu.

Bu süreci yöneten Zeyd b. Sabit (radıyallahu anh) son derece titiz davranmış, ayetlerin yazıldığı sahifeleri getiren sahabîlere yanlarında bir de şahit bulundurma şartı koşmuştur. Tabi buradaki şahitlik ayetin ayet olması hususunda değil, ayetin yazıldığı deri, kemik vs. malzemeye olan şahitliktir.[4] Yoksa bir cümlenin ayet olup olmaması hakkındaki bir şehadet asla kastedilmemektedir. Zira Kur’an okumalarının eksik olmadığı Mekke ve Medine sokaklarında, neyin ayet olup neyin olmadığı son derece iyi bilinmekteydi.

Hz. Ebubekir’in (radıyallahu anh) iki senelik hilafet sürecinde Kur’an’ın Mushaf haline getirildiği hususunda ne Sünni ne Şii ne de Oryantalist hiç kimsenin herhangi bir ihtilafı yoktur.

Peki Hz. Ebubekir döneminde toplanan Kur’an’ın tarihte herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar geldiğini nasıl bilebiliriz?

Burada sahip olduğumuz delilleri aklî ve naklî olmak üzere iki kısımda inceleyeceğiz. Aklî delillerde daha çok mantık yürütmek suretiyle, tahrif olsaydı neden böyle böyle olmadı gibi sorular soracak; naklî delilde ise en eski Kur’an Mushaflarından örnekler getireceğiz. Evvela aklî delillerle başlayalım.

Aklî Deliller

1. Sıffîn Savaşı’nda Tarafların Tavırları

Hz. Osman’ın (radıyallahu anh) vefatından sonra Müslümanlar bazı siyasi görüş ayrılığı yaşamıştı. Bu ihtilaf gitgide büyümüş ve Hz. Ali ile Hz. Muaviye’yi (radıyallahu anhüma) savaşacak hale getirmişti. İşin tarihi seyrine temas etmek hem yazımızı uzatacağından hem de konumuzdan uzaklaştıracağından ona değinmeyeceğiz.

Bilindiği üzere Hz. Ali savaşta galip giderken Hz. Muaviye tarafından stratejik bir hamle ile Kur’an sahifeleri mızrakların uçlarına takılmış ve Kur’an’ın aralarında hakem olmalarını talep etmişlerdir. Hz. Ali bunu bir hile olarak görüp sıcak bakmasa da ordusunun içindekilere söz geçirememiş ve bunu kabul etmek zorunda kalmıştır.[5]

Burada dikkat çekmemiz gereken husus şudur; mağlubun kaldırdığı Kur’an’a, galip de boyun eğiyorsa demek ki aralarında Kur’an’ın metninin herhangi bir tahrife uğramadığına dair görüş birliği vardır. Bu, ilk dönem açısından son derece aklî ve güçlü bir delildir.

Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından yaklaşık 27, Hz. Osman’ın (radıyallahu anh) vefatının üzerinden ise 7 sene geçmesine rağmen Hz. Ali’nin tarafından hiç kimsenin, Hz. Muaviye tarafının kaldırdığı Kur’an yaprakları için “bunlar zaten tahrif edilmiştir” gibi bir söylemde bulunmaması ciddi bir ehemmiyeti haizdir.

Kaynaklarda Hz. Muaviye (radıyallahu anh) tarafının 500 kadar Mushafı kaldırdığı nakledilir.[6] Bu, o gün için inanılmaz bir rakamdır. Zira savaşa katılan ordunun bir kısmında dahi bu sayı varsa, diğer tarafı hatta savaşa dahil olmayan diğer İslam topraklarını eklediğimizde binli belki on binli rakamlara ulaşırız. Bu, öylesine ciddi bir sayıdır ki matbaa kurulmadan önce tarihte hiçbir metin bu kadar kısa bir sürede bu kadar çoğaltılamamış, kitleler halinde ezberlenmemiştir.

O günden bu yana yaklaşık 1400 sene geçmiş ve Müslümanların Kur’an üzerindeki ittifakı hiç değişmemiştir. Bu ittifakı oryantalistler dahi kabul etmektedir.

Nitekim Hodgson: “En azından bütün Müslümanlar Kur’an konusunda hemfikirdirler”[7] demekten kendini alamamıştır.

2. İhtilafın Nakledilmemesi

Kur’an üzerinde herhangi bir grubun, zümrenin veya devlet başkanının hiçbir değişimde bulunmadığının bir diğer delili de bu hususta hiçbir nakil olmamasıdır.

İslam tarihine birazcık meraklı olup araştırma yapanlar göreceklerdir ki her bir sultan, vezir, alim veya yaşanan herhangi bir majör ya da minör tarihi vaka titizlikle kaydedilmiştir. Taberi’nin Tarih’i, İbn Sa’d’ın Tabakat’ı, Zehebi’nin Siyer’i, İbn Hişam’ın Sîre’si bunlarla doludur. Sorumuz şudur: Abbasî halifesi Mu‘tasım’ın Bizans kralına yazdığı mektubun h. 223 senesinde olduğunu, mektubun içindeki detayları, savaşta kaç kişinin öldüğünü, ne zaman sefere çıkılıp ne zaman dönüldüğü gibi tüm detayları nakleden[8] tarih kitapları nasıl olur da Kur’an hakkında en ufak bir ihtilaftan, tartışmadan, ceberuttan veya zorbalıktan bahsetmez?

Tarihte böyle bir hadise yaşanmışsa gerek Müslim gerek Gayrimüslim neden hiçbir tarihçi bunu nakletmez? Hadi böyle bir hadise yaşandı diyelim bu nasıl bastırılmıştır? Kur’an’a -haşa- müdahale oldu da fert bazında veya devlet bazında neden kimseden tepki çıkmamıştır? Kur’an’ın değiştiğini söyleyenler tüm bu sorulara mantıklı cevap vermek zorundadır.

Kanonik İnciller Örneği

Hıristiyanlık tarihinden bir misal verecek olursak Roma, Hıristiyanlar üzerinde tek başına hâkim ve güçlü bir devlet olmuş ve onlara “Kanonik İncil”leri tepeden dikte etmiş, halk da zayıf ve güçsüz olduğundan bunu kabul etmek zorunda kalmıştır.

Halkın gücü bunu engellemeye yetmese de olay, tarihin kaydı altına girmiştir. Yani Roma, muhaliflerini sindirmeye muvaffak olmuşsa da muhalefetin var olduğunun delillerini gizleyememiştir. Nitekim basit bir araştırma yapmak isteyen kimse bu verilere rahatlıkla ulaşabilir.

İslam Coğrafyası

Yukardaki örnekten hareketle İslam coğrafyasına geçecek olursak, bilindiği üzere İslam Devleti’nde iktidar sürekli el değiştirmiştir. Şayet Kur’an’a bir operasyon yapılmış olsaydı bir sonraki gelen iktidar, kendinden öncekini acımasızca eleştirerek bunu izhar etmez miydi?

Mesela tarihte Emevîlerden sonra Abbasîler başa geçmiştir. Araları hiç de iyi olmayan bu iki iktidar, birbirlerini birçok noktada eleştirmiştir. Ama şurası calib-i dikkattir ki tarihi kaynaklarımızın hiçbirinde birbirlerine Kur’an üzerinden saldırdıkları yer almamaktadır. Halbuki böyle bir şey olmuş olsa, yani söz gelimi Emevîler, Kur’an’a müdahalede bulunmuş olsalardı Abbasîler bu fırsatı geri tepmez, Emevîler aleyhine propagandalarına eklerlerdi. Aynı şekilde Abbasîler Kur’an’ı tahrif etselerdi, Endülüs’teki Emevî Devleti bunu koz olarak kullanmaz mıydı?

Sonuç olarak Emevîler veya bir başkası “biz Kur’an’ın falan ayetini değiştiriyoruz” deselerdi Semerkant’ta, Tunus’ta veya İspanya’da namaz kılan Müslümanların tamamının ellerindeki veya zihinlerindeki mushafı nasıl değiştireceklerdi? Bununla birlikte tüm itirazların nakledilmesini nasıl engelleyebilirlerdi? İşte tüm bunlar iddia sahiplerinin cevaplaması gereken sorulardır.

Bu hususta Kâdî Abdülcebbar’ın şu sözünü nakletmekte fayda görüyoruz: “Abbasoğullarına bak! Düşmanları olan Ümeyyeoğullarına galip geldikleri zaman, Emevîlerin sahip oldukları güzellikleri örtemediler. Abbasoğullarının düşmanlıkları da onların sahip oldukları hacc mevsimlerini ikame etmek, kaleleri imar etmek gibi iyiliklerini örtemedi.”[9]

Görüldüğü üzere tarihte küçük bir vakıada bile tahrife izin verilmemiştir. Hal böyleyken -haşa- Kur’an tahrif edilse bu nasıl gizlenebilir?!

Netice olarak Kur’an’ın tahrif edildiğini iddia eden kimse, “Kur’an hangi dönemde tahrif edildi? Kim tarafından bu yapıldı? Bu tahrifle ilgili kayıtlar veya belgeler var mıdır? Tahrife itiraz edilmiş midir, edilmişse bunlar kimlerdir? Yok edilmemişse neden edilmemiştir?” gibi sorulara cevap vermelidir.

3. Hafızların Ezberi

Kur’an, indiği zamandan bu yana titizlikle ezberlenmiştir. Gerek bir kısmını ezberleyenler gerek de tamamını ezberlemeye muvaffak olanlar tarihin her döneminde mevcuttur.

Kur’an’ı diğer tüm kitaplardan ayıran bir husus da işte bu hakikattir. Sadece Türkiye’de resmi 200.000 hafız bulunmakta, gayri resmi rakamlar da eklense belki 300-350.000 gibi ciddi bir sayı elde edildiği görülecektir.

Tüm İslam ülkelerini hesaba kattığımızda karşımıza 4-5 milyon gibi bir rakam çıkacaktır ki bu gerçekten muazzamdır. Zira değil milyon, hangi kitabın binli rakamlarla dahi ifade edilecek ezberleyeni vardır?

Dolayısıyla Kur’an ezberine İslam medeniyeti her zaman ciddi bir ehemmiyet vermiş, hafızları baş tacı yapmıştır. Öyle ki şu an yeryüzündeki tüm mushaflar bir anda yakılsa, dijital ortamlardan kaldırılsa, orijinal metni yazmak birkaç saati geçmeyecektir.

Tarihten bu yana mushaflar hafızlar ile yazılmıştır. Yani önce bir nüsha esas alınıp kopyalama sureti ile yazılmamış ve hala da yazılmamaktadır. Şu an dahi bir mushaf basılacak olsa on tane hafızın sırasıyla okuması, biri hata yaparsa diğerlerinin onu düzeltmesi şeklinde yazılmaktadır. Yani İslam medeniyetinde ezber, yazıdan üstün tutulmuştur. Bununla birlikte ilk döneme ait birçok orijinal mushaf da bulunmaktadır.

Naklî Delil: İlk Dönem Mushaf Örnekleri

Yukarda anlattığımız aklî çıkarımlar Kur’an üzerinde en ufak bir değişiklik olmadığını ispat etmeye kâfidir. Bu başlık altında getireceğimiz örnekler, ziyade bir delil teşkil edecektir.

Kur’an’ın indirildiği dönemde henüz kağıt kullanımı yoktu. Dolayısıyla yazılar genelde derilere, hurma dallarına, beyaz taşlara ve kürek kemiklerine yazılmakta,[10] bu da ciddi bir hacim ve kütle iktiza etmekteydi. O yüzden her evde müstakil bir Mushaf beklemek beyhude olacaktır. Fakat bununla beraber ilk döneme ait (h. 0-100) şaşılacak derecede fazla Mushaf bulmak mümkündür.

İlgili mushafların tarihini gerek karbon testi gerek de yazım tarzları ile (harekesiz ve noktasız olması gibi) anlamak çok zor değildir.

Mushafların tahmini tarihini vereceğimiz yazıda ön bilgi olarak şu tarihi verileri zikretmek yerinde olacaktır;

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatı: 632 (h. 22)

Hz. Ebubekir’in hilafet süresi: 632-634

Hz. Ömer: 634-644

Hz. Osman: 644-656

Hz. Ali: 656-661

Emevîler Dönemi: 661-750

Emevîlerden sonra kağıt kullanımının yaygınlaşması ile birlikte Mushaf sayısında çok ciddi bir artış olduğundan biz burada onlardan bahsetmeyi gerekli görmüyoruz. Daha çok risalet ve dört halife dönemine ait olduğu tahmin edilen mushafları inceleyeceğiz.

Bu kriterde birçok Mushaf elimizde mevcut olsa da biz bazılarınız göstermekle yetineceğiz.

1. Topkapı Mushafı

Bu mushafın hicri ilk asrın ikinci yarısında veya ikinci asrın başında yazıldığı tahmin edilmektedir ki bu gerçekten son derece erken bir dönemdir. 408 varak ve her sayfasında 18 satır bulunan nüshada sadece 2 varak kopmuş vaziyettedir.[11] Bu son derece iyi bir orandır.

2. Tiem Mushafı (İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi)

Bu Mushaf 1914 senesinde Ayasofya kütüphanesinden getirilmiştir. Mushaf’ın sonunda “onu otuz yılında Osman b. Affan yazdı” ibaresi mevcutsa da bu çok doğru görülmemektedir.

Bununla birlikte Mushaf’ın, hicri ilk yüzyılın ikinci yarısı veya ikinci yüzyılın başında yazıldığı tahmin edilmektedir.[12] Mushaf’ta ilgi çeken kısım, en ufak bir yazım hatasının bulunmuyor oluşudur.

Zira günümüzde bilgisayarlarda yazdığımız ve defalarca tashih ettirdiğimiz kitaplarda dahi hala hata çıkabiliyorsa, o dönemde buna rastlanmaması kâtibin son derece ehil olduğunu gösterir.

3. Kâhire Mushafı

Mushaf, Kahire’de Hüseyin Camii’nde bulunmaktadır. 80 kg ağırlığında olan bu mushafta her sayfada 12 satır bulunur ve 1087 varaktır. Günümüzdeki mushaftan yalnızca dört varak eksiktir.

Mushafın hicri ilk asrın ikinci yarısına ait olduğu düşünülmektedir.[13]

4. Taşkent Mushafı

Karbon test sonuçları 640-765 senesi aralarına tekabül eden bu mushaf, Özbekistan’da bulunmaktadır. İçindeki yazım tarzına bakıldığında Hz. Osman’ın (radıyallahu anh) Kûfe’ye istinsah etmek için gönderdiği mushaf veya ondan istinsah edilen mushaf olma ihtimali mevcuttur.[14]

5. Codex Dam 01-25.1 (San’a, Yemen)

29 varaktan ibaret olan San‘a’da bulunan bu mushafın da karbon testi sonucu %95 ihtimalle Hz. Ömer (radıyallahu anh) devrinin sonuna denk gelmektedir.[15]

6. Birmingham Nüshası

İngiltere’de bulunan bu mushaf 18 varaktan ibaret olup her varakta 23-25 satır bulunmaktadır. Elimizdeki mushafın takriben 60 sayfasına tekabül etmektedir.

Elimizdeki mushafla tamamen aynı olan bu kısım, karbon testinde en geç 645 tarihini göstermektedir. Bu da bu mushafın Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında bile yazılma ihtimalini güçlendirmektedir. [16]

Bu Örneklerden Elde Edilecek Neticeler

  • İncelediğimiz her bir mushafın tertibi, Fâtiha Sûresi’nden Nâs Sûresine doğru gitmektedir. Bu da elimizdeki Mushaf ile aynı sıralamadan oluştuğunu gösterir.
  • Karbon test sonuçlarının aynı yüzyılı göstermesi, mushafın Hz. Osman (radıyallahu anh) döneminde çoğaltılmaya başlandığına dair tarihi kaynaklarımızı güçlendirecek, aleyhine olan vehimleri bertaraf edecektir.
  • Dünyada erken döneme ait bu kadar nüshası bulunan başka bir kitap yoktur. Eğer Kur’an’ın mevsukiyeti (güvenilirliği) hakkında herhangi bir tartışma olacaksa şunu çok net ifade edelim ki dünya üzerinde tahrif edilmemiş hiçbir kitap yok demektir.

Kadîm Eserler ile Bir Mukayese

Çok meşhur bazı kadîm eserleri, onların yazım tarihini ve en eski nüshasının yaklaşık tarihi inceleyeceğiz ve bu sayede tarihi hiçbir kitabın güvenilirlik hususunda Kur’an’a asla yaklaşamayacağını ortaya koymaya çalışacağız.

Sözgelimi Herodot’un Tarih’i M.Ö 400’lerde kaleme alınmış iken, bulunan en eski nüshanın yaklaşık tarihi M.S 900’dür. Yani arada 1300 senelik ciddi bir fark vardır.

Keza Sezar’ın Galya Savaşları eseri M.Ö 100’lerde yazılmış iken, bulunan en eski nüsha M.S 900’lerdir. Yani arada 1100 senelik boşluk bulunmaktadır.

Eflatun M.Ö 400’lerde yaşamasına rağmen, yazdığı eserlerinin bulunan en eski nüshası M.S 900’lerdir.[17]

Yukarda Kur’an nüshalarını incelediğimizde Peygamberimiz ile aynı asra ait birçok nüsha örneği verdik. Bunun misli tarihte yoktur. Ama ne ilginçtir ki Kur’an hakkında şüphe uyandırmaya çalışan yerli ve yabancı münkirlerin, bu zayıf, senetsiz, yüzlerce yıl kopuk kalmış eserler hakkında herhangi bir şüphe oluşturmaya çalıştığını göremezsiniz. İşte bu açık bir tutarsızlıktır.

Sonuç

İslam tek hak din, Kur’an ise gönderilen son hak kitaptır. Kıyamete kadar ne yeni bir peygamber ne de yeni bir kitap gelecektir. Bu yüzden Cenab-ı Allah indirdiği son kelamını muhafaza etmiş ve en küçük bir değişiklikten korumuştur.

Buna dair olan bilgimiz ise ilk dönemden günümüze değin bu hususta en küçük bir ihtilafın nakledilmemesi, her dönemde binlerce hafızın bulunması, İslam coğrafyasının her yerinde herhangi bir fark olmaksızın Kur’an okunması ve ilk yüzyıla ait bulunan yüzlerce Mushaf nüshalarıdır.

“Muhakkak o Zikr’i (Kur’an’ı) sana biz indirdik ve elbette koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 9)

Hamd, kitabını sapasağlam koruyan Allah’a mahsustur.


[1] Vahiy kâtibi olarak muhtelif zamanda çalışmış 65 sahabînin ismini bilmekteyiz. Ayrıntılar için bkz. M. M. el-A’zamî, Kur’an Tarihi, İz Yayıncılık, 2018, Baskı: 4, İstanbul, s. 106.

[2] Müslim, Sahih, Zühd, 72.

[3] Bodley, Allah’ın Rasulü Hazreti Muhammed, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul, 1985, s. 255.

[4] Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, Dâru’s-Selâm, s. 22

[5] Hasan Gümüşoğlu, İslam’da İtikadî Mezhepler, Kayıhan Yayınları, 2021, İstanbul, s. 60.

[6] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2021, s. 85.

[7] Hodgson, İslam’ın Serüveni, Phoenix Yayınları, 2020, İstanbul, s. 126.

[8] Hatibü’l-Bagdâdî, Târihu Bagdâd, Thk: Beşşar Avad Maruf, Dâru’l-Garbi’l-İslamî, Baskı: 1, Beyrut, 4/547.

[9] Kâdî Abdülcebbâr, Tesbîtu Delâili’n-Nübüvve, Türkiye Yazma Eser Kurumu Başkanlığı, s. 688

[10] İsmail Cerrahoğlu, a.g.e, s. 59.

[11] Altay Cem Meriç, Peygamberliğin İspatı Haber Delili, İnsan Yayınları, Baskı: 2, s. 42

[12] Tayyar Altıkulaç, Mesahif-i Kadime, IRCICA Yayınları, İstanbul, 2015, s. 236.

[13] Tayyar Altıkulaç, a.g.e, s. 256

[14] A.e, s. 192

[15] A.e, s. 52.

[16] A.e, s.57

[17] Daha başka misaller için bkz. Altay Cem Meriç, a.g.e, s.87.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu