MakalelerTasavvuf

“Mürid”lerle İlgili Birtakım Özellikler ve Alâmetler -1-

“Sufiyyede Mürid-Murad Tanımlamaları” konulu yazımızı okumak için buraya; “Sufiyyede İrade” konulu yazımız için de buraya tıklayabilirsiniz.

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمدُ للهِ ربِّ العالَمِين

والصَّلاةُ والسَّلامُ على رسولِنا محمَّدٍ وعلى آلِه وصَحْبِه أجمعِين

Giriş

İnsanların genel âdeti, gaflet yerlerinde takılmaları, devamlı nefsin arzularının peşinden gitmeleri ve nefsin heveslerine meyletmeleridir. Mürid ise, bu tür âdetler içinden kendini çekip çıkarmış ve bu çıkışı, irâdesinin alâmeti ve işareti olmuştur.[1]

Netice olarak mürid, Ebû Ali er-Rûzbârî’nin de dediği gibi: “Kendisi için bir şey istemeyen, yalnızca Allah’ın muradını isteyen[2] kimse olmuştur.

Nitekim Ebû Bekir el-Kettânî (rahimehullâh): “Mürid, her anında Efendisi’nin muradını isteyen kimsedir” demiştir.[3]

Müridde Bulunması Gereken On Özellik

Denilmiştir ki müridde bulunması gereken bazı özellikler şunlardır:

  • Allah’a olan sevgisini nafilelerle göstermek.
  • İnsanlara karşı samimi olmak.
  • Yalnızlığa alışmak.
  • Şer’î hükümlerin zorluklarına sabretmek.
  • (Nefsin meyline karşı) Allah’ın emrini tercih etmek.
  • Allah’ın (kendisini her daim) görmesinden (dolayı Allah’ın razı olmayacağı şeyleri yapmaktan) hayâ etmek.
  • Bütün çaba ve gayretini sevdiği Zât’ın yoluna sarf etmek.
  • Mahbubuna ulaştıracak bütün sebeplere sarılmak.
  • (Şöhreti engelleyen) tanınmamaktan memnun olmak.
  • Rabb’ine ulaşıncaya kadar (Allah korkusuyla) kalbinin bir yerde karar kılmaması.[4]

Mürid İçin Elzem Olan Üç Şey

Yahya b. Muaz er-Râzî (rahimehullâh) demiştir ki: “Bir mürid için elzem olan üç şey vardır: Başını sokacağı bir ev, çalışıp çabalayacağı bir iş/meslek ve yaşamını sürdürebileceği kadar ihtiyaç. Müridin evi; halvet, işi; ibadet, ihtiyacı; Allah’a tevekküldür.[5]

Müride Ait Birtakım Alâmetler

Müridin alâmetlerinden birine temas eden Yahya b. Muaz er-Râzî (rahimehullâh) şöyle demiştir: “Müridin alâmeti şudur: Ayıldığı zaman, tefekkürden ayılır, arandığı zaman da zikirde bulunur”.[6] Başka bir zaman yine kendisine müridin alâmeti sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Âfetleri terk etmek[7], sonra ibadetlere yönelmek, sonra da kıymetli ve değerli olan meziyetleri yüklenmektir.[8]

Denilmiştir ki: “Müridin alâmeti, Murad ettiği Zât’ın isteklerini benimseyip hoş görmesi, Murad’ının kapısından ayrılmaması, kalbinin ona karşı coşması, ona kavuşamama korkusundan dolayı gönül gözünün gözyaşı dökmesidir. Kim, Allah’ı Allah için murad ederse, Allah ona sıkıntı ve meşakkatlere dayanma gücü verir ve gerçek sevgi isteğini ona kolay eder. Her kim de Allah’ı, nefsi/kendisi için murad ederse, başına gelmeyen sıkıntı kalmaz ve hafif, basit ve küçük olan şeyler ona ağır, zor ve büyük gelir.[9]

Yahya b. Muaz er-Râzî (rahimehullâh) demiştir ki: “Müridin edebinden olup irâdesinin de gerçek olup olmadığının alâmeti; üzerinde uysallığın, şefkatin, güler yüzün ve cömertliğin baskın olmasıdır. Ayrıca Allah’ın kullarından ve mahlûkatından gelen bütün sıkıntı ve meşakkatlere katlanması gerekir ki Allah’ın kulları için üzerinde yürüyebilecekleri bir toprak olabilsin. Yaşlılar için iyi bir evlat, çocuklar için şefkatli bir baba gibi olmalı ve bütün mahlûkata karşı böyle tavırlar gösterebilmelidir. Onların dertleri ile dertlenmesi, yaralarına merhem olması, eziyetlerine sabretmesi gerekir. Zira Allah Teâlâ’nın, hakiki müridden isteği, Kendisi’nin kullarına gösterdiği şefkati onun da göstermesi ve Peygamberlerin, Sıddıkların ve dostlarının edepleriyle edeplenmesidir. Böylece mürid ile Allah Teâlâ arasındaki perdeler kalkar. Mürid, Allah’tan yardım isteyerek bu edeplere sarılmaya ve bu ahlakla ahlaklanmaya devam ettiği müddetçe, Allah Teâlâ kendisinden râzı olur”.[10]

Yusuf b. Hüseyin (rahimehullâh): “Müridin alâmetlerinden biri de; dünyevî zevklerden uzaklaşması (zühd) ve kendisinin murad ettiğini murad etmeyen bütün arkadaşlarını terk etmesidir” demiştir.[11]

Nitekim Yahya b. Muaz er-Râzî (rahimehullâh) da şöyle demiştir: “Mürid için en zor olan şey, mürid olmayanlarla (aynı iradeye sahip olmayanlarla) arkadaşlık yapmasıdır”.[12] Çünkü mürid olmayan, seninle aynı amacı taşımayan kimsedir. Dolayısıyla aynı iradeye sahip olmayan kimse, müridin murad ettiğinden farklı bir şeyi irade ettiği için aralarında uyumsuzluk olur.[13]

Yusuf b. Hüseyin (rahimehullâh)’a: “Müridin alâmeti nedir?” diye sorulduğunda geride zikredilen cevabına şu sözlerini de eklemiştir: “Müridin alâmetlerinden biri de dostu kendisinden nasıl emin ise, düşmanının da kendisinden o şekilde emin olmasıdır. Yine alâmetlerinden bazıları şunlardır: Aradığı her şeyi Kur’ân’da bulabilmesi, bildiğini amele dökmesi, bilmediğini öğrenmesi, mâlâyani işlere dalmaması, Allah’ın vaadine iştiyak duymakla beraber tehdidinden de kurtulma muradına son derece çabalaması, başkasının nefsiyle değil kendi nefsiyle uğraşması.[14]

Çalışkan ve Cefakâr Mürid

Mürid, gece gündüz ibadet ve taate devam etmekten durulmaz, üşenmez ve gevşemez. Mürid, zahiren nefis ve şeytana karşı mücadele ile meşgul olurken, iç dünyasında ise acı, ıstırap ve zorluklara tahammül edip sabreder. Mürid, döşeğini terk etmiş, devamlı kendini küçük görmüş ve tevazuyu elden bırakmamış, zorluklara karşı göğüs germiş, yorgun ve bitkinliği yüklenmiş, ahlakla ilgilenmiş, nefsini istemediği şeyleri yapmaya zorlamış, kötü durumları bağrına basmış, şekil ve sûretten uzak durmuştur.[15]

Ebû Bekir el-Kettânî (rahimehullâh) demiştir ki: “Mürid hakkındaki hükümlerden bazıları şunlardır: Uykusu galebedir, yemesi ihtiyaçtır, konuşması da zarurettir.”.[16] Yani; mürid, çok çalışkan ve gayretlidir. Ancak gözleri uykuya mağlup olduğunda uyur, yalnızca belini doğrultacak kadar yer içer ve sadece zaruret miktarı konuşur. İhtiyacından fazla uyumaz, yemez ve konuşmaz. Bu hususlardaki fazlalığı mâlâyani olarak kabul eder ve mâlâyaniden uzak durur.[17]

Şiblî (rahimehullâh) demiştir ki: “Mürid için, durmak durulmak (ara sıra da olsa dinlenmek, gevşemek, üşenmek) yoktur.[18]

Ebu’l-Abbas es-Seyyârî (rahimehullâh)’a: “Mürid, nefsini ne ile ve nasıl terbiye eder?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Allah’ın emirlerine sabrederek, yasaklarından kaçınarak, salih kullarla (maddi veya manevî) arkadaşlık yaparak, diğer mürid yoldaşlarına hizmet ederek ve fakirlerle sosyal ilişkilerde bulunarak.[19]

Müridin Kalp Meşguliyeti

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (rahimehullâh) demiştir ki: “Müridin, kalbindeki meşguliyet; farzları yerine getirmek, günahlardan af dilemek ve insanlardan gelecek belalardan selamet içinde olmayı dilemek”.[20]

Kıssalar ve Mürid

Cüneyd-i Bağdâdî (rahimehullâh)’a: “Bu (sâlih zatlara dair anlatılan hârikulâde) kıssa ve hikâyelerin müritlere nasıl bir faydası var?” diye sorulduğunda: “Büyüklerin kıssa ve hikâyeleri, Allah Teâlâ’nın ordularından bir ordudur. Müridlerin kalpleri bunlarla (tesirlenir ve) kuvvetlenir” diye cevap vermiştir. Kendisine: “Bunun bir delili var mıdır?” diye sorulduğunda: “Evet. Allah Teâlâ: ‘O peygamberlerin haberlerinden, gönlüne kuvvet verecek şeylerin her çeşidini, Sana kıssa olarak anlatıyoruz[21] buyurmuştur” demiştir.[22]

Devam edecek…


[1] Kuşeyrî, Ebu’l-Kâsım Abdülkerim b. Hevâzin b. Abdülmelik, er-Risâle, tahkik: Enes Muhammed Adnan eş-Şerfâvî, Dâru’l-Minhâc, Lübnan/Beyrut, 1. Baskı/2. Sürüm, 1438/2017, s. 466.

[2] Ebu Halef et-Taberî, Selvetü’l-ârifîn, tahkik: Bilal Orfali-Gerhard Böwering, Brill Publishers, Leiden/Boston, 1. Baskı, 2013, s. 352.

[3] Sincârî, Ebu’l-Hasen Ali b. Hasen, Kitabü’l-beyâz ve’s-sevâd, tahkik: Bilal Orfali ve Nada Saab, Brill Publishers, Leiden, I. Baskı, 2012, s. 309.

[4] Kuşeyrî, a.g.e., s. 467-468.

[5] Harkûşî, Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim en-Nîsâbûrî, Tehzibü’l-esrâr, tahkik: Bessâm Muhammed Bârûd, Mecmau’s-Sekâfî, Abudabi, 1999, s. 135; Ebû Halef et-Taberî, a.g.e., s. 350.

[6] Sincârî, a.g.e., s. 310.

[7] Yani; nefsin terbiyesi önündeki engelleri kaldırmak veya nefsin başına bela olacak şeyleri terk etmek.

[8] Ebû Halef et-Taberî, a.g.e., s. 349. Başka bir yerde şu şekilde zikredilmiştir: Meşâyıhtan biri demiştir ki: “Müridlerde şu üç hususiyetin bulunması gerekir: Âfetleri terk etmek, ibadetleri ihlasla yapmak ve kerâmetleri beklemek”. Bkz. Harkûşî, a.g.e., s. 182.

[9] Ebû Halef et-Taberî, a.g.e., s. 352.

[10] Ebû Nasr es-Serrâc, Abdullah b. Ali b. Muhammed et-Tûsî, el-Lüma’, tahkik: Dr. Abdülhalim Mahmud ve Taha Abdülbâkî Sürûr, Dâru’l-Kütübi’l-Hadîsiyye, Mısır ve Mektebetü’l-Müsennâ, Bağdat, 1380/1960, s. 275-276.

[11] Ebû Halef et-Taberî, a.g.e., s. 352-353.

[12] Kuşeyrî, a.g.e., s. 468.

[13] Zekeriyya el-Ensârî, Ebû Yahya Zekeriyya b. Muhammed, İhkâmü’d-delâle, tahkik: Abdülcelil Atâ, Dâru’n-Nu’mân li’l-Ulûm, Dimeşk, 1. Baskı, 1420/2000, c. 2, s. 615.

[14] Ebû Nasr es-Serrâc, a.g.e., s. 276.

[15] Kuşeyrî, a.g.e., s. 466-467.

[16] Kuşeyrî, a.e., s. 468; Beyhaki, Şuabü’l-iman, c. 7, s. 487, No: 5344.

[17] Bkz. Zekeriyya el-Ensârî, a.g.e., c. 2, s. 613-614.

[18] Harkûşî, a.g.e., s. 191.

[19] Harkûşî, a.e., s. 126.

[20] Ebû Nasr es-Serrâc, a.g.e., s. 276.

[21] Hûd Sûresi, 120.

[22] Kuşeyrî, a.g.e., s. 469. Ayrıca bkz. Ebû Nasr es-Serrâc, a.g.e., s. 275; Hatib Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, Târîhu Bağdâd, tahkik: Dr. Beşşâr Avvâd Marûf, Dâru’l-Kütübi’l-İslâmî, Beyrut, 1. Baskı, 1422/2002, c. 4, s. 127; Kettânî (rahimehullâh)’dan rivayetle.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu